Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak. Birçok ilişkinin kısa sürmesindeki ya da tek tarafın çabası ile ilerlemesindeki en büyük sebep; bu hataya düşmek…
Birlikte olduğu insanı hayatının merkezi yapmak birçok kişinin yaşadığı bir durum. Sevgili ya da eş rolü; hayatımızda var olan rollerden sadece biri… Ebeveyn rolü, evlat rolü, çalışan rolü, arkadaş rolü ve diğer roller… Sahip olunan rollerin enerjisel ve zamansal paylaştırılmasında yaşanabilen dengesizlik yaşanan ilişkinin kalitesine ve dengesine de yansıyabiliyor.
Bir partner olmak; hayattaki tek rol değil… Bir ilişkiyi insanın her şeyi yapması hem kendisini hem de karşısındaki kişiyi zamanla boğabiliyor. Sorgulamalar, yargılamalar ve sonucunda da yıpranmalar başlayabiliyor. Hem kişilerde hem de yaşanan ilişkinin kalitesinde ve sürdürülebilirliğinde…
Her insanın kendi kişisel alanı ve kişisel bir hayatı var. Birini sevmek; onu hayatının merkezi haline getirme algısını yaratmamalı. Bir kişiye ya da bir olaya olması gerektiğinden çok fazla enerji yüklemek ve tüm enerjisini bir ilişkiye adamak o ilişkiyi ve kişiyi kendinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Kendi içinde tam ve bütün olmayı başarabilen kişi zaten enerjisinin büyük kısmını kendi için öncelikle harcamayı bilir. Kendi içinde mutlu olabilmeyi başardığında zaten başka şeylerden ya da kişilerden aradığı mutluluğu beklemeyecektir. İlişkisini kaliteli yaşayabilen insanlar; önce kendisi ile meşgul olmayı, hayatındaki tüm rolleri dengede tutmayı ve kendi hayatında tek başına da olsa düzeni oturtmuş insanlar.
“Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak” nelere sebep olur?
Karşı tarafın her dakika diğer tarafı düşünmesi ya da her anını onunla paylaşması beklentisi ilişkiyi yıpratabilen en önemli sorunlardan birisi… Kendi yaşantısının her alanını karşı tarafın doldurması beklentisi zamanla hem bu beklentide olanı hem de karşısındakini yormaya başlar. Bu beklentinin altında yatan kök sebep aslında kişinin bilinçaltına kodlanmış kaybetme, aldatılma, sevilmeme, değersizlik ve yalnız kalma korkusudur.
Eğer sürekli başlamadan biten ya da başlasa da fazla sürmeyen ilişkileri çok fazla yaşıyorsanız kendi içinize dönüp bu korkular var mı bir düşünün. Sürekli düzeltmeniz gereken ya da sizdeki eksik yönleri yansıtan tipte insanları hayatınıza çekiyorsanız belki de önce kendinizle yüzleşmeniz ve kendinize odaklanmanız gerekiyor.
Unutmayın, hayatınıza çektiğimiz her insanın bir anlamı var aslında; sizi size aynalamak. Neden hep benim başıma geliyor, neden hep yanlış insanları buluyorum diyerek kendinizi hırpalamak yerine, biraz içinize dönüp sorunun kaynağına yönelin. Davranışlarınız ve enerjiniz değiştiğinde size gelenlerin de değiştiğine şahit olacaksınız. Bunun için önce farkına varmanız, sonra kabullenmeniz ve devamında ne gerekiyorsa değiştirmek için önce kendinizle biraz uğraşmanız gerekiyor.
Her insanın kendini mutlu hissettiği ya da ihtiyaç duyduğu yalnız kalma ya da kendi hobileri, kendi ailesi, arkadaşları ya da işi ile ilgili ayırması gereken zamanları olabilir. Bu karşı tarafı sevmediği ya da önemsemediği anlamına gelmemeli. Ya da diğer tarafın buna bir anlam yükleyerek diğer tarafı boğması, ben merkezci beklentilerini karşı tarafa gereğinden fazla yansıtması gibi…
Karşı tarafın hayatındaki en önemli kişi olma beklentisi ilişkinin temel amacı haline dönüştüğünde dengeler ciddi anlamda sarsılabilir. Buna karşılık insanın hem kendisinin hem de karşısındaki kişinin hayat amacında farklı rolleri de olduğunu kabullenebilmesi ilişkiyi olumlu anlamda besleyebilir. Tabi ki bu durumda da, diğer rollerdeki denge kurulurken partner olma rolünün de dengede tutulabilmesi önemli…
Tek bir role -bu hangisi olursa olsun- endekslenmek diğer rollerin de paylaşım dengesini bozabilir.Bir ilişki yaşarken ya da evlenildiğinde; her şeyi birlikte yapma beklentisi iki tarafı da zamanla birbirinden aksine uzaklaştırabiliyor. Karşı tarafı hayatının merkezine oturtma ihtiyacı; bir tarafın ilgisi ile kişinin değerinin beslenmesi ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir. Ya da kendisini daha güvende ve değerli hissetme ihtiyacı…
Erkekler baskılanmaktan, sorgulanmaktan, her yaptığını rapor etmekten, suçlanmaktan ve fazla konuşulmasından hiç de haz almazlar. Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak zamanla baskıları, sorgulamaları ve suçlamaları arttırır. Bir kadın bu istenilmeyen davranışların dozunu arttırdığında, bu durum da erkeği boğar ve uzaklaştırır. Bırakın bir ilişki içinde kalmayı, bir ilişkiye başlamadan kaçmasına sebep olur.
Daha ilk görüşmelerde bile bunu yapıyorsanız, karşı tarafı bir anda odağınız haline getiriyorsanız baştan hatayı yaptınız demektir. Kadınlar da aynı durumların kendisine yapılmasından hoşlanmaz fakat gerçekçi bakıldığında kadınlar, erkeklere bu davranışları maalesef daha çok sergiliyor.
Bir ilişki neden bağımlılık haline gelir?
Her ne olursa olsun; her insanın farklı yönlerinin ya da kendisine ait bir kişisel alanlarının olduğunun kabullenilerek ilişkilerin yaşanması, ilişkilerin bağımlılığa dönüşmesini de engelleyebilir.
Beklenti üzerine kurulan ilişkilerin daha kısa ömürlü olması ihtimali hep vardır. Aşırı beklentiler beslenmedikçe, bu beklentilerini karşılatabilmek için kişi karşı tarafın üstüne daha çok düşmeye başlayabiliyor.
Bu beklentiler neler olabilir?
Karşıdaki kişinin diğer tarafın sevdiği derece kadar sevmesi beklentisi…
Kendi eksik taraflarını bir başkasının tamamlayabileceği beklentisi…
Karşılık umarak karşı tarafa bir şeyler yapma ve aynı şeylerin kendisine de aynı derecede yaşatılması beklentisi…
Bir tarafın ilgisi diğerinden daha az olduğunda karşı tarafa verilen ilginin derecesi ile aynı ilgiyi bekleme beklentisi…
Her şeyi birlikte yapma beklentisi…
Sürekli ilgi görme beklentisi…
Değerli hissettirilme beklentisi…
Kendini ifade etmeden anlaşılma beklentisi…
Karşı tarafı değiştirme beklentisi…
Bu beklentiler; ilişkilere ben merkezci yaklaşımlar ile ya da karşı tarafı hayatının odak noktası yapması ile de artabilen beklentilerdir.
Tabi ki her insanın beklentileri ya da doyurulması gereken ihtiyaçları olabilir. Bağımlılığa dönüşüm çok daha farklı bir durum…
Bu ihtiyaçlar ve beklentiler çok fazla ise; beslenmedikçe ya da beklenenin altında doyuruldukça, daha çok ihtiyaç içinde olan kişi ilişkiyi ve karşısındaki insanı takıntı yapmaya başlayabiliyor. Bu durum bu alışkanlığı geliştiren kadar, etkilerinin yaşatıldığı kişiyi de yıpratıyor. Zamanla boğulan partner her ne kadar içinde bazı duygular hala kalsa da kaçmayı ve daha huzurlu, kendisine odaklı bir hayat yaşamayı tercih ediyor.
“Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak” nasıl yok edilir?
Değiştikçe özgürleşirsiniz. Kendi hayatınızın ne kadar değerli olduğunu anlarsınız. Kendi içinize yöneldiğinizde ve yürümediğini düşündüğünüz her şeyi değiştirmek için emek harcadığınızda kendinize güzel olayları ve doğru insanları çekmeye başladığınızı görürsünüz. Önce kendinizi özgürleştirin; size çelme takan, ilerlemenize engel olan, ilişkilerinizi yıpratan, sizi mutsuz eden her şeyden özgürleşin.
Aslında kimi zaman karşı tarafı hayatın merkezi yapmak hatasına düşmenin en büyük sebebi kendinden ve kendi hayatından fazla uzaklaşmış olmak. Önce kendi hayatınızı düzene sokarsanız, hedefleriniz olursa o zaman kendi hayatınıza daha fazla odaklanır, kendinizi daha çok seversiniz. Kendi içinde mutlu olamayan bir insan, başkasını nasıl mutlu edebilir, onun sundukları ile nasıl yetinebilir? Doğru insanı kendine çekmek için önce kendi doğru insan olmak; bu çok önemli.
Kendi kişiliğinin ve kişisel hayatındaki rol dengelerinin kaybedilmediği, karşı tarafın da aynı şekilde partner olmak kadar diğer rollerinin olduğunun da kabullenilebilmesi, en önemlisi de onun da kişisel alanlarının olduğunun farkındalığı ile ilişkinin yaşanabilmesi ilişkilerin kalitesini ve uzun ömürlü olabilme ihtimalini arttırabiliyor.
Yaşanan tecrübeler sonrasında kişi eğer yaşadığı bazı tecrübelerde kendi bakış açılarının ya da davranışlarının negatif etkiler doğurduğunu fark ediyorsa ve bu anlamda kendisinde bazı değişimler yapması gereğini hissediyorsa uyguladığı stratejilerdeki davranış ve düşünce modellerini esnetebilmesi ve değiştirebilmesi mümkün.
Çoğunlukla insan yaşadığı alan ya da alıştığı davranış modellerinden çıkmanın hayat konforunu bozacağını düşünebilir. Bu durum değişim konusunda aslında kişinin kendine koyduğu bir engeldir. Herkes hata yapabilir, herkes yanlış davranış modellerinde bulunabilir ama bu demek değildir ki bütün hayatı boyunca böyle kalmalı, ya da kalabilir. Halbuki mevcut durumu belki de çok da istediği gibi değildir; ya da çevresindeki insanlar belki de onun bu durumundan hoşnut değildir.
Kişi, yanlış izlediği stratejilerle hem kendine hem de etrafına zarar verdiğinin farkındalığına vardığında ve bu durumdan memnuniyetsizlik yaşıyor ve yaşatıyorsa: kendisi bu akışa dur diyebilir. Mevcut davranış modelleri ya da bakış açıları pozitif sonuçlar vermiyor ise değişim gereği ortaya çıkabilir.
Her koşulda burada tamamen kişinin kendi iç dünyasına inerek, objektif olarak kendisini analiz etmesi, kişinin öncelikle kendiyle bağlantı kurabilmesi ve davranış seçimlerinin sonuçlardan ne kadar memnuniyet ya da memnuniyetsizlik duyduğu değişim ihtiyacını getirebilir.
Değişim; ancak insanın kendi olumsuz davranışlarından kurtulabilme isteği ve çabası, en önemlisi de bu değişim ihtiyacını kendisinin hissetmesi ve istekli olması ile mümkün.Seçimler ve fırsatlar hayatın ne yönde gideceğini etkiliyor. Kişinin verdiği kararlar hayatının akışını belirleyebiliyor. Kişi isterse kendi hayatını yönetebilir.
Buradaki en önemli kriter her şeyin dozunun iyi ayarlanabilmesi ve insanın öncelikle olarak kendi hayatına odaklanması…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder