Güvene İhanet Edildiği Zaman
Güvenin suistimali, pek çok ilişki türünde ortaya çıkan çok acı verici bir duygusal deneyimdir. Hepimiz başkaları tarafından zarar görmüş veya aldatılmışızdır. Yaşadığımız olumsuz duygular o kadar güçlüdür ki kimseye bu kadar kötü davranılmadığından, bu kadar zarar verilmediğinden ve bu kadar berbat hissettirilmediğinden eminizdir. Bu acıyı bertaraf etme çabasıyla kabuğumuza çekilerek veya dışarıya patlayarak , kolayca acımıza ve kederimize kilitleniriz. Ancak bu herkesin başına az ya da çok gelmiştir, biz bunları yaşayan tek kişi değilizdir.
Tıpkı bizim başkalarını kırdığımız zaman kafamız karışık, mutsuz ve bedbaht olmamız gibi, onların da bizi incittiği – bize zarar verdikleri zaman kafalarının karışık, mutsuz ve bedbaht olduklarını kabul etmek, iyileşmemize yardım eder.
Bize Zarar Verenleri En Büyük Öğretmenimiz Olarak Görelim
Budist öğretiler, güvenimize ihanet edildiği zaman ve insanlardan zarara uğradığımız zaman ortaya çıkan öfke ve diğer acı verici duyguların üstesinden gelmek için birkaç yöntem içermektedir. “Zihin Dönüşümü ÜstüneSekiz Kıta” bu durumun şu şekilde üstesinden gelmeyi tavsiye ediyor:
Yararlı olduğum
Ve büyük güven beslediğim biri
Beni çok kötü kırarsa (Bana çok büyük zarar verirse),
O kişiyi en büyük öğretmenim olarak göreceğim.
İlk okuyuşta, bu kıtayı uygulamak neredeyse olanaksız gibi görünüyor. Zarar gördüğümüz – incindiğimiz – öfke ve nefret duyduğumuz zaman yapmak istediğimiz son şey karşımızdaki kişiyi en büyük öğretmenimiz olarak görmektir. Bunun yerine, başkalarına onun ne kadar güvenilmez – zalim ve acımasız olduğunu anlatarak onu kötülemeyi – alçaltmayı tercih ederiz. Bazılarımız büyük bir öfke ve intikamla o kişiye aynı acıyı yaşatmak üzere saldırır. Bazılarımız da çaresizlik ve kendine acıma duygularına gömülerek , dünyanın, güvenebileceğimiz kimsenin olmadığı düşman bir yer olduğu görüşümüzü sürdürürüz.Ancak, biri bizi incittiği – zarar verdiği zaman, başka türlü kavrayamayacağımız derin dersler öğrenme fırsatı buluruz.
Döngüsel Varoluşun Doğasını Tanıyın
Hayalkırıklığının, döngüsel varoluşun doğasının bir parçası olduğunu anlamak yararlıdır. Istırap ve hayalkırıklığı olmak zorundadır. Çünkü bizler, rahatsız edici tavırların, olumsuz duyguların ve karmanın etkisi altındayız. Bunların olamsına neden şaşmalı ki? Bize zarar veren, bizi inciten kişiler bunu mutsuz olduklarında yapıyorlar.
Daha Geniş Bir Açıdan Bakın
Talihsiz olaylara, başkalrından zarar görmeye daha geniş bir çerçeveden de – birçok yaşantının ışığı altında – bakabiliriz. Bu karma konusunu ve davranışlarımız konusunu içerir. Budacı görüş açısından, fiziksel – sözel ve zihinsel edimlerimiz bilincimizde izler bırakır. Bu izler daha sonra olgunlaşır ve deneyimlerimizi etkiler. Şimdi yaşadıklarımız, geçmişteki duygu, düşünce, söz ve davranışların neticesidir. Mesela, eğer biri bize fiziksel şiddet uygularsa, daha önce kötü birşey yapmış olmalıyız, bu durumda bu yaşamımızda veya daha önceki yaşamımızda fiziksel olarak başkalarını incitmiş olmamız gerekir. Karma bir bumeranga benzer. Onu fırlatırız ve bize geri döner. Eğer başkalarına belli bir şekilde davranmışsak, özel bir enerji yaratırız ve bu da daha sonra benzer bir şeyin başımıza gelmesine neden olur.
Bunu anlamak, zor durumların ve insanlardan gördüğümüz zararın sorumluluğunu kabul etmemizi sağlar. Bizler kurban değiliz; bizler ortak yaratıcılarız. Ektiğimizi biçiyoruz. Geçmişte başkalarına zarar verdik, hatta belki de bu hayatta bile zarar vermiş olabiliriz. Ve şimdi de bir başkası bize zarar vererek, o kişi kanalıyla karma borcumuzu ödemiş oluyoruz. bu düşünce biçimiyle içimizdeki öfke diner ve kabullenişe geçeriz. Yaşadığımız bu ıstırabın – bir insandan gördüğümüz bu zararın daha önce yaptığımız kötü şeylerin bir bedeli olduğunu kavrayınca intikam, kin, nefret ve öfke duyguları da son bulur.
Daha önceki olumsuz davranışlarımızın (belki de daha önceki hayatımızdaki) izleri olgunlaştığı zaman şaşırmamalıyız. Nihayetinde, toprağa tohum ektiğimiz zaman, bunlar bir gün bütün koşullar uygun olduğu zaman büyüyecektir. Aynı şekilde, zaralı karmik tohumlar ektiğimiz zaman, yardımcı şartlar mevcut olduğunda bunlar olgunlaşır. Bunu kabul ettiğimiz zaman, zarar gördüğümüz kişiden dolayı acı çekmemiz – nefret duymamız – intikam almamız için bir neden olmadığını görürz. Bu acının kaynağı bizim yaratımımızdır. Ama bu demek değildir ki, “bize zarar veren kişi masumdur – haklıdır”.
Bunu kurbanı suçlayarak ve suçluyu temize çıkararak yanlış yorumlamamalıyız. “İnsanların bana eziyet etmesine layığım” diyerek kendimizi mazoşist bir şekilde suçlamamalıyız. Mesela, Joan daha önceki hayatlarında başkalrını taciz ettiği için, karması onun geçmişteki ve bu yanlış davranışlarının bir cezası olarak hak ettiği ıstırabı yaşadığı tacizkar bir ailede doğmasına neden olduğuna inanıyordu. Bu yanlış bakış açısı onun terapiye gitmesini önledi. Bu görüşünü terapisti ve dini danışmanıyla tartıştığı zaman, Joan bir çocuk olarak üstünde hiçbir denetimi olmadığı bir şey için kendini suçlamak adına dini inançları yanlış kullanarak, ıstırabını sürekli kıldığını – sürekli kendini günahkar gördüğünü kavradı. Görüşünü düzelttiği zaman, iyileşme sürecine devam edebildi ve hayatını büyük ölçüde düzeltti.
Başkalarından zarar gördüğümüz zaman (hatta bu çok büyük olsa bile) ve ıstırap çektiğimiz zaman, şunu kabul etmeliyiz: “Evet, geçmişte başkalarına zarar verdim. Şimdi bunun neticesi bana geri dönüyor. Bu benim kötü ve yanlış biri olduğum anlamına gelmez. Bu sadece ben-merkezci cehaletimin etkisi altında geçmişte ( ve/veya geçmiş yaşamımda) başkalarına karşı yanlış davrandığım ve onlara zarar verdiğim anlamına gelir. Eğer bu deneyim hoşuma gitmiyorsa ve bana acı veriyorsa, o halde gelecekte aynı acı verici durumlarla karşılaşacak nedenleri tekrar yaratmamak için başkalarına karşı davranışlarımda dikkatli olmalıyım.”
Kendimizi bu şekilde düşünmek için eğiterek kötü durumları, onlar hakkında yapıcı şekillerde düşünerek, aydınlanma yoluna dönüştürebiliriz. Durumları suçlama, kendimizi kurban olarak görme, bize zarar veren kişiye büyük öfke duymaya, hata ve suç bağlamında çerçevelendirmeye son veririz. Kendi yaptığımız yanlışlığın sonucu olduğunu kavrayarak, kendimizi iyileştiririz. Bu şekilde, onu değiştirmek için ne yapabileceğimizi anlarız ve bir kurban zihniyetine saplanıp kalmaktansa deneyimlerimizden ders alırız.
Bize zarar veren kişiye olan öfkemizi – nefretimizi yendiğimiz için yapıcı davranmaya, çözüm odaklı bakmaya, çareler bulmaya ve durumumuzu düzeltmeye başlarız. Aksi takdirde bu acı verici - güçten düşürücü nefret duyguları bize zarar verdiği gibi, çözümsel eylem adımları atmamıza ve kendimizi-durumumuzu iyileştirmemize engel olur.
Kaynak Kitap: “Öfkeden Sakinliğe” Yazar: Budist Rahibe Thubten Chodron
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder