Booking.com

YAVAŞLA YAVAŞLA VE ANI YAŞA....OH BEEE...

anda kalma ile ilgili görsel sonucu
Hep bir hırs içerisindeyiz. Hep daha iyi için uğraşırken kaybettiklerimizin farkında bile değiliz. Bugün neler oluyor? Bunun cevabı kimsede yok. Geçmişte bunlar oldu. Yarın neler olacak sürekli kafamızda dönüp duruyor.
Ana odaklanmak için ne yapmalı?

Anı yakalamak yaşamak pek de bizi ilgilendirmiyor. Hep koşuştururken çevremizde olanlar farkına varamadığımız bir sürü şey akıp gidiyor. Belki olanların farkına varsak yarını bugünden garantiye alacağız bile. Hep aynı örneği veririm. Yolda 50 km hız ile giderken mi yoksa 150 km hız ile giderken mi etrafta ne var ne yok farkına varabilirsiniz? Tabi ki 50 km ile giderken hem etrafın farkına varırsınız; ani fren yapsanız bile durmak kolay olur. İşte hayat da böyledir.

Sakin yavaş ve emin adımlarla yolunuza devam ederseniz bütün yaşananların farkına varabilirsiniz. Yaşadıklarınız iyi ya da kötü fark etmez. Önemli olan fark etmek kendiniz için en önemli dersi çıkarmak, hayatın kalan yerine buradan devam etmektir. Sakin olun ve gelen mesajların farkına varın. Ana odaklanın.

Sahip olduklarınıza odaklanın. Sahip olduğunuz suya, o güne özgü olsa bile karnınızın tok olduğuna, hatta alabildiğiniz nefese odaklanın. Kuşların sesini duyun. Sabah erkenden kuşların gökyüzünde dans etmelerini izleyin… Her şey sizde. Fark edin. Durun ve dinleyin. Bugünü yaşayın…

İşte anı yaşamak için 5 püf nokta…

1) Geçmişte yaşanmış olumsuz bir duygunun şu anda tekrarlanması.

Örneğin; ilk yemek yapma deneyiminizde yemeği ocakta unuttunuz ve bir yangına sebebiyet verdiniz. Tehlikeli bir yangının tekrar yaşanmaması için zihin-bedeniniz her yemek yapışınızda kaygı duygusunu size tekrar yaşatıyor.

Hissettiğiniz duygu ne? Kaygı.

Kaygının nedeni ne? Yangın olasılığı.

Çözüme giden ilk durak: Kaygının varolma sebebi, yangın olasılığına karşı önlem alınması ihtiyacındandır. Önlem alındığında, kaygı da sona erer çünkü görevini tamamlamıştır. Kendi zihin-bedenimizin bize ne söylemek istediği konusuna önem vermeliyiz. Çünkü o rahat ve mutlu olmazsa, biz de olamayız.

2) Beklenti ve standartlarımızı karşılayamamanın yarattığı kaygı.

Örneğin; İstanbuldan İzmire arabayla gidebilmek için tüm yolu, geçitleri, trafik ışıklarını, dönüşleri bilmek ihtiyacını duymayız. Bu yolculuğa çıkabilmek için trafik kurallarını, araba kullanmayı, insanların hata yapabileceklerini bilmek ve trafiği ego arenasına döndürmemeyi seçmek yeterlidir.

Çözüm: Kendimizi gerektiği kadar donanımlı ve hazırlıklı hale getirelim bunda bir problem yok. Fakat donanım ve emin olma ihtiyacında aşırıya kaçmak mükemmeliyetçilik hastalığının ya da “başarılı olamazsam değersizim” düşüncelerinin semptomlarındandır. Neyi akışına bırakmalıyız, neyi kontrolümüzde tutmalıyız, bu ikisini doğru ayırt etmek üzerinde durmaya değerdir.

3) Başa çıkamayacaklarımızdan kaçınmak.

Örneğin; önemli bir görüşme yapmamız gerekiyor ama bir sebepten çekiniyoruz, bu rahatsızlığa katlanmaktansa, erteleriz veya başka bir şeyle meşgul ederiz kendimizi.

Çözüme götürecek soru: Hissettiğim bu rahatsızlığın asıl mesajı nedir, ve ben bu konuda neler yapmaya başlayabilirim?

4) Amaçsızlık ve hedefsizlik.

Hayatımızı adadığımız bir amacımızın olması şart değildir ama yapmayı sevdiğimiz şeylerle ilgilenmemiz bir nevi şarttır. Yapmayı sevdiğimiz şeylerle ilgilendikçe, amaç ve hedeflerin oluşma olasılığı artar ve sonucunda hayatımız daha anlamlı olur. Daha anlamlı hayatımızda, öz değerimiz de daha yüksek olacaktır.

Çözüme giden soru: Ne yapmaya başlasam kendimi daha değerli ve keyifli hissederim?

5) Acele yapılan işlerimiz.

Örneğin, acele bir şekilde kahvaltıyı ederken nasıl bir trafiğin olacağını, trafikdeyken o gün yapacağımız işi, işteyken de mesainin sona ermesini düşünüyoruz.

Çözüme götürebilecek eylem: Hep hazıra konmayın, kendi çözümünüzü bulmak için üzerinde siz düşünün.


ALINTI

MUTLU VE ÖZGÜVENLİ ÇOCUKLAR

özgüven nedir ile ilgili görsel sonucu

Özgüven çocuğun kendisi hakkındaki olumlu inanç ve duygularıdır.

Örneğin:

Değerli ve kendine has özellikleri olan biri olduğu inancı,

Başkaları tarafından kabul edilme ve değer görme beklentisi,

Kendi kabiliyetleri konusunda iyimser duygular beslemek sağlıklı bir özgüvenin işaretleridir.


Anne-babaların çocuğun özgüvenini güçlendirmek düşüncesiyle fazlasıyla izin verici ve serbest bir tutum izledikleri sık görülen bir durumdur. Ancak sanılanın aksine Aşırı serbestlik özgüveni güçlendirmez.

Oysa anne-babaların çocuklara uygun yapı ve sınırları sağlaması son derece önemlidir. Disiplin ve kuralların sağladığı dış yapı olmadan çocuklar kendi davranışlarını düzenlemeyi ve sosyal ortamlarda kendilerini yetkin hissetmeyi başaramazlar. Önemli olan baskı uygulamadan disiplini aşılayıp, dengeyi sağlayabilmektir.

1-Sevgili babalar aşağıdaki cümleleri yeri geldikçe kullanmanız da çocuğunuzun özgüvenine önemli katkılar sağlayacaktır. 
 Seninle gurur duyuyorum.

2- Gerçekten çok çalıştın (spesifik olarak hangi konuda çok çalıştığını ve nasıl çalıştığını belirtin).

3- Herkes hata yapabilir.

4- Olabilir.

5- Yardımlarından dolayı teşekkür ederim.

6- Ben sen in bunu yapabileceğine inanıyorum.

7- Çok iyi bir çalışma!

8- Haklısın.

9- Seni seviyorum.

10- Çok iyi bir denemeydi.

11- Ne kadar düşüncelisin.

12- Sana güveniyorum.

13- Seninle vakit geçirmek çok hoşuma gidiyor.

14- Çok güzel!

15- Dürüst davrandığın için teşekkür ederim.


ALINTI

Aklıma gelen başıma geldi !!!




Çekim yasasının en önemli kuralı, ‘neye odaklanırsanız onu hayata çekersiniz’dir. Düşmeye odaklanırsanız düşersiniz. Odak noktasını sizi düşüren asıl nedene kaydırmadığınız sürece de düşmeye devam edersiniz.

Bizler neye odaklanırsak ona enerji gönderir, yani yeni enerji yükleriz. Neye odaklanıp ve nasıl enerji gönderdiğimize bağlı olarak da geri dönüşler alırız. Olumlu bir duruma olumlu bir enerjiyle tepki verirsek doğal olarak olumlu bir tepkiyle karşılaşırız.

Ne istiyorsak değil neysek onu kendimize çekeriz.

Bazen ‘aklıma gelen başıma geldi ya da kötü şeyler, olumsuzluklar hep beni mi bulur' deriz. İşte çevreye yaydığımız bu olumsuz düşünceler, yani enerjiler bize tekrar olumsuzluk olarak dönmektedir.


Düşünsel olarak sürekli çevreye olumlu ya da olumsuz enerjiler göndermekteyiz. Bu enerjileri kontrol etmek ve benzer enerjileri çekmek elimizdedir. Yani olumlu düşünürsek olumlu dönütler alabiliriz. Beynimizin elektro-manyetik bir alanı olduğunu biliyoruz. Kısaca beynimiz bir radyo istasyonu gibi inançları, korkuları veya duyguları kesintisiz olarak yayınlıyor. İşte tam burada, benzer enerjiler birbirini çekmeye başlıyor.

Zihnimizi amaçlarımıza yönlendirdiğimiz sürece, gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz. Hayatta sadece gerçekten inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu durum kendi hakkımızdaki düşüncelerimiz için de geçerlidir. Kendimizle ilgili düşüncelerimiz; duygu ve davranışlardan tutun tüm hayatı belirler. İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu ve olumlu bir ruh haline sokmalıyız.

Mutsuzluklarımızın ve başarısızlıklarımızın, yani tüm olumsuzlukların ana nedeni bilinçli ya da bilinçsiz olarak hayata gönderdiğimiz yanlış mesajlar ve enerjilerdir. Bu enerji alanlarını veya düşünceleri düzenlemenin temelinde bilinçaltı kayıtları (inanç kalıpları) yatmaktadır.


Son olarak, imkânsız olarak değerlendirdiğimiz durumlar, bizim imkânsız olduğunu düşündüğümüz ve inandığınız durumlardır. Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; inançlarımızı, düşüncelerimizi ve duygularımızı gözlemleyerek değiştirmeye çalışmalıyız. Yani doğru düşüncelere odaklanmayı, gözlem yapmayı ve farkındalığı önemsemelisiniz. Doğru düşüncelere odaklanarak onlara uygun yaşarsanız istediklerinizi de elde edebilirsiniz. En azından daha kolay elde edebilirsiniz.

Eğitimci – Yazar Uğur Kalkan

Özgüven ve kendini değerli hissettirmek!

İlgili resim

Daha ilk yaşlardan, çocukların kendilerine yönelik iyi duygular geliştirmeleri, hayatlarındaki önemli insanlar (anne-baba, öğretmen ve diğer büyükleri, ilerleyen yaşlarda arkadaşları) tarafından nasıl değerlendirildiklerine bağlıdır. Makalemizde özgüven geliştirme, çocuğumuza nasıl özgüven kazandırırız ve bunu nasıl onlara iletebiliriz sorularının cevaplarını bulabileceksiniz.

Özgüven ne demektir?

Özgüven bir çocuğun kendisine yönelik iyi duygular geliştirmesi sonucu kendisini iyi hissetmesi demektir. Başka bir değişle kendisi olmaktan memnun olması ve bunun sonucu kendisi ve çevresiyle barışık olması demektir.

Çocuk nasıl bir ortamda kendisini değerli hisseder ve özgüveni olur?

Çocuğun kendisini değerli hissetmesinde rol oynayan etkenler

Büyükleri tarafından sevgi gören, gereksinim duyduğunda beklediği yakınlık ve ilgiyi bulan, fikirlerine değer verilen ve önemsenen, güven duyulan ve sorumluluklar verilen, iyi yaptığı şeyler için övülen, gurur duyulan, yaptıklarında hataya yer verilen ve olduğu gibi kabul edilen çocuğun kendisine özgüveni olur.

Buna karşılık sevildiğini, önemsendiğini hissetmeyen, beklediği yakınlık ve ilgiyi göremeyen, sürekli eleştirilen ve olduğu gibi kabul edilmeyen çocuk kendisini değerli hissetmez ve özgüveni olmaz. Kendisini değerli görmeyen (özgüveni olmayan) çocuk yaşadığı aile, çevre, okul ve toplum içinde problemlere sebep olur.

Çocukların özgüvenlerini sağlamak için :

1 . Var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu onlara hissettirin.
Onlara olan sevginizin başarı ya da başarısızlıklarına bağlı olmadığını, var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu ve ne olursa olsun onları daima seveceğinizi söyleyin.
2 . Kendilerine olan özgüvenlerinde sarsıntı gördüğünüz an harekete geçin.
Unutmayın kendine özgüven duymak kendini begenmişlik ya da kibirlilik demek değildir. Özgüven sadece olduğu gibi kabul edilmiş olmanın verdiği kendini rahat, iyi ve güvenlik içinde hissetmekdir. Başarısı ile şımaran, kibirli davranışlar gösteren çocuğun kendisine olan özgüveni yok ya da düşük demektir.
3 . Çocuğunuzun gerçek özgüveni sağlamasında yardımcı olun.
Çocuğunuzun zayıf yanlarını görmezlikten gelmeyin, dürüst olun, ama onları eleştirmeyin. Çocuklar kendilerindeki eksiklikleri ve kusurları kabullenmelidir. Bunun yanı sıra iyi ve kuvvetli oldukları yanları ile gurur duyabilmelidirler.
4 . Çocuğunuza kendisine has yeteneklerini ortaya çıkartmasında yardımcı olun Çocuklar birbirlerinden farklıdır.
Her çocuğun farklı özellikleri ve yetenekleri vardır. Hepsinin başarılı olduğu alanlar değişiktir. Çocuklarınıza kendi ilgi alanları ve yetenekleri doğrultusunda faaliyetlere katılma imkanı sağlayarak onların araştırmaları ve yeni şeyler keşfetmeleri için destekleyin. Böylece kendilerinde var olan yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayarak kendilerine göven duymalarını sağlamış olursunuz.
TAMİRE MERAKLI ÇOCUKLAR ile ilgili görsel sonucu
5 . Yaptıkları ve ilgilendikleri şeylerin sizin için ne kadar önemli ve değerli olduğunu gösterin.
Katıldıkları faaliyetleri ve ilgilendikleri şeyleri sorun, okulda katıldıkları faaliyetlerin gösterilerine gidin. İlgilendiği şeylerle ilgili okuduğunuz bir yazı ya da resmi onunla paylaşın.
6 . Evinizde herkesin birbirine güveneceği bir ortam oluşturun.
Duygularını, düşüncelerini, sevgisini, başarı ya da başarısızlıklarını, hayal kırıklıklarını aile fertleriyle rahatca paylaşabilen çocuklar özgüvenli olurlar. “Söylediğin kadar da kötü değilmiş” ya da “Geçer canım merak etme” şeklinde cevap verme yerine, onların duygu ve düşüncelerini ciddiye alın.
7 . Çocuğunuza kendi davranışlarınızla örnek olduğunuzu unutmayın.
Çocuklarınıza, onlarda görmek istemediğiniz davranışlarda bulunmayın. Unutmayın çocuklar size sizin onlara davrandığınız gibi davranacaklardır. Sinirlenip onlara bağırdığınızda, kızınca bağırmanın normal olduğu mesajını verirsiniz.
8 . Beklentileriniz çocuğunuzun seviyesinde olsun, onu aşacak beklentilerden kaçının.
Her çocuğun farklı yapabilme kapasitesi ve seviyesi vardır. Çocuğunuzun birşeyi yapamayacağını bildiğiniz halde bunu ondan bekleyip sonunda hayal kırıklığı yaratmayın. Ulaşabilecekleri hedefler amaçlayıp başarılı olmalarını sağlayın.
9 . Çocuklarınıza sorumluluklar verin Kendisine güvenilip sorumluluk verilen çocuklar kendilerini yararlı ve önemli hissederler.
10. Sadece çok özel yetenek ya da başarılarına değil herşeyine değer verdiğinizi ve taktir ettiğinizi belirtin.
Küçük bile olsa yaptığı güzel birşey ya da davranışı için onu övün ve bunun ne kadar önemli olduğunu belirtin.
11 .Ne yaparlarsa yapsınlar onları bağışlayın ve sevgi ile emniyette olduklarını hissettirin.
Çocuklarınızı disiplin edin ama bunu hiç bir zaman sinirle ve katı kurallarla yapmayın. Onları disiplin etmeniz katı kurallarla katı cezalar verme şeklinde olmasın. Çocuklar adaletsiz davrandığınızda bunu çok iyi bilirler. Onların güvenini sarsmayın.
12 . Birlikte vakit geçirin. Ortak yapacağınız faaliyetler bulup birlikte zaman geçirin.
13 . Onların özgüvenlerini sağlayacak sözlerde bulunun.
“Yardımların çok işime yaradı, teşekkür ederim” ya da ” Bak bu aklıma gelmemişti bu konudaki fikrini çok beğendim” gibi sözlerle onların katkılarına değer verdiğinizi gösterin.
14 . Çocuğunuzla ilgili problemleri onu suçlamadan ya da onun karakterini eleştirmeden tartışın.
Çocuklar kendileri ile ilgili problemlerde kendilerine saldırılıp eleştirilmeden konuşulduğunda bu problemi çözmek için çaba sarf ederler. Onun karakterine değil yaptığı şeye hitap ederek konuşun.

ALINTI

İÇİNDE BULUNDUĞUN AN'I YAŞAMAK


























“Geçmişi düşünmeden, anı değerlendiren, geleceği de kazanır.” 
Kafamızın sağlam olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer, içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir.
Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki,  şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet,  bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. Yaşam biz başka planlar yapmakla meşgulken, çocuklarımız büyür,  sevdiğimiz insanlar bizden uzağa taşınırlar, kimi ölür, bedenimiz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.
Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadağımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… İleride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.
Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.

Dr. Richard Carlson

ÇENENİZİ KAPALI TUTUN !


Birçoğumuzun sıkça yaptığı bir eylemdir bir işten sonuç alana kadar onu başkalarından gizleme olayı. Bilimsel bir nedeni bile varmış hatta bu mevzunun. Sözlük yazarı ”larker” anlatmış.

2009 yılında dünyaca ünlü psychological science dergisinde bu tavsiyeyi destekleyecek nitelikte bir makale yayınlanmış:

Bir kere şunu söylemek istiyorum. fiziksel olarak evrende gerçek manada bir boşluk yoktur. uzayın en karanlık görünen ve içinde hiçbir şey barındırmadığı düşünülen yerlerinde dahi çok ufak da olsa parçacıklar bulunmaktadır. Aynı zamanda her madde (ne kadar yoğun ya da seyrek olursa olsun) içinde bulunduğu şeyi dolduracak şekilde hareket etme eğilimindedir. söz gelimi -yaygın bir şekilde bilindiği üzere- herhangi büyüklükteki bir kap içerisinde bulunan gaz molekülleri kabı tamamen dolduracak şekilde yayılırlar.



Buradan insan zihnine bir analoji kurulabilir kanısındayım. Ne kadar çok ya da az şeyle ilgilenirsek ilgilenelim (beynimiz ne kadar dolu ya da boş olursa olsun), ilgilendiğimiz şeyler zihnimizin hepsini kapsayacak şekilde yayılmaya başlar. Buradan hareketle hayatta tek bir şeye odaklanmanın çoğu zaman doğru bir karar olmadığı söylenebilir. Tek bir şeyle uğraşırsanız bu şey sizin hayatınızın %100’ünü kapsar, başarısızlık anında amaçlarınızın %100’ünden geri kalırsınız. Bu nedenle de “riski dağıtmak” genellikle daha makul bir seçenektir. Bir yerine on farklı şey ile uğraştığınız takdirde (eşit ağırlıklarda olduğunu düşünelim), bu durum olası bir başarısızlıkta geriye hala en azından %90’ın kaldığı anlamına gelecektir.

– Tek bir şeye odaklanmak, beyninizin yalnız o tek şeye odaklanacak ve diğer şeyler için ayrıl(ması gerekli ol)an boşlukları dolduracak şekilde çalışmasına, bu nedenle de hayatınızdaki diğer şeyleri göz ardı etmenize neden olabilir:

– Aynı zamanda geri dönüşü olmayan bir noktaya geldiğiniz hissine kapılabilirsiniz. Bu da aslında artık o işle ilgilenmeyi bırakmanız gerektiği halde, bu durumdan kurtulamamanıza ve zorunlu olarak devam etmenize neden olabilir:

Öte yandan asıl mevzu ya gelirsek, herhangi bir hedefinizi sürekli dile getirmek, beklendiğinin aksine çok başarılı sonuçlar vermeyebilir.

– Hem kendinizde hem de başkalarında gereğinden fazla beklenti yaratabilirsiniz. Bu da üzerinizde gereksiz bir baskıya sebep olacaktır. Üstüne bir de başarısız olursanız şayet, kendinizi ve sevenlerinizi üzecek, sizi sevmeyen insanları ise sevindireceksiniz.

– Başarılı olmanızı istemeyen insanlar önünüze set çekmek isteyebilirler.

– Beyniniz, sanki o iş gerçekleşmiş gibi tatmin olarak (false alarm) dopamin salgılayabilir. bu da ilgilenmeniz gereken işe yeterince odaklanamamanıza neden olabilir. Burada verdiğim linkten kısa bir alıntı yapacağım:

“Bir hedeften bahsetmek ve övgü beklemek geri tepebilir. Hedefleri olan bir insan olmak ve övgü almak sizi iyi hissettirecektir. Psikologlar bu duruma social reality (sosyal gerçeklik) adını vermiştir. Öte yandan, bu durumda beyniniz sanki hedeflerinize ulaşmışsınız gibi yatışır, gereksiz bir rahatlama hissedersiniz ve rehavete kapılırsınız. Sonuç olarak da başarmanız için atılması gerekli adımları sağlayacak kimyasal motivasyondan mahrum kalırsınız.”

Artık makaleye geri dönmek istiyorum. muhtelif sayıdaki denekler ve dört farklı çalışma sonrasında aşağıdaki verilere ulaşılmış.

“Gerçekleştirilmesi arzu edilen bir hedeften başkaları haberdar olduğunda, kişinin söz konusu hedefle ilgili performansı sekteye uğrar.”

(Çenenizi kapalı tutun.)

“Hem hemen gerçekleşecek hem de bir hafta sonra hayata geçirilecek performanslarda da benzer etki görülür.”

(Hedefin beklenen gerçekleşme tarihinin pek bir önemi bulunmamakta.)

“Diğerlerinin söz konusu hedefi bilmesi, hedefe ulaşmışçasına gereksiz ve zamansız bir şekilde tatmin duygusu yaratabilir.”

(Övülmek ve takdir toplamak için işin bitmesini bekleyin.)


Kolaylıkla anlaşılabileceği gibi bir işten sonuç alana değin o işi gizlemek gayet makul bir tercihtir. Çenenizi kapayın, işinize odaklanın ve övgüyü başarı sonrasına saklayın.


ALINTI


SEVGİYİ GÖSTERMEK


Sevgiyi Göstermek de Önemlidir, Sadece Hissetmek Değil

Kendimiz için istediğimiz sevgiyi başkalarına da göstermemiz önemlidir. Eğer birisine değer veriyorsanız bunu göstermek ve onu mutlu etmek için elinizden gelen her şeyi yapmalısınız.

Eminiz ki hayatınızın bu noktasında, birisini sevdiğinizi hissetmek ile o kişiye sevginizi göstermenin aynı şey olmadığını çok iyi biliyorsunuz.

Bazı insanlar sevgilerini nasıl göstereceklerini bilmezler; sevgiyi ve tutkuyu hissetseler bile bunu göstermek konusunda beceriksizdirler. Ya da daha da kötüsü, yanlış bir şekilde sevgilerini gösterirler.

Kendi hisleriniz her zaman günlük hayatınızda karşılığını bulmaz, duygular orada olsa bile, büyük bir boşluk ve rahatsızlık yaratır.

İster inanın ister inanmayın, bir çok çift sevgi eksikliğinden değil, bir tarafın sabrının tükenmesinden aralarına mesafe koyarlar. Bu size hiç oldu mu? Bugün bu yazımızda, buna bir göz atacağız.
Sizi seven insanlar, göstermeliler

Size şatolar vermek, kahramanlık göstermek veya günün her saniyesinde sizi sevdiklerini söylemek zorunda değiller. Bu konudaki ilginç nokta şudur: insanlar duygularını açıklamadan sevebilirler. Tam tersi de olabilir, sizi ne kadar çok sevdiklerini söylemelerine rağmen gerçekten sevmiyor da olabilirler.
Bunun anahtarı samimiyettir ve en önemlisi de insanları bir bütün ve özgün olarak algılamaktır.
Sevgiyi almak ve açıklamak duygusal sağlığımızın bir parçasıdır; aynı zamanda da fiziksel sağlığa kendine has bir etkisi de vardır.
Kimseyi sizi “ne kadar çok” sevdiğini göstermek için zorlayamazsınız. İnsanlar bazen spontane olmaya ve küçük şeylerin “birden ortaya çıkmasına” ihtiyaç duyarlar. Planlanmamış şeylerin altında yatan sihir bunların basitçe olmasıdır. Özgün hissetmenin karşılığı hoşunuza gitmenin yanı sıra size huzur da verir.

Sevgi, şefkat ve birini önemsemek çeşitli şekillerde gösterilebilir. Bütün bu yolların size anlamlı gelmesi ve yararlı olması lazımdır. Bazı insanlar kendilerinin sevgi yolunun tek yol olduğunu düşünmek gibi bir yanlışa düşerler, diğer insanın ihtiyaçlarını anlamazlar.



Bazı insanlar sarılmanın, önem vermenin veya güzel sözler söylemenin doğru olduğunu düşünmezler. Sevgilerini uyurken yanınıza gelerek, hediyeler vererek veya sadece yanınızda durarak gösterirler.

Fakat “birinin yanında olmak” yetmez. Bazen en kötü yalnızlık biri sizin yanınızdayken, sizi sevmesine rağmen bunu göstermekten aciz olan kişilerle iken hissedilen yalnızlıktır.

Hepimizin sevgiye, anlaşılmaya, yakınlığa ve tutkuya ihtiyacı vardır, bunlar sağlıklı, stabil ve mutlu bir ilişkinin temelleridir. Eğer anlayış göstermek, şefkat göstermek o ilişkide yok ise, ilişki soğumaya başlar.
Duyguların ifadesinin önemi

Bir şey isteyen insanlar genellikle istedikleri şeye ulaşmak için bir seri stratejiye başvururlar. Peki ya bu hayallere ulaşıldığı an ne olur? Esas soru ise budur.

Değerli bir ana ulaştığınızda, buna özen gösterilmesi gerekir.

Herkes bu şeylere nasıl önem vereceğini, nasıl onlara eğileceğini, bağlar kurmayı, kişisel gelişim için bir alan yaratmayı ya da ilişki içinde gelişmeyi bilmez.

Şu çok açıktır ki, insan ilişkileri hakkında herkes her şeyi bilmez, fakat mesele sevgi olunca, ihtiyaçları karşı tarafın ihtiyaçlarını giderebilmek adına bilmeniz gerekmektedir.
Eğer karşınızdaki insanların size değer vermesini istiyorsanız, diğerlerine değer vermeye başlayın.
Eğer sevdiğiniz kişiler tarafından farkedilmek istiyorsanız, öncelikle kendinizi farketmelisiniz.
Eğer sevilmek istiyorsanız, içinizdeki gerçek sevgiyi çevrenizdekilere göstermelisiniz.

Çoğu insanın gerçekten kim olduğunu bilmediğini farkettiğimizde bu mevzu daha da karmaşık bir hale gelir.

Olgun olmayan, uygun duygusal olgunluk geçirmemiş insanlar veya değerleri ya da ihtiyaçlarını açıkça belirtmemiş insanlar, kendi fark etmedikleri hatalarını başkalarından çıkartmaya yatkındırlar.

Bu nokta da problemlerin başladığı yerdir. O zaman, seven insanların bu sevgiyi nasıl göstermesi gerektiğine, çiftlerin stabil ve mutlu bir bağlılığa sahip olmak için hak ettikleri şeylere bir göz atalım.

Takdir

Partneriniz arkadaşınız, sevgiliniz ve suç ortağınız olmalıdır ve aynı zamanda sizi takdir etmeli ve size saygı duymalıdır. Ve tabii ki bunu da size göstermelidir.

Partnerimize hayran oluruz çünkü bu insan hayatımızı güzelleştirebilendir, bu da onları seçmemizin bir sebebidir.
Küçük detaylarda gösterilen samimi yakınlık

Sizi seven insanlar her gün bunu basit şekillerde göstermelilerdir. Spesifik şeylere ihtiyaçları yoktur, bunu özgürce yapabilirler. Ve siz de aynı zamanda hayatta küçük şeylerden zevk almaya bakmalısınız, bu da çok önemlidir.

Sadece varlığınızla değil, aynı zamanda önem vermenizle, doğru kelimelerle, kabullenmenin ve sahiplenmenin samimi bir görüntüsüyle orada olmalısınız. Bu hiç de zor değildir. Şefkat göstererek hiçbir şey kaybetmezsiniz.

Tam tersi de olabilir. Gösterdiğiniz sevgi sizi daha da büyütür, daha dolu hissettirir, çevrenizle ve kendinizle daha bağlantılı olursunuz.

Denemek ve uygulamak buna değecektir.

ALINTI

Bağışlamak, Özgürlüğün Anahtarıdır


affetmek ile ilgili görsel sonucu

Bana gelen insanlara sık sık sorarım: “Haklı mı olmak istersin, mutlu mu?” Hepimizin kendi algılarımıza göre kimin haklı ve kimin haksız olduğu konusunda görüşlerimiz vardır. Bize yaptıkları şeyler yüzünden başkalarını cezalandırmak isteriz ama aslında hikayeyi zihnimizde tekrar tekrar döndüren kişi bizden başkası değildir. Ne var ki geçmişte biri bizi üzdüğü için kendimizi tekrar tekrar cezalandırmanın bir anlamı yoktur.

Geçmişi geride bırakmak için, bağışlayıcı olmak isteriz; hatta nasıl yapacağımızı bilmesek bile. Bağışlamak, kırgınlık duygularımızdan ve öfkemizden kurtulmak – olayların özgürce akmasına izin vermek anlamına gelir. Bir bağışlamama durumu, içimizdeki birşeyi gerçekten yok eder.

Hangi ruhsallık yolunu izlerseniz izleyin, bağışlayıcılığın daima önemli bir konu olduğunu ama özellikle hastalık durumlarında fark yarattığını görürsünüz. Hasta olduğumuzda gerçekten etrafımıza bakınmamız ve kimi bağışlamamız gerektiğini anlamamız gerekir. Genellikle, asla bağışlayamayacağımızı düşündüğümüz kişi, bağışlamamız gereken kişinin ta kendisidir. Birini bağışlamamak, o kişiye en küçük bir zarar vermez ama kendi hayatımızı cehenneme çevirebilir. Meseleler onların değil, bizimdir.

Herkesi bağışlamaya kesinlikle istekli olduğunuzu ifade edin: “Geçmişi arkamda bırakmaya istekliyim. Bana zarar vermiş olan herkesi bağışlamak istiyorum ve başkalarına vermiş olabileceğim tüm zararlar için kendimi bağışlıyorum.” Hayatınızın bir noktasında size herhangi bir şekilde zarar vermiş olabilecek birini düşünüyorsanız, o kişiyi sevgiyle kutsayın ve onu serbest bırakarak düşüncenizden kurtulun.

Bana zarar veren insanları bağışlamış olmasaydım, bugün bulunduğum yerde olamazdım. Geçmişte bana yaptıkları şeyler için bugün kendimi cezalandırmak istemiyorum. Bunun kolay olmayacağını söylemiyorum. Sadece, şimdi geçmişe bakıp şöyle diyebiliyorum: “Ah, evet, bu şey olmuştu. “ Ama artık orada yaşamıyorum. Bu, söz konusu davranışa göz yummak demek değildir.

Başka biri size zarar vermiş olabilir, haklı bir şekilde size ait olanı kimsenin alamayacağını bilin. Eğer, gerçekten size aitse, doğru zamanda size geri dönecektir. Eğer, birşey size geri dönmüyorsa, dönmemesi gerekiyor demektir. Bunu kabullenmeli ve hayatınıza devam etmelisiniz.

Özgür olmak için, kırgınlıklarınızdan, öfkenizden ve kendine acıma çukurundan kurtulmalısınız. Bu ifadeyi severim, çünkü çok doğru bir tanımlamadır. Kendine acıma çukurunuzda kaldığınız sürece, hiçbir gücü olmayan, çaresiz kişi olursunuz. Gücünüzü elde etmek için, çukurdan çıkıp ayaklarınızın üzerinde durmalı ve sorumluluk almalısınız.

Bir an için gözlerinizi kapayın ve önünüzde güzel bir su akıntısı hayal edin. Eski acı verici deneyimi, kırgınlığı, öfkeyi, acıyı, affedememeyi akıntıya bırakın. Tamamen çözülüp gözden kaybolana kadar suyla birlikte sürüklendiğini hayal edin. Bunu elinizden geldiğince sık yapın.

Şimdi iyileşme ve şefkat zamanıdır. Kendi içinize dönün ve iyileşmeyi bilen kısmınızla bağlantı kurun. Bunu kesinlikle yapabilirsiniz. Farkında olmadığınız becerilerinizi keşfetmek için yeni seviyelere yükselmeye istekli olun; sadece rahatsızlığı iyileştirmek için değil, aynı zamanda kendinizi tüm olası seviyelerde iyileştirmek, kendinizi kelimenin en derin anlamıyla bir bütün haline getirmek için. benliğinizin her parçasını ve yaşadığınız tüm acı verici deneyimleri kabullenmek, bütün bunların yaşamınızı oluşturan halının parçaları olduğunu bilmek için.

Emmanuel’s Book (Emmanuel’in Kitabı) çok sevdiğim bir eserdir. İçinde, iyi bir mesaj veren çok güzel bir kısım vardır:

Emmanuel’e şunu sorarlar:

“Acı verici şartları kırgınlık duymadan nasıl deneyimleyebiliriz?”

Emmanuel şöyle cevap verir:

“Onları ıstırap değil, dersler olarak görerek. Hayata güvenin, dostlarım. Hayat sizi yoldan ne kadar uzaklaştırıyormuş gibi görünse de, bu yolculuk gereklidir. Gerçeğin nerede yattığını ve bozukluğunuzun o bölgenin neresinde olduğunu anlamak için geniş bir deneyim bölgesine geldiniz. Ancak böylelikle yuvanıza, ruhsal benliğinize yenilenmiş ve daha bilgeleşmiş bir şekilde dönebileceksiniz.”

Gerçekte yapmamız gereken tek şey, düşünce tarzımızı değiştirmek, kırgınlıklarımızdan kurtulmaya ve bağışlamaya istekli olmaktır.


Kaynak Kitap: “Pozitif Gücün Büyüsü” – Yazar: (Çocukluğunda büyüdüğü evde başlayan, ki genç kızlığında evden kaçtığı zaman bile devam eden) yaşadığı, affetmesi en zor ağır cinsel istismarları bile affetmeyi başarmış büyük Spiritüel Öğretmenlerden/yazarlardan ve dünyaca başarıya ulaşmış Hay House Yayıncılığın Sahibi) : Louise L. Hay

"Zenginlik çok şeye sahip olmak değil , az şeye ihtiyaç duymaktır."

AZ EŞYA GARDIROP ile ilgili görsel sonucu

Charlotte kuralı

Charlotte, Paris’te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki, saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür. Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi de çok varlıklıdır hatta. Ben Charlotte’u geçen hafta Paris’te tanıdım. Bu bilgileri almanız, kuralı sorgulamamanız açısından önemli.
Paris’te, bir arkadaşım beni Charlotte’un evine davet etti. Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri, sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, “Oh…. Üç aşağı beş yukarı aynı şeyler işte!” Ben de, böyle gözlerle incelemeye başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını. Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.
Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde.. Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten lipstick o da… Hayatta bazen, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok oldu?
Anlayamadım. Çözemedim. Sadelik.. Beni şaşırtan şey, modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü… Kendi hayatım, arı kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var mı?… Koca koca alışveriş
merkezleri, bizi kandırmak için birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım, kaçtım, saklandım.
Sahip olduklarımın, yarısından fazlasına ihtiyacım yoktu. Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu. Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok. Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar lüzumsuzca dizilmiş t-shirt’lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken… Biz orada olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin olmamış olacak.
Anladınız değil mi Charlotte kuralını?
Sözü geçenlerde yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve çok sevdiğim bir sözle bitireyim.
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil , az şeye ihtiyaç duymaktır.


Nil Karaibrahimgil

( SEVGİNİN GÜCÜ ) BABANIN KIZINA MEKTUBU





ALBERT EINSTEIN, KIZINDAN BU MEKTUBU TOPLUM SÖZLERİNİ KABUL ETMEYE HAZIR OLUNCAYA KADAR SAKLAMASINI İSTEDİ.

1980’lerin sonunda ünlü dahinin kızı Lieserl Albert Einstein tarafından yazılan 1400 mektubu Hebrew Üniversitesine bağışladı, içeriklerini onun ölümünden yirmi yıl sonrasına kadar yayınlamamalarını istedi. Bu mektup onlardan biri, Lieserl Einstein’a yazılmış.

“Görelilik teorisini önerdiğim zaman, beni çok az insan anladı ve insanlığa aktarılmak için şimdi bildireceğim şey de dünyada yanlış anlama ve önyargı ile karşılaşacak.

Gerekli olduğu sürece mektupları korumanı istiyorum, yıllar, on yıllar boyu, toplum aşağıda açıklayacağım şeyi kabul etmek için yeterince ilerleyinceye kadar.

Son derece güçlü bir kuvvet var ki, şimdiye kadar bilim bunun için resmi bir açıklama bulmadı. Bu, tüm diğerlerini dahil eden ve yöneten bir kuvvettir ve hatta evrende işleyen tüm fenomenlerin arkasındadır ve bizim tarafımızdan henüz tanımlanmamıştır. Bu evrensel kuvvet SEVGİdir.

Bilim insanları evrenin birleşik teorisini aradıkları zaman, en güçlü görünmeyen kuvveti unuttular. Sevgi, onu alanı ve vereni aydınlatan Işıktır. Sevgi yerçekimidir, çünkü bazı insanların diğerlerine çekildiklerini hissetmelerini sağlar. Sevgi güçtür, çünkü sahip olduğumuz en iyi şeyi çoğaltır ve insanlığın kendi kör bencilliğinde yok olmamasını sağlar. Sevgi gözler önüne serilir ve her şeyi ortaya çıkarır. Sevgi için yaşarız ve ölürüz. Sevgi Tanrıdır ve Tanrı Sevgidir.

Bu kuvvet her şeyi açıklar ve hayata anlam verir. Bu belki sevgiden korktuğumuz için, çok uzun zamandır görmezden geldiğimiz değişkendir, çünkü insanın isteğiyle harekete geçirmeyi öğrenmediği evrendeki tek enerji sevgidir.

Sevgiye görünürlük sağlamak için, en ünlü denklemimde basit bir düzeltme yaptım. Eğer E =mc² yerine, dünyayı iyileştiren enerjinin ışık hızının karesi ile çarpılan sevgi vasıtasıyla elde edilebildiğini kabul edersek, sevginin var olan en güçlü kuvvet olduğu sonucuna ulaşırız, çünkü sevginin sınırları yoktur.

İnsanlığın bize karşı dönen, evrenin diğer güçlerini kullanmaktaki ve kontrol etmekteki başarısızlığından sonra, kendimizi başka türde enerjiyle beslememiz acil bir durumdur.

Türlerimizin hayatta kalmasını istiyorsak, hayatta anlam bulacaksak, dünyayı ve dünyada yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi sadece tek yanıttır.

Belki, gezegeni harap eden nefreti, bencilliği ve açgözlülüğü tamamıyla yok edecek kadar güçlü bir alet, sevgi bombası yapmaya hazır değiliz.

Ama, her birey kendi içinde enerjisi salıverilmeyi bekleyen küçük, ama güçlü bir sevgi üreteci taşır.

Sevgili Lieserl, bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman, sevginin her şeyi fethettiğini, her şeyi aşabildiğini onaylamak zorunda olacağız, çünkü sevgi yaşamın özüdür.

Senin için tüm yaşamım boyunca kalbimde sessizce çarpan şeyi ifade edemediğim için derinden pişmanlık duyuyorum. Belki özür dilemek için çok geç, ama zaman göreli olduğundan, seni sevdiğimi söylemeliyim, nıhai yanıta ulaştığım için sana teşekkür ederim.”

Baban,


Albert Einstein

BUGÜN MELEK OLUN


MELEK ile ilgili görsel sonucu
Bugün Melek olun.


Bugün, başka birinin yaşamındaki

Melek olun. Basit bir şey de olabilir, belki küçücük bir jest, belki bir arkadaşa, belki hiç tanımadığınız birine..

Bugün, yaşamınızda ilerledikçe

Bakının çevrenize, bakın küçük bir şey var mı diğerleri için yapabileceğiniz, küçük bir armağan, onlara verebileceğiniz… İyi bir şey söylemek için fırsat kollayın, dikkatlice dinlemek için, sevecen bir tavır için… Birinin yaşamını güzelleştirmek için yollar arayın. Ağır yükleri hafifletmek için yollar…

Gününüzü, aralıksız olarak dünyayı daha iyi bir yer yapmak için harcayın, bakın kendi yükleriniz nasıl ölçüsüz hafifleyecek. Şükran dolu gülümseme, müteşekkir bir yabancıdan gelen bir sürpriz, bunlar sizi yükseltecek ve kaygılarınızdan uzaklaştıracak.

Gücünüzü diğerlerinin yaşamına neşe ve sevinç getirmek üzere kullanın. Basit bir sevgi ve şefkat gösterisi adına…

Melek olun.

Barış içinde yaşayalım, ağlamadan. Neşemiz, durmadan dokunduğumuz yaşamları çevrelesin. Ve melek kanatları şefkatle çarparken, sevgimiz dünyayı sarsın.



DİKKAAAAT ! 15 ŞUBAT GÜNEŞ TUTULMASI VE BURÇLARA ETKİSİ





Burçlar Açısından 15 Şubat 2018 Tutulması

(Vedik Astrolojiye göre Yükselen veya Ay burcunuza göre okumanızı Öneririm)

15 Şubat Güneş Tutulması bireysel hayatlarımızda sabit burçlar açısından başta Kova olmak üzere yeni bir döngünün başlayacağına işaret etmekte. Sabit burçlar; Kova, Boğa, Aslan ve Akrep burçlarıdır.

Sabit Burçlar Ve Tutulma Etkileri:

Akrep Burçları ani gelişmeler ve tamamlamalar içinde olacağı bir süreci deneyimleyecek. Ev ve aile konuları gayri menkul alanları, ilişkiler ve kariyer alanlarında yeni bir dönemin eşiğindeler. Mars Vedik Astrolojiye göre halen burcunuzda ilerliyor ve sizi hızlı gelişmeler içinden geçirmekte. Hareketli döneminiz Mart ortasına kadar devam edecek.

Boğa Burçları başta kariyer olmak üzere, evlilik başlangıçları ve sonlandırmaları gibi uç noktalarda ilişki deneyimlerine açıklar. İlişkilerle ilgili önemli bir karar aşamasında iseler sonuç almak, ilerlemek söz konusu. Kariyer ve işle ilgili tutulma günlerine dikkat etmeleri ve fevri kararlar almadan esnek olmaları önemli olacak. Uzun bir süredir beklettikleri aslında ilerlemeleri gereken bir konu veya durumda haklarını almaları, hak ettiklerine ulaşmaları da yine söz konusu.

Aslan Burçları, ilişkiler ortaklı alanları, iş ortaklıkları, iş görüşmeleri, sözleşme ve anlaşmalar, teklifler adına hızlı bir dönem yaşayacaklar. Ani ve beklenmedik teklifler almaları, iş veya projelerde birden gelişen olaylar veya durumlar içinde kendilerini bulmaları söz konusu. Benzer şekilde ilişkiler ve evlilikle ilgili kararlar, faaliyetler veya başlangıçlar, sonlanmalar gibi durumları bu süreçte sıklıkla deneyimleyeceksiniz.

Kova Burçları, bu tutulmanın assolisti sizsiniz. Tutulma hayatınızda majör değişimleri ani şekilde getirebilir. Hayatınızın bir değil, bir çok alanında güçlü değişimler sizi bekliyor. Uzun bir süredir devam eden döngünün sonuna geldiniz ve bu yeni dönem bırakmanız gerekenleri bırakıp, kendi gücünüzü yeniden fark etmenizi sağlayacak. Ev değişimleri, iş alanlarında ani gelişmeler, ilişkilerde bir süredir fark ettiğiniz konuları hayata geçirme isteğinizin artması söz konusu. Siz tutulma etkilerini 10 Şubattan itibaren 10 Martta kadar daha vurgulu hissedeceksiniz.

Öncü Burçların Tutulma Etkileri ise şöyle ;

Öncü Burçlar Koç, Yengeç, Terazi ve Oğlak’tır. Bu burçlar tutulmanın daha çok yaz döngüsündeki tekrarından etkilenecekler.

Koç Burcu, hedeflerinizi yeniden gözden geçirme süreci geçireceksiniz. Hedeflediğiniz yapmak istedikleriniz adına aniden harekete geçme, karar verme ve başlatma etkileriniz var. Hızlı gelişmeler yaşayacaksınız. Arkadaşlarınız, sosyal çevreniz adına etkin bir tutulma olacak. Yeni bir çevre, yeni sosyal alanlar, yer veya iş değiştirme, sosyal çevreyi yeniden revize etme, hayatınızda size yük olanları çıkarma söz konusu. Aile büyükleri adına da hassas bir süreç olabilir.

Yengeç Burcu, değişim etkileriniz başlıyor. Değişim ve dönüşüm alanınızda gerçekleşecek olan tutulma sizi yeni dinamiklere, ortamlara geçişe zorlayabilir. Alışkanlıklarınızdan, düzenli yaptıklarınızda vazgeçme veya bırakma etkileriniz hayli yoğun. Başkalarından beklediğiniz kazançlar aile veya eş kaynaklı parasal beklentileriniz adına hızlı gelişmeler olabilir. Bir süredir beklettiğiniz bir operasyon veya ameliyatla ilgili de hızlı gelişmeler yaşanabilir
.

Terazi Burcu, İlişkiler, aşk hayatınız, duygusal konularda yepyeni bir süreç başlıyor. Uzun yıllardır devam eden bu alandaki tıkanıklıklar, ilerleyememe durumları sizi düğümlerin çözüldüğü yeni bir döngü ile bir araya getirecek. Duygusal borçların ödendiği ve ilişkilerde yeni bir perdenin aralandığı bir dönem adım atıyorsunuz. Evli iseniz çocuk veya çocuklarla ilgili hızlı gelişmeler, kararlar söz konusu.

Oğlak Burcu, maddi konular, finansal alanlar, değerleriniz, değer verdikleriniz adına önemli gelişmeleri size sunacak bir dönem söz konusu. Maddi konularda yeni bir döneme girdiğiniz, kazançlarınız değişirken, uzun yıllardır bekleyen duran işlerinizde açılma ve yenilenme dönemi. Ruhsal olarak değerleriniz ve değer verdiklerinizin değiştiği, kendinizi farklı duygusal tepkiler içinde bulacağınız bir süreç olacak.

Değişken burçlar ise Balık, İkizler, Başak ve Yay burçlarıdır…

Balık Burçları, iç dengeleri, sezgisel alanları, hayatlarından çıkarmaları, bırakmaları gerekenleri anlayıp fark edecekleri bir süreç yaşayacaklar. Tutulma özellikle yaz dönemine kadar olan süreçte Balık burçlarını duygusal alanlarda hassasiyetler verebilir. Özellikle yükselen veya ay burçları Balık olanlar bırakmak, vazgeçmekle ilgili öğrenmeleri gerekenleri önlerindeki altı aylık dönemde daha iyi fark edin öğrenecekler. Diğer yandan düşmanlar, gizli konular önünüze gelecek yakın zamanda. Fark etmediklerinize uyanma döneminden geçiyorsunuz.

İkizler Burçları, hayat felsefeniz, yaşama bakış açınızda uzun bir süre önce başlayan döngü bu sene taşların yerine oturmasıyla fark edişlerinizi arttırıyor. Kadersel düzlemde önemli bir tamamlama yılı vaat etmekte size bu tutulma. 2018 uzun soluklu bir döngüyü kapatıp, yeni bir döneme geçmektesiniz. Eğitim, yurtdışı veya çocuklarla ilgili konularda hayatınızda tamamlanma ve fark etme süreci size kendini hissettirecek. Aile ve ev alanlarınızla ilgili de radikal kararlar gelebilir veya bir süredir düşündüğünüz bir değişimi başlatabilirsiniz.

Başak Burçları, çalışma ve mesleki konular, kariyerle ilgili alanlarda tutulma sizi hareketli zamanlardan geçirecek. Ailenizde dayılar veya teyzelerle ilgili önemli gelişmeler olabilir. Sağlığınıza dikkat etmeniz gereken bir süreçten geçiyorsunuz. Yaz aylarına kadar olan dönemde sağlığınıza önem vermelisiniz. Ani değişimlerden geçebilir, özellikle iş ve meslek alanlarınızda farklı bir konuya, işe başlayabilirsiniz. İş, kariyer ve aile büyükleriyle ilgili konulara odaklanacağınız bir dönemi tutulma etkileri başlatacak.

Yay Burçları, girişimleriniz, atacağınız adımlar adına hızlı gelişmeler içine gireceksiniz. Radikal, sürpriz kararlar, adımlar, yeni başlangıçlar hayatınızda öne çıkacak. İlişkiler, ortaklı konular, partneriniz veya eşinizle ilgili gelişmeler yine bu dönem sizi yoğun şekilde meşgul edebilir. Tutulma etkileri kariyer, iş ve yakın çevreniz, bilhassa kardeşlerinizle ilgili konularda gelişmelere sizin de ortak olacağınız, yakın çevrenizle ilişkilerde yoğunluğun artacağı bir sürece işaret etmekte.

ALINTI


DAVID ICKE - NASIL UYANIRIZ?

İlgili resim


Eğer medyadan duyduklarınıza tepki duymanıza rağmen kendiniz araştırmıyor ve kendinize bunu yapacak saygıyı duymuyorsanız, o zaman hep uykuda kalacaksınız demektir. Farkındalığın başka aşamalarına geçemeyecek, dünyayı aslında olduğu haliyle anlayamayacak, bir keman gibi çalınacaksanız. Neler olduğuna dair hiçbirşeyden haberiniz yoksa, o zaman yeni doğmuş bebek kadar acizsiniz demektir. Bu nedenle bu konuda en önemli nokta ‘bilgi edinmek’tir.

Bir bilgiden haberdar olduğunuz veya birisi bir bilgi verdiği zaman “Bu doğru değil, çünkü aslı budur” diyebildiğiniz, medyanın sakladığı gerçekleri görebildiğiniz zaman, üstü örtülen hikayelere karnınız tok demektir. Şimdi bu, Internet’te çok sık oluyor ve gün geçtikçe daha çok insan oyunun nasıl oynandığı konusundan haberdar oluyor.




Dolayısıyla ‘uyanış’ın çok cepheli seviyeleri var. Bu bir seviye... Daha sonra ise, benlik duygunuzu, görünüşteki kadın veya erkek, şu ya da bu din, şu ya da bu milliyet, ırk, hayat hikayesi her neyse o benlik duygusundan kurtarmanız lazım. Biz bunlar değiliz, bunlar sadece deneyimlemekte olduğumuz birşey. Bir de üstelik deneyimimize isim veriyoruz. Joe Blogs, Ethel v.s.


Fransız filozof Pierre
Teilhard de Chardin
(1881-1955) şöyle demiş:
“Bizler, ruhsal deneyimler
yaşayan insanlar değil,

insan deneyimi yaşayan
ruhsal varlıklarız”


Hepimiz biliyoruz ki, dünyada karaları bölen tek bir deniz var, ama biz ona hep farklı isimler veriyoruz. Hint Okyanusu, Güney Çin Denizi, orada Atlantik Okyanusu v.s. gibi. Oysa hepsi aynı su. İşte Joe Bloggs ve Ethel Smith da aynı deniz suyuna verilen farklı isimler gibi. Filistinliler, İsralliler, Ruslar, Güney Afrikalılar, Amerikalılar, Afrikalı Amerikalılar, bunların hepsi aynı ‘Bilinç’ denizinin farkındalıkları, aynı ‘bilinç’ten geliyor.





Eğer kendinizi; deneyiminiz, adınız, işiniz, ülkeniz, ırkınız, dininiz olarak görmez de, farklı bir deneyim yaşamakta olan farklı bir varlık olarak görürseniz, hayatınızda çok farklı şeyler olmaya başlar. Önce kendi gücünüz artar, artık “zavallı aciz ben” olmaktan çıkar, o deneyimi yaşamakta olan ‘güç’ olursunuz.


Ayrıca bu; Filistinliler İsraillilere karşı, Ruslar Ukraynalılara karşı, bu din, şu dine karşı, bu politik parti, şu politik partiye karşı gibi çatışma, böl ve yönet kavramlarından da kurtulmaya başlarsınız, çünkü bunların hepsinin birer illüzyon olduğunun farkındalığına ulaşırsınız. Bunların hepsi, ‘böl ve yönet’ denilen, insanları birbirinden koparan ve onların hep aynı ‘bütün’ün farkındalığı oldukları halde, kendi doğalarını kavramadıkları için kendileriyle savaş halinde olmalarına neden olan “sistem”in dayatmalarıdır. Bu seviyede o insanlara “5 duyu insanları” deriz.





Kısaca ‘uyanış’ın çok sayıda farklı şekli vardır, ama birisi çıkıp da ‘ben uyandım’ derse, bu sadece kendisini yanıltmak olur. Yunanlı filozof Sokrat’ın dediği gibi “Bilgelik, ne kadar az şey bildiğimizi bilmektir”. Eğer ‘bilinç’inizi, bildiklerinizi, bileceklerinizin çok küçük bir parçası olduğunu bilmeye açarsanız, o zaman hep öğrenir, hep farkındalığınızı geliştirirsiniz, çünkü o işlemin olmasına izin verirsiniz.


‘Bilmem gereken herşey bu din kitabının kapaklarının arasında” veya “bilmem gereken herşey bu bilim dergisinin kapaklarının arasında” derseniz, o zaman bir çekmecenin içindesiniz demektir. Hayatınızın sonuna kadar orada kalırsınız. Bu, herşeyi bildiğinizi düşünmek gibi bir küstahlığı bırakıp, yerine alçak gönüllülüğü koyduğunuz, sonra da bildiğimiz herşeyin, bilinecek olanın küçüçük bir kısmı olduğu düşüncesini benimsemeye başladığınız zamana kadar sürüp gider...

Algılamamız neyse biz o’yuz... Neyi algılıyor ve neye niyet ediyorsak, kişisel realitemizi o tayin ediyor. Tam anlamıyla kendi bilincimizin bir yansımasıyız. – Zen Gardner

alıntıdır

KENDİNE İYİLİK YAPSAN NE OLUR ?


İYİMSER ile ilgili görsel sonucu

Kötümser tarafınız sizi ele geçiriyorsa bu yedi ipucunu okuyun.

Kötümser olmak kolaydır ve zaman zaman çekici bile görünebilir. Fiziksel vücudumuz için zinde olmak ve hareketsiz kalmak nasıl iki karşıt durumsa, ruhumuz için de iyimser ve kötümser olmak benzer bir karşıtlığa denk gelir. Yani kötümserlik, ruhun, içinde bulunduğu strese veya umutsuzluğa karşı verdiği tembellik kararıdır.
Kimse kötümser olmak istemez ama çoğu zor durumda, mutlu ve umutlu bir karşılık verecek enerjiyi kendimizde bulamayabiliriz. İyimser olmak için akılda tutulabilecek 7 ipucu şunlardır:

1- Kötümserlik bulaşıcıdır.
Bu tavrı kapmak istemiyorsanız etrafınızı iyimser bakış açılarıyla çevrelemek ilk alabileceğiniz önlemdir. Negatif insanlardan uzaklaşın, özellikle de kötümserlik yokuşundan aşağı yuvarlanabileceğinizi düşündüğünüz zamanlarda. Pozitif insanlarla çevrelenince, başınıza gelen çoğu şeyin ve içinde bulunduğunuz, belki yorucu görünen çoğu durumun olumlu yanlarını görmeye ve iyimser tarafınızı beslemeye başlayacaksınız.
Çevreden bahsetmişken, size kendinizi kötü hissettiren kişilere karşı mesafe koymak da kötümserliğe iyi gelecektir. Sadece pesimistler değil, sizi dinlemeyen ve sürekli sizden onu dinlemesini isteyen; size sürekli eleştirel yaklaşan veya hep ulaşamayacağınız beklentilerle sizi yargılayan kişiler insanları kötü bir ruh haline sokabilir. Kendini kötü hissetmek, her şey hakkında kötü hissetmenin başlangıcıdır.

2- Aşırı düşünmekten vazgeçin.
Bir şeyi fazla kurcalamak, bırakın kötü şeyleri, iyi şeyler hakkında bile olumsuz hissetmeye yol açabilir. Böyle bir yaklaşımla mutlu olaylardan duyduğunuz haz kısa sürer ve mutlu olma eşiğiniz de gitgide yükselir. Bu mutsuz bir hayata yol açacaktır.
Problemler karşınıza çıktığında problemi değil çözümü düşün. Zihniniz bir seferde bir şeye odaklanacağından otomatik olarak problemi düşünmekten vazgeçmiş olacaksınız. Çözüme ayırdığınız zaman karşısında problem güçsüzleşecek ve bir stres unsuru olmaktan çıkacaktır.

3- Adım atın.
Bir şeyleri değiştireceğinizi söyleyip durmaktan vazgeçin ve o şeyi değiştirmek için harekete geçin. Tıpkı aşırı düşünmek gibi, bir şeyi çok planlamak da o fikrin eskimesine, tatmin vermemesine ve büyük resmi görmekten vazgeçip küçük ayrıntılarda boğulmanıza sebep olur. Ertelemek yerine fikrinizi veya kararınızı gerçekleştirmek için bir adım atın. Çabanıza karşı alacağınız en ufak bir meyve bile hevesinizi körükleyecek ve pozitif bir tutum sergilemeye devam ederseniz bu, yuvarlanan bir kartopu gibi büyüyecektir.
Değiştiremeyeceğiniz şeyler içinse tavrınızı değiştirmek önemlidir. Sonuç olarak bir şeyi değiştirmek veya ona karşı tutunulan tavrı değiştirmek aynı kapıya çıkacaktır. İlk durumda sorun olan durum yok olur, ikincideyse o durum sorun olmaktan çıkar.

4- İlham verici cümleler kullanın.
Kötümser bakış açınızı değiştirmek konusunda kararlı bile olsanız bunu unuttuğunuz anlar olabilir. Bu durumlara hazırlıklı olmak için not kağıtlarına "her şey mümkündür”, "olumlu şeyler düşünmeyi seçiyorum” gibi veya size kendinizi iyi hissetiren, içinizdeki gücü hatırlatan cümleler yazın. Bunları gün içinde sık sık karşınıza çıkacak yerlerde bulundurun.
Bu uygulama, iyimserliğe giden yolun ilerisinde işinize yarayacağı gibi başlarında da faydalı olabilir. Beyniniz sürekli tekrarlanan bazı şeyleri benimser ve onlara uygun çalışmaya başlar. Sıklıkla gördüğünüz bu pozitif düşünceleri bir zaman sonra ister istemez zihniniz de kabullenecektir.

5- Geleceğiniz geçmişiniz gibi olmak zorunda değildir.
Geçmişte mutsuzluk ya da başarısızlık yaşamanız, hayatınızı sürekli hayal kırıklığıyla geçireceğiniz anlamına gelmez. Hatta bunları gelecek için alınmış dersler olarak görmek gerekir. Tecrübe etmeden bir şeyler için yüzde yüz hazırlıklı olmak mümkün değildir. Sadece başımıza gelmiş olan şeylerden çıkardığımız dersler bize hayatın getirebileceği problemlere karşı doğru çözümler bulmayı öğretecektir.
Geçmişin sıkıntıları ya ufak tefektir ya da zaman geçtikçe ufak tefek olarak kalırlar. Bunları potansiyel hastalıklara karşı yapılmış aşılar olarak görmek, zihinsel sistemimizi potansiyel bir saldırıya karşı güçlendireceğini bilmek pozitif bir yaklaşım edinmeye yardımcı olur.

6- Özgüven gösterin.
Eğer özgüveni yüksek biri gibi davranırsanız, beyniniz zamanla bu duruma ayak uyduracaktır. Özgüven çoğu iş ilişkisinde ve romantik ilişkide eksikliğiyle büyük sorunlara yol açabilir. Kariyerinde yerinde saymak, kendini gösterememek veya ikili ilişkilerde kıskançlık, aşırı ilgi gibi durumlar özgüven eksikliğine dayanan problemlerdir ve kesinlikle kötümserliğe sebep olabilirler. Özgüven edinmek kişinin hayat kalitesini yükseltmek için atabileceği ilk adımlardan biridir ve bunun en kolay yolu ilk safhada "mış gibi” yapmaktır.
Özgüvenli insanlar daha dik durur, daha büyük adımlar atar ve daha hızlı yürürler. Bunlar edinebileceğiniz ilk fiziksel alışkanlıklardır. Açık ve kendinden emin konuşmak da birebir ilişkilerde özgüvenli olduğunuzu gösterir.

7- Pozitif bir tonda konuşun veya gülümseyin.
Beyninizin bedeninizin yaptıklarını takip edeceğini söylemiştik. Bunu hızlıca kanıtlamak için bu uygulamayı deneyin. Canınız sıkkınken veya stresliyken biriyle konuşmanız gerektiğinde pozitif bir ses tonu kullanın. Gülümseyerek konuşun veya en asık suratlı halinizdeyken bir kere içten bir şekilde kocaman gülümseyin. Kötü hissiyatınız hızla zayıflayacak ve gülme halini devam ettirmek için kendini ayarlamaya çalışacaktır.
Eğer bunu sırf kötümserliği yenmek için değil her zaman yaparsanız sürekli olarak pozitif ruh halinizi korumanız mümkündür.


ALINTI

11:11 Gibi Eş Sayıları Sık Görüyorsanız Dikkat Edin! Hayatınızı Değiştirebilir

Türkçeleştirilmiş haliyle eşzamanlılık gelmiş geçmiş en büyük psikiyatristlerden biri olarak kabul edilen Carl Jung’ın üzerinde çok kafa yorduğu esrarengiz bir kavramdır. Aslında buna basitçe tesadüf deyip geçebiliriz. Ancak işin aslı ve tesadüflerin verdiği his hiçte basit değildir. Bunu basit bir kaç örnekle açıklamak gerekirse örneğin bir kitap ya da gazete okurken patlama kelimesini okuduğunuz anda bir patlama sesi duymanız, ya da sevdiğiniz birini düşünürken, açık olan televizyonda alakasız bir programda onun adını duymanız, kafanızdan mırıldandığınız parçanın radyoyu açtığınızda çalmaya başlaması, bizim gündelik hayatta karşılaştığımız örneklerdir.

Carl Jung bir hastasıyla seans halindeyken kadın rüyasında gördüğü ateş böceğinden bahseder. O sırada Carl Jung odanın camına çarpan birşey farkeder. Gidip camı araladığında camın üzerinde yürüyen bir ateşböceği görür. Bu olay Carl Jung’ın başından geçen ve onu çok etkileyen bir eşzamanlılık örneğidir. Tüm bunlar gibi sürekli olarak saate baktığınızda 11:11 veya 22:22 görmenizde eşzamanlılık örnekleridir ve bazı inanışlara göre evrenle uyumunuzu ve ruhani bir uyanışı temsil etmektedir. Ancak bu olayın newage tarzı ruhani uyanış kısmına girmden önce bilimsel yönünü incelemek gerekli.




Fizikteki baskın kuramlardan biri olan izafiyet kuramı, büyük patlama ve kara delikler gibi makro evrenin açıklamalarını verir. Diger baskın kuram olan kuantum kuramı ise, atomaltı parçacıklar gibi mikro evrenin açıklamalarını verir. Ancak her iki kuram da senkronizasyon konusuna bir açıklama getiremez. En alcakgönüllü açıklama ise Albert Einstein tarafindan yapilmistir. Ona göre senkronizasyon (eşzamanlılık) tanrının bilinmez kalma seklidir.

Eşzamanlılık bazı bilim insanları tarafından üzerinde düşünülen ve ciddiye alınan bir konu olarak kalsa da, çoğu bilim insanı bu konuyu bilimsel bulmamaktadır. Çünkü eşzamanlılık kanıtlanabilirlik yönünde klasik bilimle çelişen bir yol izler. Ancak gözlemci etkisi, dalga fonksiyonunun çöküşü gibi kuantum düzeyde izi sürülen bir çok konu yine kanıtlanabilirlik yönünden bilimle çelişirler.Ama yine de oradadırlar ve modern bilim tatmin edici bir biçimde açıklayamadığı halde çalışmaktalar. Tıpkı bunlar gibi, eşzamanlılıkta milyonlarca insanın hayatında şahit olduğu ve basit tesadüflerden öte gözüken bir konu. Yani henüz kuantum düzey hakkında böylesi az bilgiye sahipken, üzerinde gözlem yapılıp, tecrübe elde edilen bir konu tamamıyla bilim dışıdır diyemeyiz.

Pek eşzamanlılık bizim ne işimize yarar?

Eşzamanlılık neredeyse bütün insanların başına gelen bir fenomendir. Ancak sizinde tecrübe ettiğiniz üzere belli insanların belki de “sizin” başınıza çok daha fazla gelmekte. Hayatında değişim yapmak isteyen, yeni bir başlangıç aşamasında kararsız olan, herhangi bir konuyla alakalı plan yapan, kendini geliştirmeye çalışan kişilerin bu tarz eşzamanlılık örnekleriyle karşılaşma oranları çok daha yüksektır.

Örneğin, şuan neden bu yazıyı okuyorsunuz? Komik bir video izleyebilir, arkadaşlarınızla sohbet edebilir ya da televizyon izleyebilirdiniz. Ancak işte buradasınız ve bu satırları okuyorsunuz. Çünkü eşzamanlılık hakkında birşeyler öğrenmesi gereken ve bunun hakkında düşünmesi gereken kişilerden biri de sizsiniz! Özellikle 11:11, 22:22 gibi sayı senkronlarını gereğinden fazla görüyorsanız, eşzamanlılık örneklerine karşı daha duyarlı olun bunun üzerinde düşünün.




Örneğin James Arthur amatör olarak şarkı söyleyen sokak müzisyeni bir gençken bir arkadaşı ona X Factor isimli şarkı yarışmasına katılması tavsiyesinde bulunmuştu. Ancak James Arthur bu konuda gönülsüzdü ve başaramayacağını düşünüyordu ve bir süre sonra bunun üzerine düşünmeyi bıraktı ve yarışmayı unuttu. Bir akşam dışarıda çalarken, bir adam onu inanılmaz bir şekilde överek çok iyi olduğunu kesinlikle “profesyonel” olması gerektiği söylemişti. Adamın üzerindeki tişörtte kocaman bir “X” baskısı vardı! Bunun üzerine X Factor yarışmasını tekrar hatırlayan James Arthur yarışmaya katılmaya karar verdi. Yarışmanın birincisi oldu…

Özellikle kendinizi geliştirmek adına bir çaba içindeyseniz ancak kendinizi üşengeç, yorgun, başaramaz hissediyorsanız, bu ve daha birçok benzeri eşzamanlılık örnekleri sizinde karşınıza çıkacaktır. Onları gözardı etmemeyi öğrenirseniz, hayatınızın gideceği noktalar hayallerinizin dahi ötesine geçecektir. Sadece daha iyi görün ve anlamlara kendinizi kapamayın. Eşzamanlılığın farkına varın…

YOGANIN GERÇEK AMACI – Gopi Krishna

yoga ile ilgili görsel sonucu

Yoga bir din değil kutsal bir gelenektir. Gopi Krishna, sözcüğün sanskritçe kökeninin “birleştirmek ya da kavuşturmak” anlamına gelen yuj (ya da yug) olduğunu belirtir. Bireysel Yoga pratikçisi, aşkın bir halde –samadhi ya da moksha halinde- kozmos ile birleşmeyi ya da ona kavuşmayı amaçlar.

Böylece yoga hem bir araçtır hem de bir amaç. Yöntemlerinin ve vurguladığı noktaların farklılığı açısından birçok çizgisi ya da biçimi vardır, ama bunların tümü, kurumsal olarak, insanı aynı kurtuluş durumuna götürür. Yoga herhangi bir kültüre, dinsel çevreye, iş ortamına, yaşam tarzına uyarlanabilir. Hindu yogiler, Hıristiyan yogiler, Budist yogiler, Taocu yogiler vardır; psikiyatri hastanelerinde, hapishanelerde, zayıflama salonlarında yoga programları uygulanmaktadır.

Sri Aurobindo’nun dediği gibi, “Tüm yaşam yogadır.” Demek istediği, aydınlanmış insanlar olmaya çalıştığınız sürece, yaşamınızda yaptığınız her şeyin bilinç büyümesini ve kendini dönüştürmeyi yaşama geçirmek için bir vesile -yogaya erişmek için bir vesile- olduğudur. Gopi Krishna otuz yaşlarındayken, bilincinde dikkate değer bir dönüşüm yaşadı. O zamandan sonra -yoga metinlerinde adı kundalini olarak geçen- fenomeni inceledi ve kundalininin, evrimi ve aydınlanmayı anlamanın anahtarı olduğunu öne sürerek, bilim adamlarının dikkatini çekmeye çalıştı. Araştırmaları, dünyanın her yanındaki kutsal geleneklerden ve kültürlerden elde edilen eski kayıtlarda, kundalini fenomeninden söz edildiğini gösterdi. Dahası, kendi kişisel deneyimlerinden dolayı, bu fenomenin biyolojik bir temele dayandığından ve bu nedenle bilimsel araştırma için kabul edilebilir olduğundan emindi. Gopi Krishna, din ve bilim alanlarına, insan dönüşümüne ilişkin yeni bir bilgi -kişilik- ötesi psikolojiye paralel olarak, -kişilik- ötesi fizyoloji diye adlandırılabilecek bir bilgi- kazandırdı.

Hindistan’ın tüm kadim yazılarında, yoga ustaları, başka sınıflardan insanlar karşısında eşsiz bir yer tutarlar. Yoga üzerine yazılanlar olağanüstü çoktur. Yalnızca bir bölümü batı dillerine çevrilmiştir ve konuyla ilgili yeterli bilginin olmayışının sonuçlarından biri de, yoganın gerçek anlamı ve öneminin henüz açıkça anlaşılmamasıdır.

Genel olarak Hindistan’daki tüm yoga dizgeleri iki kategoriye ayrılır: Raja yoga ve Hatha yoga. Sanskritçe Raja, kralı anlatır; Hatha’nın anlamı ise şiddettir. Raja yoga kendini gerçekleştirmenin krallara yaraşır ya da kolay yolunu, Hatha ise daha zorlu yolu imgeler. Her iki sistemin de temelleri Veda‘lar ve Upanişad‘lar üzerinde yükselir; ana pratikler ve disiplinler her ikisinde de ortaktır.

Hatha yogada soluk alıp verme alıştırmaları zorludur. Bu çalışmalarda, soluk alıp vermeyi geçici olarak durdurmak için akciğerlerden hava çıkmasını ya da akciğerlere hava girmesini önlemek üzere çene, diyafram, dil ve bedenin başka parçaları kimi olağandışı pozisyonlara sokulur. Bunun sinir sisteminde ve beyinde ağır etkileri olabilir ve kuşkusuz böyle bir disiplin birçok tehlike içerebilir. Hindistan’da bile, ancak ölümle yüz yüze gelmeye hazır olanlar Hatha yoganın aşırı uçtaki disiplinlerine girmeyi göze alırlar.

Bu biçimlerdeki yoganın, kendini gerçekleştirmek için biricik yol olduğu bir an için bile düşünülmemelidir. Tersine, Dünya’daki en eski yazılı dinsel metinler olan Veda’lar da yogadan pek söz edilmez. Hindistan’daki tüm felsefi dizgelerin ve ruhsal düşüncenin temel kaynağı olanUpanişadlar‘da bile, daha eski olanların ancak ikisinde ya da üçünde yogaya kısaca değinilmiştir. Hindistan’ın en popüler kutsal metni –Bhagavad Gita– ve en büyük ruhsal öğretmenlerden kimileri, hedefe erişmek için başka disiplinleri önerirler. Bunlar: nishkama karma (Tanrıya benlikten uzak hizmet); bhakti (Tanrısal güce adanma tutumu); jnana (hakiki olanın sahte olandan ayırt edilmesi üzerine akıl çalışmaları ); ve upasanadır (dünyadaki neredeyse tüm büyük dinlerde buyurulan tapınma ve öteki dinsel disiplin biçimleri).

Bununla birlikte, yoganın kendine özgü bir değeri ve önemi vardır. Yoğun bir eğitim eşliğinde, bir dizi disiplini, bir yaşam süresi içinde ruhsal aydınlanmayı olanaklı kılma amacıyla birleştirir. Hindistan’da insan ruhunun ard arda doğumlar ve ölümler yaşadığı, önceki yaşamlarda yapılanların meyvesini toplamak için bu olaylar ve üzüntüler dünyasına tekrar tekrar gelindiği söylenir. Kişi dinsel disiplin pratiğiyle neden ve etki zincirini kırıp, her-şeye-yayılan, her-şeyi-bilen Evrenin İlk Nedeni ile en son birlik haline erişinceye kadar, bu döngü sürer.

Raja yoga üzerine en güvenilir kabul edilen kitap, Patanjali’nin ikibin yıldan daha uzun süredir yüksek saygı gören yapıtı Yoga Sutraları’dır. Patanjali tarafından anlatılan yoga, sekiz adım ya da parçadan oluşur ve bu nedenle Ashtanga yoga diye bilinir- yani sekiz kollu yoga. Hatha yoganın da aynı sekiz bölümü vardır, ayrıntılarda küçük farklılıklar gösterir.

Yoganın sekiz kolu şunlardır: yama, her tür kötü düşünce ve eylemden geri durma anlamına gelir; niyama, saflık, ağırbaşlılık, hoşnutluk, kutsal metin incelemesi, Tanrıya adanma gibi günlük dinsel pratikler anlamına gelir. Üçüncüsü asana‘dır, duruş ya da bir başka deyişle, yoga pratiği için en sağlıklı ve elverişli oturma biçimi demektir. Dördüncü kol pranayama‘dır, soluğun düzenlenmesi ve denetlenmesi anlamındadır. Beşincisi pratyahara, zihnin denetimi altına getirilmesi için duyulara boyun eğdirilmesidir, ki konsantrasyon için zorunlu bir hazırlıktır. Altıncısı dharana olarak bilinir ve zihnin konsantrasyonudur. Yedinci dhayana‘dır, derin tefekkür demektir. Sekizincisi samadhi’dir, içsel gerçekliğe ilişkin esrimeli ya da kendinden geçmiş tefekkür halidir.

Böylece, yoganın kimi zaman sanıldığından daha kapsamlı ve karmaşık olduğu görülecektir. Yoga, meditasyon yaparken bedeni sağlam ve düz tutma yönteminden başka bir şey olmayan asana ya da duruş değildir. Çeşitli asanaların uygulanması sağlık için bir alıştırmadır ve çeşitli asanaları etkili biçimde uygulayan bir kişinin yoga yaptığını söylemek yanlıştır. Söylenecek doğru şey, kişinin bedenini sağlıklı ve esnek tutmak için bu alıştırmaları yaptığıdır.

Hatha yoga üzerine yazılmış kitaplarda böyle büyük bir asana çeşitliliğini şart koşmanın nedeni, acemilerin yoğun konsantrasyon sırasında saatlerce oturmak zorunda olmalarıdır. Kimi alıştırmalar bedeni uygun bir biçimde tutmak için zorunludur. Tek başına konsantrasyon, hatta asana ve pranayama ile güçlendirilmiş konsantrasyon bile yoga değildir. Hindistan’da seksen dört asana’nın tümünü yetkinlikle yerine getirebilen ve bunu tüm yaşamları boyunca sürdürebilen, ama aydınlanmaya hiçbir zaman ulaşamayan çileciler vardır. Soluk almayı günlerce durdurabilen çileciler de vardır, o kadar ki toprak altına gömülebilirler ya da günlerce ve haftalarca boğulmaksızın sıkıca kapatılıp lehimlenmiş hava geçirmez odacıklara konulabilirler. Ama böyle ağır ölçütlere karşın, çoğu kez, en küçük bir bilinç gelişmesi yaşamaksızın ya da aşkın doğaya ilişkin hiçbir öngörü kazanmaksızın, derin bir uykudan ya da baygınlıktan uyanan biri gibi uyanırlar. Buna jada-samadhi denir, anlamı bilinçsiz samadhi’dir. Kış uykusuna yatan ayı ve kurbağalarınkine benzeyen, bir tür askıya alınmış canlılık durumudur.

Hindistan’da günde yirmi dört saat meditasyon duruşlarına göre oturan çileciler de vardır. Dik otururken uyurlar ve birkaç saat sonra uyandıklarında meditasyonlarını sürdürürler. Yalın bir yaşam sürdürürler, tüm zamanlarını meditasyonla ya da guruları tarafından buyrulan mantraları ezberden okumakla geçirirler. İnsanlara özgü bilinç düzeyinin üstüne hiç çıkmaksızın ya da tanrısalı deneyimlemeksizin, uzun yıllar uygulamalarını sürdürürler.

“Yoga” sözcüğünün birleştirmek ya da kavuşturmak anlamına gelen Sanskritçe yuj kökünden türemiş olması ilginçtir. Dolayısıyla yoga, bireysel ruhun evrensel tin ya da bilinçle birleşmesini imler. Tüm otoritelere göre, tanrısalla en son birlik durumunun başarılması aşırı derecede zordur.

Batıda yoganın meditasyon tekniklerini uygulayan milyonlarca kişiden kaçı gelişmiş bir bilince erişmiştir? Kaçı çok eski zamanlardan bu yana bu kutsal girişimin başarısıyla ilişkili sayılan daha yüksek bilgeliğin sonsuz mutluluğu ve kendiliğinden akış halini kazanmıştır? Kaçı başka arayıcıları esinlendirebilmek ve yolda onlara kılavuzluk edebilmek adına, aşkınsal olana bir anlık bakış sağlayacak kendi ruhsal deneyimlerini yayımlamıştır?

Hindistan’da, son yüz yıl süresince aydınlanmış insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Eski zamanlarda, vahiye mazhar olmak, ruhsal aydınlanmanın ilk sınamasıydı. Hatta Buda da kendi deneyimlerinin gerçekliği için kanıtlar göstermek zorundaydı.

Tanrısal olanla bir an için bile ilişki kurmak muazzam bir deneyimdir. Platon, Plotinos, Dante, Wordsworth ve Tennyson gibi dünyadaki kimi en ünlü kişiler -en büyük düşünürler ve en yetenekli yazarlar- bu deneyimi yaşamışlardır. Emerson ve pek çok, ama pek çok başka ünlü erkek ve kadın birdenbire kendilerini çarpan bu eşsiz deneyimi, çoğu kez minnettar bir şaşkınlık içinde yaşamışlardır. Çoğu hiçbir ruhsal disipline girmiş değildi, hatta içlerinde Tanrıya sağlam bir inanç taşımayanları bile vardı. Beklenmedik olduğu zaman bile, deneyim yaşam üzerinde kalıcı bir iz bırakır, bu da bireyi yüceltir ve ona şeylerin doğasına yönelik içgörüler bağışlar; ama bu, peçenin ötesini hiçbir zaman göremeyenler için olanaksızdır.

Yoga, bedensel arzularla ve dünyanın albenisiyle kısıtlanmamış yanımıza bir anlık bakışı imler. Kısa bir süreliğine yenilmez ve sonsuz oluruz; bozulma, hastalık, başarısızlık ve üzüntüye bağışıklık kazanırız. Dev güneşlerin ve gezegenlerin fırtınalı evreninin, söze dökülemez bir dinginlik, huzur ve kutsama dolu olan bu sınırsız varlık alanı üzerinde bütünüyle etkisiz bir yansıma gibi göründüğü bir bilinç okyanusunda damlalardan başka bir şey değil, bir harika, bir gizem, bir bilmeceyizdir: Yaşamlarında bir zaman buna erişmiş olanlar bile mistik deneyimi başkalarının anlayabileceği bir şekilde betimleyemezler. Çünkü ruh bir başka aleme, bir başka varoluş haline, duyularımızın, zihnimizin ve aklımızın karanlıklar içinde debelendiği bir başka varlık düzlemine aittir.

Yoga, bilincin bu başkalaşımıyla, insanın yalnızca et ve kemik olmadığını, düşünen, duyumsayan, bilen bir kendilik olduğunu da imler -ama gerçek doğası geçmişin akıllı adamlarından olduğu gibi çağımızın alimlerinden de gizli olan bir kendilik. Bilinç, duyularımız ve zihnimiz için anlaşılmaz bir şeydir. Upanişadlar “Neti, neti” (bu değil, bu değil) der, çünkü bu kendilik, duyularımız tarafından algılanan ya da zihinlerimiz tarafından kavranan herhangi bir şeyle tanımlanamaz.

Kendinize “ne” ya da “kim” olduğunuzu açıklayabilir misiniz? Çevresindeki dünyanın bilincinde olan, nereden geldiği ve nereye gitmesi gerektiği sorusuna hiçbir zaman yanıt veremeyen, içinizdeki bu düşünen, bilen, duyumsayan kendiliğin doğası nedir?

Maddesel dünyada ilerleme, ruhsal uyanışa hazırlık adımıdır. Geçmişteki her uygarlıkta, üstünlük savaşlarının tozu dumanı yatıştığı zamanlar, ebedi sorular olan “Ben kimim ve bu yaratılışın ardındaki sır nedir?” halk içindeki daha zeki ve evrimleşmiş bireyleri kışkırtmaya başlamıştır.

Mısırlılar, Babilliler, Hint-Avrupalılar, Çinliler, Persler, Eski Yunanlılar ve Romalılar arasındaki bilge insanlar tarafından sağlanan yanıtlar, bugün de kayıtlar şeklinde elimizdedir. Hiç kuşkusuz yalnızca ruhun kendini keşfetmeye duyduğu bu bastırılamaz açlık, insanın zihinsel, sanatsal ve bilimsel büyümesini sağlayan şeydir. Aslında, başlangıçta tüm bilgi insandaki dinsel susuzluğun yarattığı baskılardan türedi. Kimi alimler ve bilimciler tarafından dinsel deneyimin beynin patalojik bir koşulu ya da bilinçaltından gelen bir saldırı olduğu yolunda dile getirilen görüşler kadar yanlış bir şey yoktur. Bu sorumsuz tutum insanlığın gelişiminden sorumlu çok değerli dürtüyü temelden yok eder.

Yoga bu çok ciddi sorulara, kuşkucu yadsımaların, uyuşturucu kullanımının, asanalar ya da mantraların, soluk alıp verme alıştırmalarının, ahlaksal erdemler olmaksızın yapılan meditasyonun sağlayamayacağı yanıtlar verme amacındadır. Etkili olabilmesi için yoga tüm sekiz kolu ya da dalıyla birden uygulanmalıdır. En üst deneyime can atan herkes yetkinlik için çabalamalı; işe kişiliğini geliştirmekle başlamalıdır.

“Ancak ve ancak” der Buda “bir hardal tohumu bir iğne deliğinden nasıl düşüyorsa, üzerinden şehvet, öfke, gurur ve düşmanlığın öyle düştüğü kişiye Brahman, yani ruhsal anlamda uyanmış kişi derim.”

Erişilebilir kayıtlara göre, bütün tarih boyunca hakiki deneyimi yaşamış insanların tümünün sayısı birkaç yüzden çok değildir. Bu insanlar bilgi ve sanatın tüm başka dallarındaki yetenekli ve dahi insanlardan çok daha az sayıdadır; ama bugüne dek dünyayı etkilemeyi sürdüren düşünce devrimlerini onlar yaratmışlardır. Bu nedenle ruhsal usta ya da dinsel dahi son derece ender bulunur. “Aydınlanma”, bir bilinç dönüşümü -insanın içinde, ruhun ölümsüz ve sınırsız evreni görmesini sağlayan yeni bir algı kanalının açılmasını- temsil eder.

Dünyaya kendimizi bilmek için geliriz. İçimizdeki biricik yaşam aynası, ki evreni yansıtır, hiçbir zaman kendi şaşırtıcı tözünü açığa sermez, hiçbir zaman kendi dünyasını yansıtmaz. İnsanın evriminin tümü, bizim ete bürünmüş mücevherler olduğumuzu fark etmemizi sağlamak için tasarlanmıştır; bu farkındalık dünya üzerinde doğmuş her insan için yalnızca olanaklı değil zorunludur da. Yüzyıllar alabilir, ama her insan etkinliği ve her toplumsal, politik ya da dinsel düzen, bu güçlü ruhsal tasarıda yer almaktadır.

Eğer doğru biçimde yerine getirilirse, yoga sistemi insanın ruhsal yazgısının doğasını bilim dünyasına açıklayacaktır. İnsan bu dünyanın üzüntüsünün ve sefilliğinin, yenilgisinin ve umutsuzluğunun, kaygısının ve karışıklığının üzerine yükselebilmek için kendini bilmelidir. Doğa tarafından onun içine saklanmış görkemine ve ölümsüzlüğüne, ara sıra kısacık bir bakış yakalamaktan başka hiçbir şey ona dünyadaki savaşında daha sağlam bir destek veremez.

Aslında dünyanın nesnelerinden vazgeçmek zorunlu değildir, çünkü aslında insanın kendisinin olan hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla, hiçbir şeyden vazgeçmek zorunlu değildir, ama sahiplenme duygusundan vazgeçilmelidir. Dünyanın içinde ya da dışında yaşamak pek fark yaratmaz. Dünya nesnelerine bağlanmak sefilliğin nedenidir. Bağlanmamayı imanla ve içtenlikle yaşamına geçiren kişi, karma zincirinden özgürleşmeyi hak eder.

Swarmi Rama