Bir zamanlar, dağda bir dağ işçisi varmış. Gece gündüz dağa vurup durmaktan yorulmuş. Usanmış. 'Ah demiş keşke daha güçlü olsam...' Mesela bir şövalye olsam, savaşıp zor durumda olanlara yardım etsem.' İşte tam bu anda bir peri belirmiş ve onu şövalyeye çevirmiş. Şövalyelik ilk basta harikaymış, ama şövalye olarak da her istediğini tam olarak yapamadığını fark etmiş.
'Aslında' demiş içinden 'kral olsam, çok daha güçlü olurdum ve her istediğimi yapardım.' Peri onu krala çevirmiş bu sefer. Kral olmak harikaymış ilk başta. Her istediğini yapıyormuş gerçekten. Derken bir bakmış, kraldan büyük güneş var. Güneş varsa bereket var. Bereket varsa, halk mutlu. Kralın elinden bereket için bir şey gelmiyor, güneşin geliyor.
Güneş olsam, işte o zaman kraldan büyük olurum demiş. Güneşe çevirmiş bu defa onu peri. Parlayarak bereket getirmeye, elinde mevsimler çevirmeye başlamış tam istediği gibi.
Gökyüzünde hükmünü sürerken, birden bir bulut gelmiş kapamış üstünü. 'Ah' demiş. Bulutlar benden güçlü, hem yağmur yapabiliyorlar hem de güneşi kapatabiliyorlar. Bulut olsam demiş. Der demez de buluta dönüşmüş.
Peri bir dediğini iki etmiyormuş. Bulut olmuş giderken, yağmurlar yağdırıp, istediğinde gökyüzünü kaplarken büyük bir gücün kendisini ittiğini görmüş.
Rüzgar! Rüzgar isterse bulutu itip, dağıtıp geçebiliyormuş. Ondan güçlü rüzgarın olduğunu fark edince, rüzgar olmayı dilemiş bu sefer. Ve olmuş da. Rüzgar olup esmeye başlamış.
Oradan oraya hükmünü sürerken bir de bakmış bir dağ! Dağ, istediğinde rüzgarı durduran koca bir duvar gibi dikilmiş önüne. Dağ olmak vardı demiş. Her şeyin önünde durabilecek kadar güçlü olmak. Ve dediği gibi olmuş. Dağ olmuş. Dağ olup dikilirken, rüzgarları durdururken, bir ses duymuş karnında...
Tak tak tak tak... Bu da ne demiş, içimi oyan, taslarımı çıkaran... Bir de bakmış bir taş işçisi! Dağı küçük küçük kıran bu taş işçisi dağdan güçlü demiş içinden. Ve taş işçisi olmayı dilemiş periden.
Taş işçisi daha güçlü olmayı dileye dileye taş işçisine varmış yine. Bu hikayeyi Judith Liberman'in "Masal Terapi" kitabında duydum. Hatırladığım kadarını kendimce yazdım. Çok sevdim bu küçük hikayeyi ben.
Biz insanlar taş işçisi olmaktan şikayet eder dururuz. Bir peri olsa, hepimizin dileyecek şeyi var. Hayalimizde hep bizden güçlüsü, akıllısı, şanslısı, genci, güzeli, başarılısı, yüreklisi var.
Halbuki, hayat daireler çizip duruyor. Hayatın sürekli daire çizip duran, yaramaz bir çocuk olduğunu bilenler, bazen yine de bu büyük yolculuğunu yapmayı seçebilirler elbette.
Hayat durmak değil, varmak da değil, yolculuk etmek belki de. Hayat yolculukta geçer. Varacağımız yerin, olduğumuz yerden pek bir farkı olmayacağını bilirsek, belki yolculuğun tadına daha çok varırız.
Doya doya şövalye, kral, güneş, bulut, rüzgar, dağ ve en güzeli de taş işçisi olmayı beceririz o zaman.
Nil KARAİBRAHİMGİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder