Derin denizlerin işi…
Serin sular en hafif rüzgârları bile coşturabiliyor,
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…
Derin denizlerin sükutu büyüler beni,
İçimi bir heybet hissi kaplar,
Benliğimi hasret duyguları istila eder,
Kalbim ürpermelerle dolar,
Dalgalı denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana,
Göklerin suskunluğu da öyle,
Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düşünmüşümdür hep,
Sükut her zaman daha manalı, daha derindir...
Kalbe sözden çok sükuttan manalar akar.
İnsan evrendeki sükutu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktı.
İnsanlar sükutun dilinden anlayacak, derin ve manalı bakışlarla konuşacaklardı.
Ve ses, sükutun heybetini bozamayacaktı.
Konuştuğum zamanlar hep acze düşmüşümdür de ondan kelama sarılmışımdır.
Evrendeki her varlıkta sükutu bir süs, bir hikmet olarak algılamışımdır,
Sözü ise ancak bir zaruret...
Hep derin denizler kadar heybetli bir sükut dinledim ondan,
Sanki durgun ve derin bir ummanın kıyısına varmıştım,
Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediği bir deniz bulmuştum,
Hayatın hiç bir kasırgası, hadiselerin hiç bir fırtınası onu dalgalandıramıyordu,
O denize imrendiğim an, gözlerim şu mısralara takılmıştı:
Gittim, gittim...
Denizin sınır yerine vardım.
Halin bana da geçsin!
Diye ona yalvardım.
Bir çılgın vesvesede İçim didiklense de,
Olaydım o cüssede,
O’nun gibi susardım!
Gerçekten de öyle olmuştu. Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım.
O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi, derin denizlerin işi...
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor,
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar,
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…
ŞEMS-İ TEBRİZİ
Serin sular en hafif rüzgârları bile coşturabiliyor,
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…
Derin denizlerin sükutu büyüler beni,
İçimi bir heybet hissi kaplar,
Benliğimi hasret duyguları istila eder,
Kalbim ürpermelerle dolar,
Dalgalı denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana,
Göklerin suskunluğu da öyle,
Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düşünmüşümdür hep,
Sükut her zaman daha manalı, daha derindir...
Kalbe sözden çok sükuttan manalar akar.
İnsan evrendeki sükutu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktı.
İnsanlar sükutun dilinden anlayacak, derin ve manalı bakışlarla konuşacaklardı.
Ve ses, sükutun heybetini bozamayacaktı.
Konuştuğum zamanlar hep acze düşmüşümdür de ondan kelama sarılmışımdır.
Evrendeki her varlıkta sükutu bir süs, bir hikmet olarak algılamışımdır,
Sözü ise ancak bir zaruret...
Hep derin denizler kadar heybetli bir sükut dinledim ondan,
Sanki durgun ve derin bir ummanın kıyısına varmıştım,
Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediği bir deniz bulmuştum,
Hayatın hiç bir kasırgası, hadiselerin hiç bir fırtınası onu dalgalandıramıyordu,
O denize imrendiğim an, gözlerim şu mısralara takılmıştı:
Gittim, gittim...
Denizin sınır yerine vardım.
Halin bana da geçsin!
Diye ona yalvardım.
Bir çılgın vesvesede İçim didiklense de,
Olaydım o cüssede,
O’nun gibi susardım!
Gerçekten de öyle olmuştu. Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım.
O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi, derin denizlerin işi...
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor,
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar,
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…
ŞEMS-İ TEBRİZİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder