Alaaddin’in Sihirli Lambası’nı okuyan çocuk, ovaladığı zaman içerisinden tüm düşlerini gerçekleştirecek kudrette bir cin çıkıveren lambayı bulma hayaliyle yaşar. Yetişkinlik çağımızda ise ne böyle bir lambanın, ne de bir cinin var olmadığı gerçeği ile yüzleşerek tüm arzu ve isteklerimizi içimize gömeriz. Peki ya tüm dileklerimiz gerçekleşebilseydi? Kendiniz için ne dilerdiniz? En derindeki temel ihtiyaçlarınızı tatmin edecek şey ne olurdu? Öz’ünüzün gerçek kaderini tamamlamasını sağlayabilecek o şey ne olurdu?
Evrende olup biten her şeyin başlangıç noktası niyettir. Ayak parmaklarımızı oynatmak veya karıma hediye almak, veya bir bardak kahve içmek veya bu kitabı yazmak. Bunların hepsi birniyetle başlarlar. Bu niyet her zaman sınırsız veya evrensel zihin de diyebileceğimiz seviyeden kaynaklanarak insan zihni vasıtasıyla vücut bulurlar. Ve bir kez sınırlandırıldıktan sonra da gerçeğe dönüşürler.
İşin aslı, şayet niyet olmasaydı, maddesel gerçeklik de var olamazdı. Niyet beyindeki sınırsız senkronize korelasyonu harekete geçirir. Ne zaman bilişsel veya algısal bir somut gerçeklik ortaya çıksa beynin birbirinden bağımsız bölgelerinde bulunan nöronların bir çeşit “faz ve titreşim kilit pozisyonu“na girdikleri gözlemlenir. Bu yaklaşık kırk hertz civarında -saniyede kırk devir- sınırsız bir senkronizasyondur. Bu senkronizasyon aynı zamanda bağlayıcıdır ve bilişim için gereklidir. Bu olmadan kimseyi olduğu şekliyle göremez, bir evi ev, ağacı ağaç veya herhangi bir fotoğraftaki suratı surat olarak seçemezdiniz. Sadece siyah ve beyaz noktalar, sağa sola serpiştirilmiş çizgiler ve kah karanlık kah aydınlıkta kalan çeşitli imajlar görürdünüz. Aslında sizlerin algı dünyanızdaki objeler beyninizde sadece “aç-kapa” şeklinde kayıt olan manyetik sinyallerden ibarettir. Niyet sayesinde tanzim edilen noktalar, beyazlar, siyahlar, sağa sola saçılmış çizgiler, elektrik akımları vs. hepsi birer bütüne, dünyanın resmini öznel bir tecrübe olarak şekillendiren bir gestalta dönüşüverir. Dünya resimlerden oluşmaz ama bu aç-kapa şeklindeki impulslardan, bu noktalı dizeler veya noktalardan, gelişigüzel görünümdeki elektriksel ateşlemelerin oluşturduğu dijital kodlardan meydana gelir. Senkronizasyon niyetsayesinde tüm bunları düzenleyerek beyinde algılanacak bir tecrübeye dönüştürür -ses, doku, şekil, tat ve koku. Siz de mutlak zekadan kaynaklanan olarak bu tecrübeyi adlandırır ve birdenbire öznel bilincinizde maddesel bir nesne yaratırsınız.
Dünya, niyet tarafından idare edilen senkronizasyon sayesinde maddesel nesnelere dönüştürdüğümüz bir Rorschach lekesi (bir dizi mürekkep lekesi resmine kişinin verdiği tepkileri temel alan bir psikiyatri testi) gibidir. Dünya gözlemlenmeden önce ve sinir sistemimiz de herhangi bir şeyi gözlemlemeye niyet etmeden önce, bireyin tavırları, çekişmeleri doğrusal olmayan bir kaotik hareketlilik düzleminde ve dinamik yapıdaki (sürekli değişen) bir çeşit kararsızlık (tutarsız hareketlilik) durumu içerisindedir. Niyet senkronize bir şekilde, sınırsız evrendeki oldukça değişken, kaotik ve birbirinden bağımsız görünümdeki hareketleri, son derece düzenli, kendi kendini idare edebilen dinamik bir sistem şeklinde düzenler. Ve bu sistemde kendini gözlemlenmiş dünya ve o dünyayı gözlemlemeyi sağlayan sinir sistemi olarak açıkça belli eder. Niyet sinir sistemi sayesinde idare edilmesine rağmen, sinir sisteminden kaynaklanmaz. Buna rağmen niyet idrak ve algılamaktan daha fazlasından sorumludur. Öğrenmek, hatırlamak, çıkarımlarda bulunmak, sebeplenmek ve motor hareketlerimizin hepsinden önce niyet vardır. Niyet yaratmanın temelidir. Kaderimiz ise sonuçta en derin arzularımız ve en derin niyetlerimizden kaynaklanır. Kader ve niyet birbirine yakından bağlıdır.
Niyet nedir? Çoğunluk niyetin hayatta başarmak istediğiniz şeyin düşüncesi veya kendiniz için istediğiniz bir şey olduğunu söyler. Ama niyet aslında bundan daha fazlasıdır. Niyet ihtiyacınız olana ulaşmanın yoludur. Bu ihtiyaç maddesel şeyler, ilişkiler, ruhsal şeyler veya aşk olabilir.Niyet bir gereksiniminizi gidermek için size yardımcı olacak düşüncenizdir ve mantığı şöyle işler; ihtiyacınızı giderdiğinizde mutlu olursunuz.
Bu açıdan bakıldığında niyetlerimizin amacı bizleri mutlu kılması veya tatmin etmesidir. Bize ne istediğimizle ilgili bir soru yöneltilse, ilk olarak “daha fazla para istiyorum” veya “yeni bir ilişki istiyorum” diye cevaplayabiliriz. Şayet bunu neden istediğimiz sorulursa “şey, çünkü param olursa çocuklarıma daha fazla zaman ayırabilirim” şeklinde cevaplarız. Ve çocuklarımıza neden daha fazla zaman ayırmak istediğimiz sorulursa bu kez “çünkü o zaman mutlu olacağım!” diye cevap veririz. Böylece mutluluk, aşk veya neşe olarak tanımladığımız ve tüm amaçlarımızın amacı olanın temelde ruhsal dünyamıza ait gereksinimlerin olduğunu görürüz.
Evrendeki bütün hareketlilik niyet ile meydana gelir. Vedik geleneklerine göre, “Niyet doğanın bir gücüdür”. Niyet evrenin gelişmesi ve sürekliliğinin sağlanması için tüm evrensel güçler ve öğeler arasında bir denge kurar.
Niyet tekrar edildikçe alışkanlığa dönüşür. Bir niyet ne kadar çok tekrar edilirse, evrensel bilinç de aynı örgüyü yaratarak niyeti fiziksel alanda vücuda getirir. Bir fizik konusunu hatırlayacak olursak, gözlemlenmeyen bir kutudaki dalga parçacığının aynı anda hem dalga hem de parçacık olduğunu ve gözlemlendiği takdirde kesin şeklini aldığını biliyoruz. Olasılık gözlem anında çöker ve artık kesin bir şekil alır. Buradaki düşünce yolu aynıdır; sınırsız idrak seviyesindeki örgü sadece tekrar edilen niyet sayesinde sizin isteğiniz doğrultusunda çöker ve kesin şeklini alır ve bu sebeple de fiziksel bir gerçeklik olarak karşımıza dikiliverir. Neyin kolay neyin yanlış olduğu, neyin mümkün neyin imkansız olduğu aldatmacasını yaratan da budur. Bu sebeple şayet alışılmışın dışına çıkmak istiyorsanız, imkansızı düşünmeyi ve hayal etmeyi öğrenmelisiniz. Sınırsız aklın niyeti sayesinde, sadece tekrar edilen düşünceler imkansız olanı mümkün olana dönüştürebilir.
Sizdeki sınırsız akıl, bendeki sınırsız akıl ile hatta bir gergedanınki ile, ya da kuş veya kurtçuk ya da zürafanınkiyle aynıdır. Hatta bir kaya parçası dahi mutlak zeka ihtiva eder. Bu sınırsız zeka, bu saf bilinç, bizlere “ben” duygusunu, “Ben Deepak”, “Ben bir kuşum” “Ben şuyum veya buyum” diye izah eden veya kim olduğunu zannediyorsa onu söyleten ve hissettiren şeydir. Var olan tek “ben” bu evrensel bilinçtir. Ancak bu tekil ve evrensel “Ben” şeklini değiştirerek kendini -neredeyse sınırsız sayıda gözlemci ve gözlemlenene, görene ve izlenceye, organik veya inorganik formlara- yani fiziksel evreni oluşturan bütün varlık ve nesnelere dönüştürür. “Ben”in sonsuz yaratıcı potansiyeli toplumsal olarak “ben”i düzenleyerek, onu siz olan “ben”e ya da “bana” veya evrendeki herhangi başka bir şeye dönüştürür.
Bu kavram, evrensel ve bireysel öz‘ün kişi bağlamında sınırlandırılması esası ile aynı esasları taşır. İnsan kendisinden daha üstün, evrensel bir “ben”i, diğer tanımlamayla evrensel bir öz‘ü, göz ardı ederek bireysel kimliğini “ben” olarak düşünmeye alışmıştır. Evrensel öz‘de yer alan bize ait bakış açımızı tespit etmek amacıyla kullandığımız, “ben” kelimesi, sadece akıllıca seçilmiş bir referans noktasıdır. Fakat biz kendimizi sadece bireysel bir “ben” olarak tanımlarsak, geleneksel olarak mümkün diye tanımladığımız şeylerin ötesini hayal edebilme yetimizi kaybederiz. Evrensel “ben”de her şey sadece mümkün olmakla kalmaz, zaten hali hazırda mevcuttur, ve niyetiniz sayesinde olasılıklardan biri fiziksel dünyadaki bir gerçekliğe dönüşmek için tarafınızdan çökertilmeyi bekler.
Bireysel “ben” ile başka bir ifadeyle “sınırlandırılmış akıl” ile evrensel “ben”, başka bir deyişle “mutlak akıl”ın arasındaki farkları sıralayalım;
SINIRLANDIRILMIŞ AKIL
- Ego akıl
- Bireysel akıl
- Bireysel bilinç
- Koşullanmış bilinç
- Doğrusal
- Yer, zaman ve neden ilişkisi içerisinde işler
- Zaman açısından sınırlı ve kısıtlıdır
- Ussal; mantıklı
- Bireysel ve ortak tecrübelerle edinilmiş koşullandırılma ve alışkanlığa dönüşmüş düşünme ve davranış biçimi
- Bütünden ayrılarak müstakilleşir
- İç diyalog: Bu ben’im ve bana ait
- Korku hakimdir
- Enerjiye ihtiyaç duyar
- Onaya ihtiyaç duyar
- Gözlemci olan Ben’i, gözlemlenen Ben’den farklı yorumlar
- Sebep-Sonuç modeli çerçevesinde düşünür
- İşlemsel sürece ihtiyacı vardır
- Süreklidir
- Bilinçlidir
- Duyusal tecrübeler sınırlı olduğu için, duyu organları hareketli iken kendisi de hareketlidir
- İstemli sinir sistemi yoluyla kendini ifade eder (bireysel seçim)
MUTLAK AKIL
- Ruh
- Öz
- Evrensel bilinç
- Saf bilinç
- Senkronize
- Uzay, zaman ve nedenselliğe dayanmaksızın işler
- Zamansız ve sonsuzdur
- İçgüdüsel ve yaratıcıdır
- Koşullandırılmamış, sonsuz korelasyonlu ve sonsuz yaratıcı
- Birleştirici
- İçsel diyalog: Her şey ben’im ve bana ait
- Sevgi hakimdir
- Enerjiye ihtiyaç duymaz
- İltifat ya da eleştiriye bağışıklığı vardır
- Gözlemlenen ve gözlemleyenin de yanı Ben olduğunu bilir
- Olay örgüleri arasında kendiliğinden var olan korelasyonu ve bağlantıyı görebilir
- İşlemsel sürece ihtiyacı yoktur
- Sürekliliği yoktur
- Bilincin ötesindedir
- Her zaman hareket halindedir. Fakat uyku halindeyken, rüya görürken, meditasyon esnasında, dua ederken, trans halindeyken, baş dönmesi halindeyken yani duyular çekildiğinde, kendisine daha açık daha verimlidir
- Kendini otonom ve endokrin sistem ile daha da önemlisi, bu sistemlerin senkronizasyonu ile ifade eder (Mikro ve Makro kozmos gibi evrensel ve özel boyuttaki sistemlerin senkronizasyonu da buna dahildir.)
Sınırlı ve mutlak akıl arasındaki fark, sıradan olanla sıradışı arasındaki fark gibidir. Sınırlı zeka kişisel ve her birimize özel bir olgudur. Yeryüzünde koşullandırılarak edindiğimiz alışkanlık ve davranışlarımızın adeta kölesi durumuna gelen egomuzu ve kendi kendini sınırlandıran “ben”i ele geçirir. Doğası itibariyle sınırlı idrak bizi yaratılışın bizden hariç geri kalan bölümünden soyutlar. İster istemez kendimizi savunmak zorunda olduğumuz gibi bir hissiyata kapılır ve evrenin geri kalanıyla aramıza kalın ve yapay duvarlar örerek, evrenin bir parçası olduğumuzu hissetmenin verebileceği derin anlam ve mutluluklardan tamamıyla koparız. Sınırlı idrak hantaldır, sizi yorar ve mantıklı olmaya çabalar durur. Yaratıcı kabiliyetten ve çılgınlıklardan uzaktır. Üzerinde takip ve dikkat gerektirir. Bu yüzden de sonuç itibariyle korku, hayal kırıklığı ve acıya eğilimlidir.
Diğer taraftan evrensel bilinç olarak da bilinen, saf “Öz” ve “Ruh”tan oluşan sınırsız, mutlak akıl vardır. Sıradan yer ve zaman kanunları dışında işleyen, evrenin en yüce organizatörü ve birleştirici gücüdür. Zaman ve faaliyet alanı açısından sonsuzdur.
Doğası sebebiyle sınırsız akıl birleştiricidir çünkü zaten o her şeydir. Enerjiye, tasdik edilmeye ve üzerine dikkatle eğilmeye ihtiyacı yoktur. Kendine özgü bir şekilde bütündür; tamdır. Sıraladığımız sebeplerden ötürü sevgiyi ve takdiri kendine çeker. Bütün yaratılışların kendisinden kaynaklandığı, yakında olması beklenen yaratılışların sahibidir. Ve bizlere sınırlı akıl “mümkün” diye nitelendirdiklerinden daha da ötesini hayal edebilmemiz, “kutunun dışını” görebilmemiz ve mucizelere inanmamız için imkan tanır. Hayal gücü nereye gidersek gidelim bize yol gösterir. Ve hayal gücü evrensel bilincin sahip olduğu bir özellik olduğu halde, sınırlı ifade edilme yöntemleri sebebiyle koşullanır. Ancak, insan bu noktadan daha öteye gitme yetisine sahiptir. Onlar sınırlı akıl ve sınırlı “ben” yoluyla ve niyetleri sayesinde seçim yapabilme yetisine sahiplerdir. Ve sınırsız mutlak akıl ile sınırsız “ben” niyeti yerine getirmek için detaylara da dikkat ederek, senkronize bir şekilde çalışırlar. İşte rüyalar böyle gerçekleşir.
Bunu bir örnek ile izah edelim: Sınırlı “ben”, Deepak olan, egzersiz yapıp kilo vererek kendisini iyi hissetmek istiyor. Böylece Deepak, yani sınırlı “ben”, her gün ya sahilde veya koşu bandında koşuya çıkıyor. Deepak’daki sınırlı “ben”, Deepak’ın vücudundaki pek çok işi aynı anda yaparak bu eylemi mümkün kılıyor. Kalp daha hızlı atarak daha fazla kan pompalamak zorundadır, dokular daha fazla oksijen tüketmek zorundadır, akciğerler hem daha derin hem de daha hızlı nefes alıp verir ve sistemimizin enerji kaynağı olan şeker enerjiye daha hızlı bir şekilde dönüşmek için karbondioksit ve suya dönüşmesi gerekir. Eğer yakıt seviyesi düşerse karaciğerde depolanmış glikojenin kana karışması için insülin salgılanması gerekir. Bağışıklık hücrelerinin uyarılması gerekir ki, böylece ben koşarken vücut bilinci enfeksiyona dirençli hale gelsin. Bu, koşma niyetimin gerçekleştirilebilmesi için, aynı anda ve uyum içinde yapılması gerekenlerin çok kısa bir listesi. Aslında, Deepak’ın keyif alarak koşması için trilyonlarca şeyin aynı anda, sınırsız iletişimle organize olarak yapılması gerekir.
Gördüğünüz gibi, vücudun gerçekleştirdiği işlemler sınırsız zeka sayesinde organize olur. Bu hareketler senkronize oldukça, Deepak da koşusundan keyif almaktadır. Kalbinin yeteri miktarda kan pompalayıp pompalamadığını veya karaciğerinin glikojeni şekere çevirmeyi unutup unutmadığını düşünüp endişelenmez. Bu işlerin hepsi sınırsız zekanın sorumluluğu altındadır. Sınırlı “ben” niyetlenir ve sınırsız “ben” tüm detayları senkronize bir şekilde organize eder.
Ama sınırlı “ben” her zaman işbirliği içinde değildir ve bazen yanlış kararlar verir. Jim adında bir adam hayal edelim. Jim partidedir ve sınırlı Jim “Bu partide çok iyi vakit geçiriyorum” der. Biraz şampanya alır, rahatlar ve yeni arkadaşlar edinir. Sınırsız Jim de partiden keyif almakta, eğlenmekte ve anı yaşamaktadır. Ancak sınırlı olan ben “Bu çok eğlenceli, biraz daha içip sarhoş olalım!” der. Sarhoş olmak aradaki bağlantının kesilmesi anlamına gelir bu sebeple sınırsız “ben”, sınırlı “ben”in aldığı kararın bir bedeli olduğunu anlamasına fırsat vermek ister. Sınırsız “ben” sınırlı “ben”e ertesi gün uyandığı zaman korkunç bir baş ağrısı ve akşamdan kalmışlık hissi verir. Bu onun sınırlı “ben” ile iletişime geçerek vücudunu kötü kullanırsa hasta olacağı uyarısında bulunma yöntemidir.
Şayet sınırlı “ben” sınırsız “ben”in kendisini kararından döndürme çabalarını kulak ardı ederse bu kez daha kötü geri dönüşümlerle karşılaşır. Örneğin şayet sınırlı “ben” mesajı almaz ve her gün sarhoş olacak denli içki içerse, o zaman sınırlı Jim, işini ve gelirini kaybeder, aile ilişkileri zedelenir ve hatta siroz olup ölebilir. Neden? Çünkü içme kararı ne sınırlı Jim’in ne de sınırsız Jim’in yararına olacak bir eylem değildi. Sınırsız idrakten sınırlıya geçerken şeklini değiştirdi. Bir niyet şayet hem sınırsız hem de sınırlı “Ben”e fayda sağlayacaksa senkronize bir şekilde gerçekleşebilir. Sınırsız niyet her zaman evrimseldir ve bu sebeple de daha yüce bir iyiliğin doğrultusunda ilerlerken uyumlu etkileşimlere maruz kalır.
Niyet her zaman evrensel alandan kaynaklanır. Sonuç itibariyle sınırlı niyeti-hem sınırlı akıl (ben), hem de mutlak aklın (evrensel ruh) gereksinimlerine hizmet etmesi koşuluyla- gerçekleştirecek olan da evrensel niyettir. Ancak o zaman sınırlı ve sınırsız akıl işbirliği yapar. Ancak ortada kafa karıştıran bir etken daha vardır. Yeryüzünde hepsi sınırlı niyetleri olan, milyarlarca insan ve trilyonlarca diğer başka varlık vardır. Diyelim bir parti vereceğim ve bu yüzden bir sürü kek, kurabiye yapmayı planlıyorum. Hazırlık yaparken, şeker, un ve gereken tüm malzemeleri aldım. Bu malzemelerin hepsi benim kilerimde depolanıyor, niyeti un ve şeker tüketmek olan fare ve karıncaları kendisine çekiyor. Ben fareleri keşfedince hemen bir fare kapanı ve böcek ilacı alıyorum. Farelerin bir kısmı ölüyor ve bedenlerini bakteriler sararak onları kemirmeye başlıyor.
Şayet bir adım geri gidersek bu senaryoya tepeden bakabilirsek, birbirine bağlı olaylardan oluşan bir komplo olduğunu görürüz. Olaylar birbirini tetikleyerek birbirini yaratmışlardır. Bu dramanın gerçekleşebilmesi için, buğday tanesinin ve şeker kamışının önce toprakta büyümesi gerekir. Bu çiftlik, çiftçiler, yağmurlar, güneş ışığı, traktörler, tüketiciler, tren yolları, finansal ticari pazarlar, market sahipleri, yatırımcılar, böcek ilaçları, kimyasal bilgi ve nice başka katılımcı daha gerektirir. Olayın tümüne dahil olan bireysel sınırlı akıl katkı payı haddinden fazladır.
O halde haklı olarak şu soru sorulabilir: kim neyi etkilemektedir? Gelişen olayları etkileyen kimin niyetidir? Ben sadece kek ve kurabiye pişirmek istemiştim. Benim niyetim bütün gezegenin tutumunu mu etkiliyor; çiftçilerden tutun da borsa analistine, buğday fiyatlarına kadar-kilerimdeki karıncaların ve farelerin davranışlarından bahis bile etmiyorum ve hatta evrendeki diğer element ve güçlerin hareketlerini hesaba katmıyorum-. Şu evrende üzerinde işbirliği yapılması gereken yegane niyet benim kek ve kurabiye ikram etme niyetim miydi? Niyetini düşünebilme yetisi olduğunu varsaydığımız bir fare, tüm bu olaylar serisinden kendi niyetini sorumlu tutabilir, hava şartlarından tutun, borsaya ve benim kek yapma kararıma kadar. Aslında bakteriler de kendi niyetlerinin tüm evrendeki hareketliliği -benim protein açığa çıkarmak için fare zehiri almam da dahil- idare ettiğini düşünebilirler. Kimin niyetinin bir olayı şekillendirdiğini sormaya başladığımızda olay çok karmaşık görünebilir.
Tüm bu hareketliliği kimin niyeti yaratıyor? Daha derin anlamıyla tüm bu olayları idare eden “ben” sınırsız olandır, evrensel “ben”dir. Bu organize edici güç sınırsız sayıdaki olayı aynı anda senkronize bir şekilde idare eder. Sınırsız akıl sürekli kendisini yeniler ve yaratıcılık gücünü tazeler, böylece eskisi hiçbir zaman yıpranmaz ama dakikada bir tazelenir. Niyet tekil ve sınırsız “ben”den kaynaklanıyor olsa da benim bakış açımdan ve kedinin, farenin, karıncanın, bakterilerin, partiye katılan insanların bakış açılarından bakınca, bireysel “ben”den kaynaklandığı gibi bir sonuca varılır.
Her sınırlı alanda, herhangi bir organizma “Bu benim niyetim” diyebilir. Herhangi birimiz veya hepimiz bireysel “ben”imizin bir şeylere sebep olduğuna inanırız, ancak geniş açıdan bakılınca sınırlı idraklerin tümü, sınırsızın vasıtasıyla birbirleriniz yaratmakta ve dürterek birbirini ayaklandırmaktadır. Ağaçlar nefes almalıdır ki ben de nefes alayım. Nehirler akmalıdır ki benim de kan dolaşımım sağlansın. Sonuçta sadece bereketli, cömertlikte sınırsız, ebedi, ritmik, ayrılmaz bir bütün olarak tek bir “ben” vardır. Kendimizi müstakil hissetmemiz bir illüzyondan ibarettir. Sınırlı “ben”in kendisini sınırsız “ben” olarak algılaması için ikisinin birbirine bağlanması gerekir. İşte sadece o zaman evrensel bir “ben” olduğunu hissedersiniz. Dualar böyle yerini bulur. Ama dayatılmış niyetle yapılan dua değil, zamanında ve incelikle, teslimiyet ve minnettarlıkla, güven duygusuyla, sevgi ve tutkuyla yapıldığı takdirde dua, sınırlı “ben”in sınırsız “ben”i keşfetmesine ve sınırsız “ben” olabilmesine imkan tanır.
Bizler sınırlı, bireysel ve kişisel “ben”e o denli bağlıyız ki adeta kör olmuşçasına onun altında yatan ihtişamı görmüyoruz. Görmezden gelmek kısıtlanmış farkındalıktır. Bir şeyi fark etmek için diğer şeyleri görmezden gelirsiniz. Sınırsız olanın sınırlı hale gelmesi bu şekilde olur. Ben bir şeyi fark ettiğimde, onun etrafında bulunan dolayısıyla da onun varlığına katkıda bulunan -bu sebeple de onun bir parçası olan- diğer şeyleri ihmal ederim; hesaba katmam. Benim egom olan “ben” gözlemlediği zaman, o sadece belirli bir parçayı gözlemler, evrensel olanı hesaba katmaz. Ama ruh olan “ben” gördüğü zaman, belirli parçayı mümkün kılan evrenin gidişatını görür.
Bu ayrılmazlık ve birbirine bağlantılı olma durumu yaşamı sadece mümkün kılmakla yetinmez, aynı zamanda mucizevi bir özelliğe de büründürür. Yaşamlarımızı yorumlarken hafıza ve alışkanlıklarımız bizlere benzerlik ve tanışık olma hissi ve yaşamın zamana bağlı devamlılığı gibi bir illüzyon yaratır. Ve işin aslı her birimizin öz‘ünde niyetlerimiz sayesinde gerçekleştirebileceğimiz sonsuz olasılık yatar.
Niyet sonsuz seçenekleri idare eder. Ne çeşit bir niyetin ideal olarak tanımlanabileceğini merak ediyor olabilirsiniz. Şu an gerçekleştirileceğini bilseniz, ne gibi bir dilekte bulunurdunuz? Şayet niyetiniz sadece kişisel bir dilekse ve sonuçta kişisel bir amaca hizmet edecekse, sınırlı ve sınırsız “ben” senkronize olamayabilirler. Kim bilir kaç kez insanların lotodan para çıkmasını dilediklerini duymuşsunuzdur. Bu da mümkün olabilir ama bu durumda bu dileğin yerine gelmesi sizden başka kaç kişiye fayda sağlayacağına bağlıdır. Siz kendinize bir araba almak için lotoyu kazanmak isteyebilirsiniz. Ancak bu amaç bile sizden başka pek çok kişiye fayda sağlar. Araba üreticisinden tutun da, çalışan işçilere, yatırımcılara ve ekonomiye katkı sağlar. Ama yine de dileğiniz Rahibe Teresa gibi bir insanın dileyeceği ölçekte değildir. O parayı muhtaç olanlara dağıtmak, başkalarının dileklerini yerine getirmek amacıyla ve daha derin anlamıyla –varoluşun yüce anlamına hizmet etmek mantığıyla– vermek ve almak mantığıyla diler. Sınırlı idrak sınırsız idraka hizmet ettiği müddetçe bu durum holistik bir açılım yaratır ve bu sebeple de daha etkili olur.
Niyet ettiğimiz her şey için “Bu niyetim hem bana hem de temas halinde olduğum insanlara ne gibi bir fayda sağlar?” gibi bir soru sorabiliriz. Cevap niyetimin hem beni, hem de benim atılımlarım sonucunda etkilenecek diğer kişileri memnun edecekse, o halde sınırsız zekaya tam anlamıyla teslim olduktan sonra, niyetim de kendiliğinden gerçekleşir. Niyetinizin başlangıç noktası sessiz bir ortam ve istikrarlı bir farkındalık yaratabileceğiniz bir atmosfer sağlamaktır. Bu sayede gerçekleşmesi uygun olan niyet kalbinize doğar ve sınırlı “ben” ile sınırsız “ben” bütünleşerek Tanrı iradesinin sizin aracılığınız ile gerçekleştirilmesine olanak tanır.
Bu işin zor yanlarından birisi de evrensel niyetin sizin niyetinize ters düşmemesi gerekliliğidir. Son derece iyi görünen bir niyet, sınırsız “ben” gözardı edildiği takdirde geri teper. Bağımlılığın karmaşık ilişkileri aynı zamanda hem özverili olmayı hem de evrensel “ben”den kaynaklanarak gelen diğer bireyler olan “ben”lerle koordinasyonu gerektirir.
Niyet zorla ortaya getirilemez, zorlanamaz ya da tehdit edilemez. Onu havada uçuşan sabun köpüklerini yakalamaya benzetebilirsiniz. Bu da zorlamaya ya da alelacele yapılmaya gelecek bir eylem değildir. Ve aynısı meditasyon ya da uyku için de geçerlidir. İnsan uyumaya ya da meditasyon yapmaya zorlanamaz. Bu eylemler rahat bırakılması gereken eylemlerdir, ne kadar zorlarsanız o kadar başarısız olursunuz. Meditasyon gerçekleşir; uyku da gerçekleşir. Niyette de durum aynıdır. Ne kadar az müdahale edersek, onun organize olan sonsuz güçlerinin farkına o denli kuvvetli varırız. Niyetin içinde, tıpkı daha sonradan bir meyveye, çiçeğe veya ağaca dönüşebilen bir tohum gibi, kendisini gerçekleştirmek için gereken mekanizma mutlaka vardır. Benim yapmam gereken onu toprağa atarak sulamaya devam etmektir. Tohum bundan sonraki etapta, benden hiçbir müdahale gelmeksizin her şeyi kendisi yaratacaktır.
Niyet bilinçte veya ruhta yatan bir tohumdur. Eğer ona gereken özeni gösterirseniz, kendi kendini gerçekleştirmek için gereken donanımları işlemeye başlar. Niyetin sonsuz operasyonel gücü aynı anda sayılamayacak çokluktaki detayı idare edebilecek güçtedir.
Niyet tesadüfleri yaratır, bu sebepledir ki düşündüğünüz herhangi bir şey karşınıza çıkar. Niyet bazılarımızın kendi kendilerini tedavi edebilme ya da belirtileri ortadan kaldırabilme gücünün de nedenidir. Evrendeki bütün yaratılışlar niyet tarafından idare edilir. Ve biz insanlar niyetlerimiz sayesinde hayatlarımızda olumlu değişiklikler yapabilme kudretine sahibiz. O halde bu yeteneğimizi neden köreltiyor, yok ediyoruz? Kudretimiz, benlik bilincimizin özbenliğimizi gölgelemeye başladığı ve benliğimizin egomuza teslim olduğu anda yitip gider.
“Ben senden ayrı bir varlığım” farkındalığı yaklaşık olarak iki veya üç yaşlarında oluşmaya başlar. Bu yaşlardaki bebekler “ben” ve “benim” kavramlarını birbirinden ayırt etmeye başlarlar. Bu ayırım bir çeşit anksiyete yaratır. Gerçekte dünya bizden ayrı değildir, bilincin devamlılığın bir parçasıdır. Niyet evrende var olan yaratıcı güçlerden faydalanarak çalışır. Bizler nasıl olup ta bireysel yaratıcılık kabiliyetlerine sahipsek, evren de başlı başına bir yaratıcılık örneği teşkil eder. Evren canlıdır ve bilinci vardır. Evreni bizden farklı bir oluşum değil de bizlerin uzantısı olarak görürsek ve evrenle yakın ilişkiye girebilirsek o da niyetlerimize cevap verir.
Asıl benliğimize geri dönerek veya kendi gerçeğimizi yaşayarak niyetin gücünü yeniden kazanabiliriz. Kendi gerçeğini yaşayan insanlar sınırsız idrak ile aralarındaki bağları yeniden yapılandırırlar. Onlar diğer insanları ne kontrol etme ne de dürtükleme çabası içindedirler. Ne kimseden aşağı ne de üstün oldukları hissine kapılırlar. Onlar içsel referans noktaları ile irtibata geçerler, egoları ile değil. Endişe onlar için artık önemli bir unsur değildir zira endişe egonun kendini korumasından kaynaklanır. Ve endişe niyetin doğaçlama formunu kesintiye uğratır. Niyet aslında ruhun kendisini maddesel gerçekliğe dönüştürmek için başvurduğu bir mekanizmadır.
Olgun bir ruhsallık ciddi ve ağırbaşlı bir farkındalığa ihtiyaç duyar. Şayet ciddi ve ağırbaşlı iseniz size verilen karşılıklara da duyarlısınızdır. Pohpohlanmaya ve eleştirilere de fazla kulak asmazsınız, böylece her şeyi oluruna bırakmayı öğrenir ve sonuçları hakkında endişelenmeyi bir kenara bırakırsınız. Sonuç ne olursa olsun ona inanır ve güvenirsiniz ve etrafınızda gelişen olayların senkronizasyonunu algılamaya başlarsınız. Niyet farkında olmanız gereken fırsatları yaratır ve önünüze koyar. Niyet fırsatları yaratır ama yine de fırsat sağlandığı zaman harekete geçmesi gereken sizsiniz.
Bir olay karşısında harekete geçtiğiniz zaman hareketi yapan siz değilmişsiniz gibi davranın. Hareketin sizden değil de organize edici güç olan sınırsız zekadan kaynaklandığını düşünerek hareket edin. Endişenin yok olup gittiğini görecek, sonuca da daha az bağlı olacaksınız.
Stres endişenin bir türüdür. Eğer stresli iseniz senkronizasyon yani eşzamanlılık konusunu düşünemezsiniz bile. Senkronizasyon Tanrı ile iletişime geçmek için kullanacağınız bir yöntem, bir araçtır. Bu sizin hayatınızın amacına ve anlamına çıkan yoldur. Sevgi ve merhamet duygularını tatmak için kullanacağınız bir yöntemdir. Şayet dikkatim stres yaratacak durumlara odaklanıyorsa bu durumda senkronize olabilmem güçleşir. Senkronizasyonu etkin bir biçimde yaşamak için sizden ve hayal edebileceğiniz her şeyden daha yüce olan bir alana, evrensel birlik alanına teslim olmanız gerekir. Teslimiyet inançta bir atılım yaparak bilinmeyenin kucağına kendini bırakabilmektir. İç sesiniz size destek olacak bir şekilde: “Bunlar benim alıştığım şeyler değil. Ben de -olması gereken budur!- tarzındaki düşüncelerimi bir kenara bırakıyorum!” diyebilir. Benlik ve sahiplik duygularının kapsamı genişlemelidir. Şayet inancınızdaki bu sıçramayı, bu atılımı yapabilirseniz ödülünü mutlaka fazlasıyla görürsünüz.
Büyük sanatçılar, müzisyenler, yazarlar ve bilim insanları eserlerini yaratırken bireysel kimliklerini aşma zorunluluğundan bahsederler. Ben pek çok söz yazarı ve besteci ile çalıştım ve bugüne dek şarkı bestelerken aklına telif hakkı vs. gelen bir tek sanatçıya rastlamadım. Yeni bir şarkı veya müzik türü ile uğraşıyorsanız bildiğiniz her şeyi unutacak ve duygularınızı akışına bırakacaksınız. Böylece üzerinde uğraştığınız şeyin, sınırsız alan belleğinde tasarlanarak daha sonra size, sınırlı varlığınıza aktarımını sağlarsınız. Yaratıcılık gerektiren bütün oluşumlar, bir nevi kuluçka yani tasarlama ve oluşum evresine ihtiyaç duyarlar. Bu duruma rıza göstermeniz gerekir ki bu anlamda da teslimiyet söz konusudur. Senkronizasyon yaratıcı bir süreçtir. Gelgelelim, yaratıcı süreç olayında yaratıcı akıl ya da zeka, kozmosun yani kainatın ta kendisidir. Kendiniz için kaygılanmaktan vazgeçtiğinizde sınırsız bilgi devreye girer.
Düşüncelerinizin evrenin tasarımları ile çelişmemesi gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Lotoyu tutturmak sizin evrenin tümünden ayrı bir birey olma hissinizi daha da belirginleştirebilme ihtimali taşıyor olabilir. Loto kazananlar aile ve dost ortamlarından uzaklaştıklarını ve ne yazık ki mutlu olamadıklarını belirtmişlerdir. Para tek başına amaç olduğunda, sizi çevrenize yabancılaştırır.
Peki ama hangi niyetinizin gerçekleşebilme olasılığı olduğunu nereden bileceksiniz? Bu sorunun cevabı, size sınırsız idrak tarafından sunulmuş ipuçlarına dikkat etmenizde yatar. Yaşamınızdaki tesadüfleri fark edin. Tesadüfler size gönderilmiş mesajlardır. Bu mesajlar sizeTanrı ya da ruhsal gerçeklik, bir başka deyişle sınırsız gerçeklik tarafından gönderilen ve şu an içinde bulunduğunuz karmik koşullanmanızdan ve düşünce sisteminizden sıyrılmanızı teşvik eden ipuçlarıdır. Bunların hepsi sizin sonsuz bilgi kaynağı tarafından sevildiğinizi ve umursandığınızı hissetmeniz ve farkındalık alanına geçiş yapmanız için sunulmuş olanaklardır. Ruhsal gelenekler bu hali günahsızlık hali olarak tanımlarlar.
Deepak Chopra, Yeter ki İste
Omega Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder