Hep şöyle denir:
"Önemli olan dış güzellik değil, iç güzelliktir..."
Halbuki dünyada bundan daha yanlış bir cümle yoktur...
Gerçekte böyle olsaydı, çiçekler arıların dikkatini çekmek için neden onca çaba göstersinler ki...?
Ya yağmur damlaları güneşle buluşunca, niçin gökkuşağına dönüşür ki...?
Doğa güzel olmayı arzuladığı için elbet...
Bu arzuyu tatmin etmenin yoluysa, başkalarını güzelliğine hayran bırakmaktır...
Dış güzellik iç güzelliğin görünen kısmıdır...
Her insanın gözlerindeki parıltıda kendini belli eder...
Kişinin hırpani kılıklı olması, şık kabul ettiğimiz şablonlara uymaması ve yakınındakileri etkileme kaygısı taşımaması önemli değil...
Gözler ruhun aynasıdır ve esrarengiz gibi görünen her şeyi dışarı yansıtır...
Ancak gözler ışıldamaktan başka bir özellik daha taşırlar...
Ayna vazifesi görürler...
Kendilerine hayranlıkla bakanların görüntüsünü yansıtırlar...
Bakan kişi ruhu karanlık olduğu takdirde, baktığı gözde de kendi çirkinliğini görecek...
Çünkü gözler de tıpkı aynalar gibi, bize kendi yüzümüzü yansıtır...
Güzellik yaratılan her şeyde mevcuttur...
Fakat bir tehlike söz konusudur...
İnsanlar İlahi Güç’ten uzaklaşmış olduğundan başkasının yargısını kolayca kabul ederler...
Başkaları görmeyi başaramıyor veya istemiyor diye inkar ederiz kendi güzelliğimizi...
Kimliğimizi benimsemek yerine etrafımızda gördüklerimizi taklit etmeye uğraşırız...
Herkesin "Ne hoşsun!" dediği kişiler gibi olmaya çalışırız...
Bunu yaptığımızda ruhumuz yavaş yavaş körelir, arzumuz azalır, dünyaya güzellik katma olasılığımız ortadan kalkar...
Yaşadığımız dünya ile hayallerimizin dünyasının aynı olduğunu unuturuz...
Ay gibi ışıldamayı bırakırız...
Ay ışığını yansıtan bir su birikintisiden farksız bir hale geliriz...
Ertesi gün güneş bu birikintiyi buharlaştırır...
Geriye hiçbir şey kalmaz...
Bütün bu buharlaşma, bir gün birisi “Çirkin bir adamsın!” dediğinde veya öteki "Şu çok güzel bir kız!" dediğinde meydana gelir...
Sadece üç sözcükle, bütün güvenimizi yerle bir ederler...
Böylece çirkinleşiriz... Aksileşiriz...
Şu anda "Bilgelik" denen yaşamın gizemine saygı göstermek yerine, dünyayı tanımlamayı amaçlayan kişilerin paketleyip sunduğu fikir yığınağında huzur bulmaktayız...
Davranış şablonu yaratma amacındaki kurallar, normlar ve nizamlardan oluşan gereksiz bir yığın bu...
Bu sahte bilgelik bizlere şöyle der adeta:
"Güzelliği dert etme, çünkü güzellik yüzeysel ve kısa ömürlüdür..."
Oysa bu hiç doğru değildir...
Kuşlardan dağlara, çiçeklerden ırmaklara, güneşin altında yaratılmış her varlık, yaradılışın mucizesini yansıtır...
Şeytana uymaz ve başkalarının bizim kim olduğumuzu tanımlamalarına izin vermezsek, ruhumuzdaki güneşin her geçen gün daha güçlü ışıldamasını sağlarız...
Sevgi, ruhun yanından geçerken şöyle der:
"Senin orada olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim..."
Ruhumuz ise şöyle karşılık verir:
"Demek ki daha dikkatli bakman gerekiyormuş, çünkü ben buradayım...
Esen rüzgarın, gözlerini örten toz tabakasını süpürmesi gerekiyormuş...
Artık bir kez gördüğüne göre, bir daha terketmeyeceksin beni...
Ne de olsa herkes güzelliğe bayılır.."
Güzellik birbirinin aynı varlıklara değil, birbirinden farklı olanlara mahsustur...
Upuzun bir boyna sahip olmayan bir zürafa veya dikensiz bir kaktüs düşünülemez...
Çevremizdeki dağları böylesine yüce kılan, tepelerinin birbirinden farklı yükseklikte olmasıdır...
Eğer bütün tepeleri insan eliyle aynı boya getirseydik, dağlar böylesine heybetli görünmezdi...
Hayatta en şaşırtıcı ve çekici bulduğumuz şeyler, gözümüze kusursuz görünenlerdir...
Bir sedir ağacına baktığımızda bütün dalların aynı boyda olması gerektiğini düşünmeyiz...
"Ne koca bir ağaç!" diye düşünürüz...
Bir yılan gördüğümüzde asla "Ben başım dik yürürken o yerlerde sürünüyor!" diye düşünmeyiz...
"Küçük bir hayvan olsa da derisi rengarenk, zarifçe kıvrılarak ilerliyor ve benden daha güçlü!" diye düşünürüz...
Çölleri aşarak bizi istediğimiz yere götüren bir deve için asla "Kambur hayvanın teki! Dişleri de yamuk!" demeyiz...
"Bana sadakatle hizmet ettiği için sevilmeyi hak ediyor! O olmasaydı dünyayı asla tanıyamazdım!" diye düşünürüz...
Gökyüzü düzensiz bulutlarla kaplı olduğunda günbatımları daima daha güzel görünür, çünkü gökyüzünün şairlere ve rüyalara ilham kaynağı olan renkleri ancak bu şekilde yansıtabilir...
"Sevgi kapımı çalmadığına göre güzel değilim..." diye düşünenlere yazıktır!
Sevgi kapılarını çalmış olsa da kendilerini “Sevgi”ye hazır hissetmedikleri için kapılarını açamamış, buyur edememişlerdir...
Aslında hazır oldukları halde, süslenmeye çalışmışlardır...
Sevgi’nin en büyük arzusu, özgünlüktür...
Oysa onlar başkalarını taklit etmeye çalışmışlardır...
Dışardan gelen şeyleri yansıtmaya çalışırken, içlerinden gelmekte olan kuvvetli "IŞIK"ı unutmuşlardır...
PAULO COELHO
Akra'da Bulunan El Yazması
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder