Hazreti Mevlana’nın Işığında Yürümek
“İnsan, büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır.”
Mevlana’nın asıl adı Muhammed Celaleddin‘dir.Mevlana ve Rumi de, sonradan verilen isimlerdendir. Mevlana’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük Türk kültür merkezi: Belh‘tir. Doğum tarihi 30 Eylül 1207’dir. Hazreti Mevlana’nın babası ile Belh’ten Konya’ya göçlerinin nedeni olarak araştırmacılar Moğol istilasını gösterirler.
Hazreti Mevlana Manevi Yolculuğunu, olgunluğa ermesini, şu sözünde toplamıştır;
“Hamdım, piştim, yandım“
Hazreti Mevlana ile Hazreti Şems Konya’da buluştukları zaman Mevlana tamamiyle kemale ermiş bir şahsiyetti. Şems Mevlana’ya ayna oldu. Mevlana, Şems’in aynasında gördüğü kendi eşsiz güzelliğine aşık oldu. Diğer bir ifade ile Mevlana gönlündeki Allah aşkını Şems’te yaşattı. Mevlana’nın Şems’e karşı olan sevgisi, Allah’a olan aşkının ölçüsüdür; çünkü Mevlana, Şems’te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu. Mevlana açılmak üzere bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlana bir aş şarabı idi. Şems ona bir kadeh oldu. Mevlana zaten büyüktü, şems onda bir gidiş, bir neşve değişikliği yaptı. Şems ile Mevlana üzerine söz tükenmez, son olarak şöyle söylenebilir;
“Şems, Mevlana’yı ateşledi; ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki, alevleri içinde kendi de yandı“
Mevlana ile Şems’in bu iki ilahi dostun nurlara gömülüp yine ilahi aşk ile kendinden geçercesine yaptıkları sohbetlerindeki mukaddes sırrı idrakten aciz olanlar, ileri geri konuştular. Neticede Şems, incinde ve Mevlana’nın yalvarmalarına rağmen Konya’yı terk ederek Şam’a gitti. Şems’in ayrılığından derin bir ızdıraba düşen Mevlana, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu Şam’a Şems’e gönderir. Şems “Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlana’nın arzusu kafidir. Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkılabilir?” diyerek Mevlana’nın davetine icabed ederek Konya’ya döner. Şems’in Konya’ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana hasretin sıkıntılarından kurtuldu. Şems’in şerefine ziyafetler verildi; Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurla, muhabbetle, dostluk içinde geçen günler pek sürmedi, dedikodular ve can sıkıcı durumlar yeniden başladı. Böylece Şems 1247-1248 tarihinde Konya’dan ansızın gidip kayboldu. Mevlana Şems’i çok aradı, onun ayrılığıyla gönülleri yakan, sızlatan, nice şiirler söyledi. Mevlana Şems’İ bulamadı ama mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varlığında beliren Şems’i kendinde gördü ve dedi ki;
“Beden bakımından ondan ayrıyım ama bedensiz ve cansız ikimizde bir nuruz. Ey arayan kişi! ister onu gör, ister beni. Ben o’yum o da ben“
17 Aralık 1273 tarihinde bütün parlaklığı ile bütün güzellikleri ile baki aleme göçtü. Mevlana son anlarında özlediği ebedi cemal alemine kavuşacağını anlamıştı. Aniden hastalanarak yatağa düşüt. Hastalık haberi Konya’ya yayıldı, şifalar dileyenler, gönlünü, duasını almaya gelen ahalinin arasında Şeyh Sadreddin’de vardı. Şeyh Sadrettin talebeleriyle Mevlana’ya geçmiş olsun demeye geldiğin de; “Allah yakın zamanda şifa versin. Hastalık ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canısınız, inşallah yakın zamanda tam bir sıhhate kavuşursunuz” temennisinde bulundu. Bunun üzerine Mevlana; “Bundan sonra Allah sizlere şifa versin. Aşıkın maşukuna kavuşmasını ve nurun nura ulaşmasını istemiyor musun?” dedi. Şeyh Sadreddin yanındakilerle birlikte ağlayarak Mevlana’nın huzurundan ayrıldı.
Mevlana, dostlarına ve aile efradına, bu dünya’dan göçeceğine üzülmemelerini söylüyordu; fakat onlar bu ayrılığı kabullenemiyorlar; ağlayıp inliyorlardı. Mevlana’nın hanımı Mevlana’ya hitaben: “Ey alemin nuru, ey ademin canı! bizi bırakıp nereye gideceksin? Hudavendigar Hazretleri’nin dünyayı hakikat ve manalarla doldurması için üçyüz-dörtyüz yıllık ömrünün olması lazımdı” dedi. Mevlana da cevaben: “Niçin?niçin? biz ne Firavun ne de Nemrud’uz bizim toprak alemiyle ne işimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasıl olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindanında kılmışım; yoksa hapishane nerede ben nerede? kimin malını çalmışım? yakında Allah’ın sevgili dostunun, Hazreti Muhammed’in yanına döneceğimiz umulur” dedi.
Mevlana son demlerinde iken dostu Sıraceddin-i Tatari’yi yanına çağırarak kendisine şu duayı öğretmiş ve sıkıntılı zamanlarında okumasını tavsiye etmiştir: “Ya Rabbi! bana, ne senin zikrini unutturacak, sana şevkimi söndürecek, seni teşbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık; ne de beni azdıracak, şer ve kötülüğümü arttıracak bir sıhhat ver. Ey merhamet edenlerin merhametlisi! Merhametinle bu duamı kabul et“
Hazreti Mevlana’nın ölüme ve mezara bakışı;
“Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit şüpheye düşme.
Bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca, sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneş’e ve ay’a batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür ama o doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin? Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun, mekansızlık aleminin fezasındadır“
Hazreti Mevlana’nın ziyaretçilerine seslenişi ise şöyleydi:
“Kardeş, mezarıma defsiz gelme,çünkü Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz. Hak teala beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem; çürüsem bile, ben yine o aşkım“
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız, bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir“
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder