Booking.com

ÇEKİM YASASI VE PARA İLİŞKİSİ

images (2)

İstediklerimiz neden olmaz ?
Bize sık sık şu soru geliyor ;
Ben kendim için şunu şunu istiyorum ama bir türlü gerçekleşmiyor..Acaba doğru mu odaklanmıyorum Ya da istemeyi mi bilmiyorum ?
Burada bu konulara dair tüm kişisel gelişim kitaplarında ya da öğretilerinde altı fazla çizilmeyen önemli bir nokta var ..
Buna çekim yasasının eksik parçası da diyebilirsiniz..
Tüm o kitaplar ve bu konuya dair yetkinliği olan kişiler hayatınıza istediğiniz bir şeyi çekebilmeniz için şunu söyler ;
İste, İnan, Sahip ol !..
Oysa durum bunun tam tersidir..
Yani her ne istiyorsanız ona zaten sahipmiş gibi davranmanız ve öyle hissetmeniz ve buna yürekten inanmanız gerekir..
Birinci şekliyle yani “İste, inan, sahip ol” kalıbında durum şöyle işler..
Bir şeyi istemek demek ; aslında ona sahip olmadığınızı onaylamak demektir. Yani sizde yok o nedenle istiyorsunuz..
Burada farkında olmadan istediğiniz şeye değil onun eksikliğine odaklanırsınız..
Evrene sizden iki zıt mesaj yayılır..Bilinciniz ister, bilinçaltınız “o bende yok” der..
ki aslolan genelde onun dediğidir..
Bunu bir örnekle anlatırsam sanırım daha kolay anlaşılacak;
Cebinizde 10 TL var ve yolda yürürken yaşlı ve yoksul bir dilenci kadın gördünüz..
İlk düşünceniz hemen çıkarıp ona para mesela 5 TL vermektir..
Bu düşünce zihninizdeyken her şey güzel ..
siz kendinizi bolluk içinde hissediyorsunuz ki rahatlıkla verebileceğinizi düşünebiliyorsunuz..
Ancak çoğu kişi şu ikinci düşünceye yakalanır.. ”Ona 5 TL verirsem benim cebimde çok az para kalacak.. ben ne yapacağım”
İşte siz aslında ilk anda o kadına para vermeyi düşünürken, sonrasında paranızın çok azalacağını düşünerek, enerjinizi bir anda kıtlık yokluk bilincine odaklamış olursunuz..
Bu çok beğendiğiniz bir elbiseyi ilk anda görüp beğendiğiniz halde sonra vazgeçmenize neden olan bilinçle aynı bilinçtir.
Ya da yeni bir ev, araba almak istiyorsunuzdur ama her istediğinizde farkında olmadan onlara “sahip olmadığınız” duygusunu da güçlendiriyorsunuzdur..
Oysa Evren tamamıyla herkese yetecek kadar bolluk ve bereket enerjisiyle çevrilidir ve bu enerji sizinle birlikte, kuantum birleşik alanı..o sonsuz olanaklar ağında, o Tanrısal kaynakta mevcuttur..
Sorun sizin kendinizi onun dışında görmenizden kaynaklanır. Oysa aynı alandasınız ve onlar sadece görülmeyi ve uzanıp alınmayı bekler..
Bir kaseye (mor olsa daha iyi olur ) 5-10 TL koyun ve evinizde ortada görünür bir yerde olsun..
Her o noktadan geçişinizde o parayı sallayın..
Paranın enerjisini aktive etmiş olursunuz..
Enerji harekete geçer ve size de akmak üzere devirdaimine başlar..
Yolda yürürken kendinizi tüm paraları çeken bir mıknatıs olarak imgeleyin..
Gördüğünüz tüm ağaç yapraklarını para olarak düşünün ve onların dalından ayrılarak gelip size yapıştığını..yürüyen bir mıknatıssınız ve parayı çekiyorsunuz..
”Para nerede olursa olsun gelir beni bulur..
Ben hiç parasız kalmam..
Kendi bolluk ve bereketimi kendim yaratırım “gibi olumlamalar bulun ve sık sık içinizden bunu tekrarlayın..
İnanıp inanmamanız önemli değil.. çok yapmanız sonuçta bilinçaltınıza indirmenize yarayacaktır…
Bu Enerjiyi Nasıl Harekete Geçiririz
Para sadece bir enerjidir ve sürekli bir yerden diğerine akar..
Siz o dilenciyi gördüğünüz anda para verseydiniz evrene şu mesajı göndermiş olacaktınız.
Benim param her zaman var ve şimdi versem bile bana mutlaka başka bir yerden gelir..
Her zaman altını kalın kalın çizdiğim bir nokta var..
Duygu yaratır..Ruh durumlarınız yaratır..
Bu nedenle paraya da zaten sahipmişsiniz gibi hissetmeniz önemli..
Sık sık kendinizi kira, fatura, borç vs gibi tüm parasal kaygılarınızın olmadığı bir ruh durumunda hissetmeye çalışın..
Harcayabileceğinizden de fazla paranız olsa ne hissederdiniz ?..
Bu cebinizdeki tüm parayı harcamak anlamına gelmiyor..
Sadece bu duygunun nasıl bir şey olabileceğini anlamaya çalışın..
Cüzdanınıza 300-500 TL para koyun ve bu parayı harcamayın ama gün içinde ne beğenirseniz onu alabileceğinizi hissedin..
Bu bir elbise, çanta, şık bir saat, pahalı bir restoranda yemek vs..olabilir..
Maksat o duyguyu mümkün olduğunca sık hissetmenizdir.
Bir çok insanın parasal kaygılarından kurtulamamasının en önemli nedeni sürekli borçlarına odaklanmaları ve bunların nasıl ödeneceğine dair yarattıkları endişe ve korkudur..
Zihin otomatiğe binmiştir ve istemeseler de kendilerini borçlarını düşünürken bulurlar..
İşte bu nedenle biz danışanlarımızla çalışırken onların istedikleri şey ile ilgili korkularını ve inanç kalıplarını bulmaya ve çözmeye odaklanırız..
Kişinin para ile ilişkisi nasıl ?..
Parayı kolay kazanılan bir şey olarak mı görüyor yoksa kitlesel bilince mi yakalanmış
yani “para zor kazanılır..
ekmek aslanın ağzında..
bu devirde kimse kimseye yardım etmez..
çok parası olanlar bunu haksız kazançla elde etmişlerdir vs..
Bu soruları kendinize sorun..bilinçaltınızda çok paraya layık olmadığınız ya da asla paranızın olamayacağı gibi inançları taşıyor olabilirsiniz..
Bu kayıtlar çocukluğunuzdan bu yana başta aileniz olmak üzere içinde bulunduğunuz yetiştiğiniz çevre tarafından size atılmıştır..
Tek tek onları bulun ve neden öyle düşündüğünüzü sorgulayın..
Kim ne zaman bu inançları nerede size benimsetti..
Neden öyle olduğuna inandınız?
Her ne istiyorsanız ona zaten sahipmişsiniz gibi düşünmeniz çok önemli ancak bu şekilde yaydığınız enerjinin frekansını o istediğiniz şeyin frekansına uyumlu hale getirebilirsiniz.
Olan çok basittir aslında..
Bizden yayılan enerji sürekli önümüze potansiyel olasılıklar dalgası açar ve biz en çok istediğimiz neyse onun enerjisine kendimizi yükseltir ve o enerjinin o dalgaya çökerek gerçekliğimize girmesine izin veririz..
Stefano D’Anna ; “Tanrılar Okulu “ adlı kitabında bunu çok güzel özetler der ki ;
“Sen bir kral ol.. Krallık arkandan gelecektir.”
Yani sen bir kral gibi davran kendini öyle hisset ..bir kralın sahip olduğu her şey bunun arkasından gelecektir.
Alıntı
  • Alıntı

Beyninizi Yeni Bir Alışkanlık Kazanmak İçin Nasıl Kandırırsınız?






Bir diyete veya egzersiz programına başlayıp, sonra bırakıyor musunuz? Eğer diğer milyonlarca insan gibiyseniz, en iyi niyetlerle harekete geçiyor, ama momentumu sürdüremiyorsunuz. Burada size açıklayacağımız şey motivasyona ve iradeye neden güvenilmemesi gerektiği ve bunların yerine neyin işe yarayacağı..

Kendinizi geliştirmek için bir şeye başladığınızda, hevesiniz yüksektir ve isteklerinizin hazzıyla motive olmuş durumdasınızdır. Ama motivasyon zamanla doğal olarak kaybolur.



Motivasyon bittiğinde, iradenize güvenirsiniz. Ama hiç kimse sonsuz irade gücüne sahip değil. İrade zamanla yorgun düşen bir kaynak. Kendinize istemediğiniz bir şey yaptırdığınızda iradenizin bir kısmını kullanıyorsunuz demektir. Size çekici gelen bir şeyi es geçtiğinizde irade rezervi biraz daha tükenir.



Akşam olduğunda hiç iradenizin kalmadığını fark edebilirsiniz. Bu yüzden birçok insan gün boyu sağlıklı beslenip, akşam diyetini bozuverir.



Eğer motivasyon ve irade sizde işe yaramıyorsa başka bir yol var.



Hayatımızın %95’i bilinçaltımızın yönlendirmesiyle şekillenir.Bilinçaltını yaşamı kontrol eden bir otomatik pilot gibi düşünebilirsiniz. Bilinçaltı sayesinde düşünmeden dişlerinizi fırçalar ve yine düşünmeden araba kullanırsınız.



Bilinçli bir şekilde yeni bir alışkanlık kazanmaya karar vererek, bilinçaltının gücünü kontrol altına alabilir ve yeni bir sinirsel yol yapabilirsiniz.



Bir alışkanlık kazanıldığında yapması kolaydır, artık motivasyona ve iradeye ihtiyaç yoktur.



İşte size yapmak istenilen bir aktiviteyi alışkanlık haline getirmek için 7 adım. Bir alışkanlığı kazandığınızda onu efor harcamadan yaptığınızı fark edeceksiniz. Bu teknikler değiştirmek ya da yaratmak istediğiniz herhangi bir alışkanlık için kullanılabilir: diyet, egzersiz, stresi azaltma, uyku alışkanlıkları ve daha fazlası….




1. Küçük Hedefler Koyun
Büyük hedefler heyecan vericidir ama küçük, sıkıcı hedeflerin başarıya götürmesi daha olası. Günde 15 dakika yürümek, şekerli yiyeceklerden uzak durup sebze yemek küçük hedeflere birer örnek.
Beyninizi kandırmak için küçük şeylerle başlayın. Bilinçaltınız kontrolü elinde tutmak ister, bu yüzden değişimi sevmez. Büyük bir değişiklik genelde bilinçaltının direnciyle karşılaşır ama küçük değişikliklerle içeri sızabilirsiniz.



2. Tetikleyicileri Kullanın

Bir tetikleyici sizi otomatik olarak başka bir şeyi yapmaya yönlendirir. Örneğin sigara kullanıcıları yemekten sonra sigara içmeye tetiklenmişlerdir. Eğer akşam yemeğinden sonra her gün yürümeye çıkarsanız, birkaç hafta sonra otomatik olarak yürümeyi düşüneceksiniz. Görsel tetikleyiciler de çok işe yarar. Sabah egzersiz kıyafetlerini yatağınızın üstüne sererseniz, işten eve geldiğinizde spora gitmek için kendinizi teşvik edeceksiniz.


3. Erken Yapın
Yapmak istediklerinizi sabah, iradeniz güçlüyken yapın. Böylece gün boyunca ödülleri toplayacaksınız.


4. Hazırlık Yapın
Başarınızı sağlama almak için her şeyi yaptığınızdan emin olun. Eğer bir yürüme programına başlayacaksanız, rahat ayakkabılar alın kendinize. Eğer yeni bir diyete başlayacaksanız, dolabınızı sağlıklı yiyeceklerle donatın.


5. Uygun Hale Getirin
Yapmaya başlayacağınız şey ne kadar zor ve ne kadar zaman alıcı bir şeyse, başlama ve sürdürme de o kadar zor olacaktır. Bu yüzden birçok insan spor salonu üyelikleri alıp, sonra bırakıyor. Çünkü uygun değil. İhtiyacınız olan her şeyi başta düşünüp, tedarik etmek. Zamanı geldiğinde ise Nike’ın söylediği gibi “Sadece Yapın (Just Do It).”


6. Eğlenceli Hale Getirin
Bir şeyi yapmaktan hoşlanmazsanız, buna devam edemezsiniz. Yaşam tarzınızdaki değişimleri mümkün olduğunca keyifli hale getirmeye çalışın. Bir arkadaşınızla egzersiz yapın, sağlıklı yiyecekleri lezzetli olacak şekilde pişirmeyi öğrenin.


7. Zinciri Kırmayın
Amerikalı ünlü şovmen Jerry Seinfeld henüz bilinmiyorken, bir alışkanlık geliştirdiğinden bahsediyor. Yazı yazdığı her gün takvime kırmızı, büyük bir “X” işareti koyduğunu ve zinciri kıran boşlukları görmek istemediği için her gün yazdığını söylüyor. Bu tekniği bir ay boyunca kullanın, böylece yeni bir alışkanlık kazandığınızı göreceksiniz.

Bu teknikleri beyninizi kandırmak ve yeni bir sinirsel yol oluşturmak için kullanın. Yeni bir alışkanlık kazandığınızda, bu alışkanlığı başka büyük değişikliklere geçiş için de kullanabilirsiniz. Ki bu değişiklikler hayatınızı baştan aşağı değiştirecek olanlar olabilir. Binlerce kilometrelik bir yolculuk sadece bir adımla başlar.

Yazın Çocukların Sıkılmasına İzin Verin!



Yapılandırılmamış yaz ayları boyunca çocuklarınızı satranç kampı, sanat okulu, yemek pişirme ya da tenis dersleri ya da hepsiyle birden eğlendiriyor musunuz?

Çocukların okula gitmedikleri zamanlarda, onların zamanlarını doldurmak ve gerekli bakımı almalarını sağlamak için bol sayıda aktivite ve yaz kampı mevcut. Ancak psikologlar ve çocuk gelişimi uzmanları, yaz boyunca çocuklara yüklü bir program uygulamanın gereksiz olduğunu ve bunun, gerçekten ilgilerini çeken şeyleri keşfetmelerine fırsat bırakmayacabileceğini söylüyor.

“Bir ebeveyn olarak rolünüz, çocuklarınızı toplumda kendi yerlerini edinmeye hazırlamaktır. Yetişkin olmak demek, kendini mutlu eden şeylerle meşgul olmak ve boş zamanlarını bu şekilde geçirmek demektir” diyor eğitimde uzmanlaşan İngiliz psikolog Lyn Fry. “Eğer ebeveynler bütün zamanlarını, çocuklarının boş zamanlarını doldurmakla geçirirlerse, o zaman çocuklar bunu kendileri için yapmayı asla öğrenemezler.”

Fry, can sıkıntısının faydalarını işaret eden tek isim değil. East Anglia Üniversitesi psikologlarından Dr. Teresa Belton, can sıkıntısı ile hayal gücü arasında bir bağ olduğunu söylüyor. Belton’a göre can sıkıntısı, “iç uyarıcıları” geliştirmek için çok önemli. Çünkü bu, hemen ardından gerçek yaratıcılığın ortaya çıkmasını sağlıyor.

İnternetin tüm çekiciliği ile can sıkıntısı kapasitemizin ortadan kalkması ihtimali ile karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Ancak uzmanların hiçbir şey yapmamanın önemini çok daha uzun yıllardır tartıştığını unutmamak lazım.

1993 yılında psikoanalist Adam Phillips şöyle yazmıştı: “Sıkılma becerisi çocuk için gelişimsel bir başarı olabilir.” Phillips, Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine isimli kitabında ise şöyle diyor: “Can sıkıntısı, hayatı koşturarak aceleyle yaşamak yerine hayatı tasarlamak için bir fırsattır. Bir çocuğun kendi ilgisini çeken şeyi bulması için acele etmemesi yerine hemen ilgi duymaya zorlanması, yetişkinlerin çocuklar üzerindeki en baskıcı taleplerinden biridir. Can sıkıntısı ile kişinin acele etmemesi ayrılmaz bir ikilidir.”

Fry, ebeveynlerin yazın başında çocuklarıyla (en azından dört yaşın üzerinde olanlarla) oturup birlikte yaz tatilleri boyunca çocukların yapmaktan zevk alabilecekleri şeylerin bir listesini çıkarmalarını öneriyor. Bunlar, kağıt oyunları oynamak, kitap okumak ya da bisiklete binmek gibi temel aktiviteler olabilirler. Ama aynı zamanda harika bir akşam yemeği pişirmek, fotoğraf çekme gezisine çıkmak ya da bir oyun sahnelemek gibi daha ayrıntılı ve özen isteyen aktiviteler de olabilir. O zaman çocuğunuz yaz boyunca can sıkıntısından şikayet ederek yanınıza her geldiğinde, onlara gidip listeye bakmalarını söyleyin.

“Can sıkıntısı çocuklara ‘Benim yapmak istediğim şey bu’ deme sorumluluğu veriyor” diyor Fry. Her ne kadar çocukların bir süreliğine etrafta üzgün ve sıkkın bir şekilde dolaşma ihtimalleri yüksek olsa da, bunun zaman kaybı olmadığını fark etmek çok önemli.

“Sıkılmakta hiçbir problem yok” diyor Fry. “Bu bir suç değil sonuçta, di mi? Çocukların bir şeyler yapmak için kendilerini motive etmeleri adına nasıl sıkılacaklarını öğrenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Sıkılmak, çocukların özsaygı ve kendine güven kazanmalarını sağlamanın bir yoludur.”

Aynı teori, 1930 yılında filozof Bertrand Russell tarafından da ortaya atılmıştı. Mutlu Olma Sanatı isimli kitabının bir bölümünü, can sıkıntısının potansiyel değerine ayıran Bertrand Russell, “Hayal gücü ve can sıkıntısıyla baş etme kapasitesi henüz küçük bir çocukken geliştirilmelidir” diyor. Russell şöyle devam ediyor:

“Bir çocuk en iyi, tıpkı bir fide gibi, aynı toprakta rahatsız edilmeden bırakıldığında büyür. Çok fazla yer değiştirme, çok fazla çeşitlilikte etki çocuklar için iyi değildir. Ve büyüdüklerinde, verimli monotonluğa sabırla katlanmak konusunda onları acizleştirir.”

Rezonans Kanunu – İsteklerin Yönetimi – Pierre Franckh


“Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza ulaşamadıysa; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler girdiyse, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların sebebini Rezonans Kanununda bulabiliriz. “
Pierre Franckh, bu kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl kullanacağımızı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar, hayatımızı kalbimizle değiştirebileceğimizin de altını çiziyor.
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.
İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.
Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.
Rezonans Nedir?
Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim
Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.
Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.
Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:
  • Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
  • Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.
İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi söylerler.
Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz.
Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.
Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.
Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:
  • Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
  • İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
  • İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.
İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.
Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.
Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.
Klasik fizikte, daha önce böyle bir şey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi…Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.
Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.
Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.
Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.
Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.
Bu esnada “alıcının” bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?
Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman “evet” der.
İnançlarını her zaman doğru çıkarır.
Sana karşı gelmez.
Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.
Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.
Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.
Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!
Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir?
Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.
Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur. Albert Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek  ki “normal kuantum dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalagaları var. Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası” olarak adlandırılır.
Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay ihtimali” dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre “bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”. Bu şu anlama gelir : “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler”.
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut. Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8’ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92’lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.”
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz.  Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.
  • Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
  • Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
  • Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.
Rezonans Kanunu-Pierre Franckh

Feng Fu noktası









Vücudunuzun kendini tedavisi ve yeniden enerjiyle dolması ve sizi biraz daha genç ve enerji dolu yapmak için bir buz küpü kullanabileceğinizi düşünemezdiniz değil mi? Resimde gösterilen boyunla kafanın birleştiği noktaya koyacağınız bir buz küpü bunu gerçekleştiriyormuş. Bu teknik Çin akupunkturuyla bağlantılı, buz küpünü yerleştirdiğiniz noktanın adı Feng Fu ve anlamı “rüzgar evi”.


Sadece buz küpünü resimde gösterilen Feng Fu noktasında 20 dakika tutun. Doğal olarak başlangıçta biraz donacaksınız ancak otuz kırk saniye sonra sıcaklığı hissetmeye başlayacaksınız.


Bunu her gün yaptığınız takdirde zindelikle dolduğunuzu hissedeceksiniz. Çünkü buz küpü endorfin hormonunun kanınıza salgılanmasını sağlayacak. Bununla beraber bu tekniğin birçok başka yararı olduğu da söyleniyor. Örnek Olarak:
• Uyku düzeni;
• Daha iyi sindirme;
• Sık sık grip olma;
• Daha az eklem, diş ve baş ağrısı;
• Daha iyi nefes alma ve daha iyi kardiovasküler sistem;
• Nörolojik rahatsızlıkların tedavisi ve omurgasal sorunlar
• Cinsel yolla bulaşan ve bağırsak hastalıkları;
• Tiroid bezi sıkıntıları;
• Hipo ve hiper tansiyon ve artrit;
• Astım
• Besinsizlik ve obezlik;
• Selülit;
• Cinsel soğukluk, iktidarsızlık, adet dönemi rahatsızlıkları;
• Uykusuzluk, kronik yorgunluk, depresyon, stres ve psiko-duygusal rahatsızlıkların yönetimi;
Bu metod söylenildiğine göre vücudun dengesini bulmasını sağlıyor, yani teknik olarak bir ilaç değil ancak tazeleme yöntemi. Sadece şizofreni, epilepsi (sara) hastaları, ve hamilelik döneminde tavsiye edilmiyor.




Siz İsteyin Evren Versin!






Bir şey istediğimizde -imkansızmış gibi görünse dahi- bütün evren bunun gerçekleşmesi için bizimle hareket eder...


Rus Çariçesi Katerina kışın ortasında dalından yeni toplanmış taptaze portakalların olduğu kutular aldı. Kutuların beraberinde gelen bir not meyvelerin imparatorluğun sınırları içindeki uzak bir limandan geldiğini söylüyor ve ekliyordu: ''Neler yapabileceğimizi görüyorsunuz ama daha da gelişmek için sizin yardımınıza ihtiyacımız var.'' Bu durumdan çok etkilenen Rus İmparatoriçesi bu limanın daha da gelişip daha çok ürün alabilmesi için çok büyük miktarda para gönderdi.

Aslında portakallar Karadeniz''in öte yanındaki bir başka ülkeden getirilmişti. Ve İmparatoriçe''ye gönderilen not, içinde yalan olmasa da bütün gerçeği söylemiyordu. Belli bir istikamet takip etmeksizin gerçekleştirmeyi planladığım 90 günlük hac yolculuğum sırasında bu şehre ayak bastığımda hikayede geçen yerin neresi olduğunu hemen anladım; bu şehirde en çok duyduğunuz kelime şuydu çünkü: ''Burası Odessa!''






SÜRPRİZ BULUŞMA


Bu yolculuğu yapmaya karar verdiğimde, kendime her hafta için en az bir tane resmi ziyaret sebebi bulmam gerektiğini biliyordum. Çünkü böyle bir sorumluluk yolculuğumu tam ortasında yarım bırakıp Brezilya''ya zamanından önce dönmemi engelleyecekti. Bu ziyaretimde de Ukrayna hükümetinin Çernobil nükleer felaketinin 20. yıldönümü sebebiyle düzenlediği foruma katılacaktım. Etkinlik sadece bir öğleden sonrayı kapsıyordu, bu yüzden hazır rüzgar beni Ukrayna''ya sürüklemişken bir hafta daha bu ülkede kalmaya karar verdim. Ne yapmak istediğimi sorduklarında, normalde üç - dört gün önceden duyurmama rağmen bu kez okuyucularımla sürpriz bir buluşma düzenleyeceğimi söyledim. Peki nerede olacaktı?


''Odessa,'' diye cevapladım.


Herkes çok şaşırmıştı. Neden Odessa? Onlara, benim de Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Schwab Foundation tarafından projesi seçilen Sergey Kostin''le görüşeceğimi söyledim. Davos''taki toplantılarda (Schwab Foundation Dünya Ekonomik Forumu''na bağlı bir kuruluştur) tek bir kelime İngilizce konuşmadan projesini bize sunan ve oradaki zirveye sık sık katılan işadamlarını duyarlı hale getirmeyi başaran bu Ukraynalı''dan çok etkilenmiştim. Sergey kendisini yaşadığı şehirde ziyaret etmem konusunda ısrar etmişti; kendimi içgüdülerim ve çeşitli işaretler doğrultusunda yönlendirdiğim bu yolculukta yolum buraya düşünce bunu yapmanın zamanının geldiğini hissetmiştim. Puente la Reina''da başlayan geleneğe uyarak yerel bir kitabevinden çekilişle belirlenecek 50 okuyucumla buluşacağım bir imza günü düzenlemesini rica ettim.



Bir dostum bana uçağını ödünç verdi. İndiğimizde Rusya''daki temsilcim imza günü için nasıl bir hazırlık yapıldığını görmek istediğini söyledi, çünkü her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak istiyordu. Ama davetiyelere göz attığında gözlerindeki endişeyi fark ettim.


ENDİŞELİ BEKLEYİŞ

Temsilcim ''İyi ama burda ne tarih, ne yer, ne zaman belli!'' dedi.


''Burası Odessa'' diye cevap verdi kitabevi sorumlusu, ''Davetiyeleri alanlar gerekli bilgileri almak için etkinlikten üç saat önce telefon edecek. Eğer bilgilere daha erken ulaşırlarsa ortaya bir sürü sahte davetiye de çıkar.''


İmza gününe kimsenin gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştık ama temsilcim Natasha''ya endişe etmemesini, herhangi bir beklenti içinde olmadığımı ve tüm bunların maceranın bir parçası olduğunu söyledim. Bu arada da Eisenstein''ın filmi ''Potemkin Zırhlısı''nın en güçlü sahnelerinin çekildiği merdivenleri görmeye gittim. Sonuçta her şeye rağmen imza partisi çok başarılıydı, ne de olsa ''burası Odessa''ydı ve beklenenden çok daha fazla kişi partiye gelmişti. Kitabevi sorumlusu beni, heykelimi yapmak isteyen devasa bir adamla tanıştırdı.

Daha önce de bu tür teklifler almıştım. Hiçbirini de kabul etmedim çünkü bunun günler boyu poz vermek anlamına geldiğini biliyorum, oysa ben ertesi gün Kiev''de olmayı planlıyordum. Ama kitabevi sorumlusu ısrar etti:

''Sadece 1 saat. Burası Odessa!''


O gün Ortodokslar''ın Paskalya yortusuydu, Hıristiyanlık için önemli bir gündü. Sırf adamı böyle bir günde mutlu etmek için teklifini kabul etmem gerektiğini hissettim -ancak gerçekten bir saatten daha fazla kalamazdım, Kiev''e geri dönmek zorundaydık.


BİR SAATTE HEYKEL

Birkaç arkadaşla birlikte adamın stüdyosuna gittik. Adı Alexander Petrovich Tokarev olan heykeltıraş bütün geceyi kilisede dua ederek geçirdiğini söyledi (bu bir Ortodoks geleneğidir). Gece hiç uyumamış olmasına rağmen kolları sıvayıp heykeli yontmaya girişti. Biraz gergindim, çünkü bu kadar kısa sürede hiçbir şey yapamayacağını düşünüyordum. Adam su gibi terliyordu, elleri bir an bile durmuyordu, buna rağmen hareketleri netti, bir tür ruhani bale yapıyor gibiydi. Stüdyosunun dört bir yanına yayılmış diğer çalışmaları, dehasını ve yeteneğini gösteriyordu. İmkansızmış gibi görünen işleri gerçekleştirme konusundaki tutkusunu ve kapasitesini anladım. O anda şunu bir kez daha hatırladım: Bir şeyi istediğimizde bütün evren de bunun gerçekleşmesi için bizimle birlikte hareket eder.


Bir saatin sonunda heykel hazırdı. Ama neden bu kadar şaşırmıştım ki? Burası Odessa''ydı!



Yazar: Paulo Coelho