Evrendeki tüm canlılar, ilkbaharda açan çiçekler, kış uykusuna yatan hayvanlar, göç eden kuşlar ve vb. Her şey saatini hiç şaşırmıyor. Her şey astrolojik döngüler ve beyin’den salgılanan günlük, aylık, mevsimsel hormonların kontrolünde çalışan biyolojik saatlerle yönetiliyor. İnsan beyni de tüm vücudu genellikle 24 saatlik ritimler içersin de çalışan içsel biyolojik saatlerle kontrol etmektedir.
Kuantum potansiyelden kaynağını alan, kozmik açılım alanı bir frekans dalga sistemidir. Bu sistemden. beynimiz, vücudumuz oluşur. Varlık meydana gelir. Bu dalga okyanusuna en geniş kapsamda muhatap olan ise “beyin”dir.
İnsan denilen varlık, beyninin açılımı kadarı ile “öz”ün dekini algılayarak, yaşamına geçirebildiği oranda mükemmele ulaşabilecek imkanlara sahip bir varlıktır. Kişinin dünya(sı)nın ana merkezi, üst beyin (korteks) dir. Burada bütün organlara hakim, yasalarla sınırlı bir veri tabanı oluşmuştur.
Her an gelen verilerle de, her an yeni bir veri tabanı beyin’de şekillenip oluşmaktadır. Bu olay Kuran’da (Rahman suresi/29) “O her an yeni bir şandadır/oluşturandır.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu veri tabanının oluşumu ile de insan kendini dünya da yaşayan birimsel bir varlık zannı ile yaşamını sürdürmektedir.
Dışarıdan beyne ulaşan (astrolojik tesirler, vb.) veya beynin ürettiği çeşitli hormonlar veri tabanın oluşmasında istem dışı rol oynamaktadırlar. Tüm canlılarda gün boyunca belirli biyolojik parametreleri düzenleyen ve genellikle 24 saatlik ritimler halinde işleyen, beyin de gerçekleşen hormon salınımları vücudumuz daki bir sürü fiziksel ve mental (ruhsal) değişikliklerin oluşmasına neden olmaktadır.
İnsan beynin de oluşturduğu format ile sınırlı yaşamı, dünya(sı) olarak algılayarak faaliyetini ve yaşamını sürdürür. İnsan gelen verileri veri tabanında oluşmuş olan “format”ın kapasitesi oranında değerlendirerek (akıl) bir şeyi bir şeye bağlayarak, sentezleyerek mevcut veri tabanındaki sınırlar içersinde bir sonuca gider ve onu gerçeği olarak kabullenir.
Akıl veri tabanındaki belirli sınırlamalara, yasalara bağlı olarak çalıştığından sınırlarının ötesini algılayıp, ruhani, mistik, vb. olayları dünya(sın)da açığa çıkaramaz. Bu tarz şeyler veri tabanının kapsama alanı dışındadır.
Bilim adamları insan beyni’nin dünyevi/maddi temel ihtiyaçları yanı sıra, manevi/ruhsal yaşantıları içinde uygun bir donanıma sahip olduğunu söylemekte ve manevi yaşantı sırasında beynin bazı bölgelerinde oluşan değişiklikleri tespit etmektedirler.
Varlık bilincinin oluştuğu, üst beyin (korteks) de oluşan benliği koruma amaçlı çalışan bölge “amigdala” denilen kısımdır. Amigdala aceleci, duygusal, dengesiz, aşırı tepkilidir. Beynin aldığı kararlarda ilk an da amigdala hakim oluyor. Bütün alanı ele geçiriyor. Beyin veri tabanı yeterli bilgi-data, birikimine sahip değilse amigdala insan üzerinde tüm hakimiyeti sağlıyor.
Bu bölge beyinde, şeytani vasıfların ağırlıkta olduğu bölgedir. Ve bağırsak nöronlarından beslenmektedir. İnsan kendisini var olarak kabullendiği benliğine karşı bir saldırı, bir tehlike hissettiğinde, kendini küçültücü, aşağılayıcı her hangi bir şey algıladığında veri tabanın da oluşturduğu şartlanmalarına ters bir durumla karşılaştığında, düşünmeden hemen karşı çıkıp, reaksiyon ortaya koymaktadır.
Bir olay ile karşılaştığında amigdala geçmişte yaşanan benzer olayı aceleci bir şekilde kopyalayıp, yapıştırarak hayvansı bir iç güdü ile düşünmeden, ön yargılı, düygusal bir çıkış yaparak, otomatik tepki verir ve insanın hata yapmasına neden olur. Burası kişi’nin kendine hakim olamadığı, Adem’in, şeytan’ın tuzağına düştüğü, yaptıktan sonra ben, bunu nasıl yaptım!.. Diye pişmanlık duyduğu, olayların kaynağı olan yerdir.
Ancak beyin veri tabanı yeterli bilgi-data birikimine sahipse, acele etmeden gerekli tedbirleri alıp, sentezlemeyi yapıp amigdala üzerinde etkili olup onu kontrol edebiliyor. Bu olay Hz. Muhammed(s.a.v) tarafından "Teenni (tedbirli) davranmak Rahmandan, acele şeytandandır” Hadisi ile ifade edilmiştir.
Amigdala’nın kontrolündeki üst beyin (korteks) düşük frekanslı dalgaları çözerek sınırlı dünyamızı ve benliğimizin oluşmasını sağlarken, bilimin son yıllarda gerçek işlevini keşfettiği “epifiz (pineal)" ise, varlığın dünya(sın)da algılayamayıp da gayb, bilinmeyen olarak kabullendiği manevi dünyasını barındıran alt beyine ait yüksek frekanslı dalgaları çözen, kalp nöronları ile bağlantılı bir merkezdir. Bir yerde insanın kara kutusudur.
Beyindeki “epifiz bezi” güneş ışığının olmadığı saatlerde gece, karanlığında aktif duruma geçerek hormon (melatonin, pinolin, dimetil triptamin) salgılamaya başlamakta, gecenin sonuna doğru salgılama maksimum seviyeye ulaşmaktadır.
Gece, epifiz den yüksek miktarda hormonun salgılandığı zaman içersinde (23 ila 05 saatleri arasında) yapılan dualar, telkinler, ritüeller ve içe dönük çalışmalar kişiyi, meta-fizik, manevi alem’lerle münasebete açık hale getirmektedir. Hz. İsa “Karanlıkta oturanlar, gerçek ışığı görürler” şeklindeki ifadesi ile bu konuya dikkat çekmiştir.
Bu yüzden de gün aydınlanmadan önce yapılan ibadet, dua, özellikle de, sabah namazının önemi çok fazladır. "İnsanlar sabah namazının sevabını bir bilselerdi, sürünerek dahi olsa giderlerdi." (Hadis,-Buhârî, Müslim, Muvattâ ve Nesâî)
Bu yüzden de gün aydınlanmadan önce yapılan ibadet, dua, özellikle de, sabah namazının önemi çok fazladır. "İnsanlar sabah namazının sevabını bir bilselerdi, sürünerek dahi olsa giderlerdi." (Hadis,-Buhârî, Müslim, Muvattâ ve Nesâî)
Epifiz’in hormon salgısı, gece 03 saatlerinde maksimum seviyeye ulaşması ile, bilinç bu saatler de bedenin daha az etkisinde kalmakta ve tefekkür bu zaman dilimin de çok daha kolay olmaktadır. Salgı ne kadar fazla ise yaratana yöneliş, Kur'an ayetlerini tefekkür, ayetlerle kurulan bağ o kadar güçlü olmaktadır. Bu da Kur'an’da (İsra suresi/79) “ Gece’nin bir bölümünde kalk ve ibadet et, umulur ki! Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.” ifadesi ile anlatılmıştır.
İnsan dışındaki memeli ve omugalılarda da ışık alıcısı olarak iş gören bu yapı biyolojik saatin ana merkezi konumundadır. Üçüncü göz olarak da adlandırılan, 7. çakra’nın salgı bezi olan epifiz aslında atalarımızın mistik sırlarlarından birisidir.
Epifiz gece faaliyete geçerek hormon salgılamaktadır. Salgılanan hormonlar, insanın biyolojik sistemini güneş ışığının olmadığı, gece süresince manevi alemlerle, irtibata açık hale dönüştürmektedir. Işığın olduğu gündüz saatlerinde ise yeterli hormon üretimi olmadığından kişi dünya’sına, maddi dünyaya, benliğine daha bağımlı hale gelmektedir.
Kişide gece epifiz'den salgılanan hormonlar ne kadar fazla ise, kişi kendisini o oranda beden ötesi, sınırsız bir varlık olarak hissetmeye başlamakta ve sınırlı dünya’sını oluşturan üst beyin yerine, alt beynin sınırsız dünya(sın)da ve bu dünyanın sonsuz zenginliği içerisinde kendisini bulmaktadır. Bu da Kuran’da “Bismillahir Rahmanir Rahim.” = “Allah manası öz’üm de, öz’üm de sınırsız güç ve üretim var” şeklinde ifade edilmiştir.
Epifiz’den gelen veri üst beyine (kortekse) uğramadan, direkt olarak veri tabanında oluşur. Sonra bu bilgi (veri) kişinin dünya(sın) da açığa çıkarak bir yere oturur. İşte her hangi bir yoruma, nedene, sebebe bağlı olmadan kişinin dünya(sın)da, dolaysız olarak, direkt bir veri/datanın açığa çıkması, ilham olarak adlandırdığımız, “Bir an’da kafamda ışık yandı” dediğimiz olaydır. Bu çok yüksek frekanslı bilgi/data deşifresidir.
Yaratıcılık özelliklerinin en üst safhaya çıktığı sanatçıların ilham aldıkları, en iyi eserlerini oluşturdukları zaman diliminin gece yarısı olmasının altındaki gerçekte budur. Gece salgılanan hormonlar, kişinin, öz’ünde var olup ta saklı kalmış gücünü kendi dünya(sın)da ortaya çıkararak, yaşamına geçirmesini sağlamaktadır. Bu konuya Hz. Muhammed(s.a.v) “Gece Rab, dünya semasına iner de, bana dua eden yok mu der" Hadisi ile dikkat çekmiştir.
Genetik ve astrolojik faktörlerin uygun olduğu kimselerde ise daha anne karnında, cenin sürecinde epifiz deki nöronlar tetiklenerek çok yüksek frekanslı dalgaların çözümü meydana gelmektedir.
İşte bu açılıma sahip olanlar (nebiler, rasuller, veliler, vb.) bu özellikleri sayesinde “öz”lerinde mevcut olan "evrensel sisteme" ait çok yüksek frekanslı dalgaları deşifre ederek=vahiy ve ilham yolu ile öz’lerinde buldukları hakikatleri, mecaz, sembol ve misaller yolu ile içinde bulundukları toplumlara anlatmaları neticesinde din dediğimiz olay ortaya çıkmaktadır.
Genetik ve astrolojik faktörlerin uygun olduğu kimselerde ise daha anne karnında, cenin sürecinde epifiz deki nöronlar tetiklenerek çok yüksek frekanslı dalgaların çözümü meydana gelmektedir.
İşte bu açılıma sahip olanlar (nebiler, rasuller, veliler, vb.) bu özellikleri sayesinde “öz”lerinde mevcut olan "evrensel sisteme" ait çok yüksek frekanslı dalgaları deşifre ederek=vahiy ve ilham yolu ile öz’lerinde buldukları hakikatleri, mecaz, sembol ve misaller yolu ile içinde bulundukları toplumlara anlatmaları neticesinde din dediğimiz olay ortaya çıkmaktadır.
Böylelikle herkesin öz'ünde var olmasına rağmen oluşmuş terkipsel yapısı nedeniyle sistemi okuyamamış olanlara sistemi anlamaları ve yaşamlarında değerlendirebilmeleri için Allah tarafından imkan verilmiş olmaktadır.
Epifiz bezi, deniz seviyesinde çok az hormon salgılarken, yükseklere çıkıldığında çok fazla hormon salgılamaya başladığı günümüzde bilimsel bir gerçektir. Bu yüzden de tarih boyunca tüm ibadethaneler olabildiğince yüksek yerlere yapılmıştır. Yani ibadethanelerin yükseğe yapılması tanrı’ya daha yakın olmak değil, bu hormonun yardımı ile öz’ündeki üst bilinç boyutları ile daha fazla ilişkide bulunmaktır.
Kişinin yaptığı ibadetler, inzivaya çekilmeler, dualar, telkinler, vb. faaliyetler epifiz den salgılanan hormonların artışına neden olmakta ve bu hormonlar uygun enzimlerin varlığında serotonine (mutluluk hormonuna) dönüşebildiği bilimsel bir gerçektir.
Epifiz bezinden salgılanan dmt (pinolin ve nn dimetiltriptamin) hormonlarının aynısı çeşitli bitkilerin tohum ve meyvalarında da bulunmaktadır. Bu bitkiler yiyecek veya içecek olarak alındığında da epifiz’in salgıladığı hormonlara benzer etkiler oluşturmaktadırlar. Bu yüzden bir çok şamanist ve yerli kavimler dini ayinlerinde kullandıkları bitkilerden yapılan içeceklerle kendilerinden geçerek, mistik alemlere dalarlar.
Yalnız bu durum iki yanı keskin bir kılıç gibidir. kişi bu durumda pozitif çalışmalarla, ibadetlerle kendini meşgul etmezse, maalesef negatif yüklü enerji yapıya sahip sanal varlıkların (cin, şeytanların, vb.) müdahalesine açık hale gelebilmekte ve onların kontrolü altına girmektedirler.
Gece salgılanan melatonin hormonu aynı zamanda bir çöpçü gibi çalışma saatleri boyunca yorulan ve atık zararlı madde biriktiren hücrelerimize girerek temizlik işlevi yapıp ertesi güne vücudu hazırlamaktadır.
Gece salgılanan hormon seviyelerinde azalma olduğunda, stres ve depresyondan kaynaklanan problemler ortaya çıkmaktadır. Kişinin gece yapmış olduğu ruhsal çalışmalar, ibadetler, dua’lar sırasında epifiz daha çok hormon salgılayacak şekilde uyarılmaktadır. Bu hormonların temel görevi, vücudun biyolojik saatini koruyup doğal ritmini ayarlamak dır.
Epifiz, ışık ile aktivasyonunu sağladığından, ışıklı ortamda hormon salınımı azalmakta, beyin yapması gereken görevi yapamamaktadır. Bundan dolayı gece ışık altın da kalanlar (ışığı açık uyuyanlar, geç saatlere kadar bilgisayar, televizyon karşısında kalanlar) da hormon az salgılandığından, vücut bağışıklık sistemi zayıf kalarak birçok hastalığa açık hale gelmektedir. Çünkü bir çok hastalığın ana nedeni insanın biyolojik ritminin bozulmasından kaynaklanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder