Sen Hangi Rezonans Alanlarında Bulunuyorsun?
İsteklerimizle rezonansa geçebilmek için önümüzde birçok imkan vardır. Bunların arasından sana en çok mutluluk vereni seçebilirsin. Zira isteklerimizi yaşamımıza çekebilmemiz için gerekli en önemli enerji taşıyıcıları, mutluluk ve kolaylıktır. Olaya çok ciddi ve gergin girersek eğer, otomatikman negatif anlamda ciddi ve gergin bir rezonans alanı oluştururuz. Bunun sonucunda da yaşamımıza çekeceğimiz şeyin gergin bir ciddiyet olduğunu söylememize gerek yok, sanırım.
Yöntemlerin hepsi bir çırpıda sonuç vermeyecek ya da hemen favorin olmayacaktır. Hatta belki bazı tekniklerde içinden gelen bir direniş, hüzün ya da şüphe hissedeceksin. Veya inanç cümlelerine inanmakta ya da başlangıçta isteklerini gözünde canlandırmakta zorluk çekeceksin. Bütün bunlar çok normal. Hayal kırıklığına uğrayıp üzülme, çünkü Rezonans Kanununa göre bu, zorlukları körüklemekten başka işe yaramaz. Unutma ki;
Düşündüğün, hissettiğin ya da inandığın her şeyi yaşamına çekersin.
Bir teknikten diğerine zıplamanın veya hepsini aynı anda denemenin de lüzumu yok. Güvenle ve gönül rahatlığıyla uygulayabileceğimiz bir teknikle ulaşacağımız sonuç, birden fazla tekniği yarım yamalak kullanarak ulaşacağımızdan çok daha tatmin edici olacaktır.
İsteme tekniklerine başlamadan evvel, mevcut vaziyeti değerlendirmeliyiz. Öncelikle var olan hangi rezonans alanlarının içinde olduğumuzu gözden geçirmeliyiz. Bunu saptamak oldukça kolaydır. Zira dış dünyamızda sadece iç alemimizde mevcut olgular barınabildiği için, yakın çevremizi analiz ederek şu sıralar hangi rezonans alanlarını oluşturduğumuzu görebiliriz? Peki, bu durum değerlendirmesinin amacı nedir?
Eğer, bizim için sakıncalı titreşim bölgelerinde bulunuyorsak, uygun rezonansları oluşturmak için ne kadar çabalarsak çabalayalım, aslında ait olmak istediğimiz yere geri çekecek ve böylece yeni rezonans alanlarımızın çökmesine sebep olacaktır. Var olan negatif rezonans alanları, bize her dakika ve her saniye yalnız olduğumuzu, bir eşimizin olmadığını, dağınık, zavallı, başarısız, muhallebi çocuğu ya da her zaman yetersiz olduğumuzu vs. hatırlatacaktır.
Çevremizi saran rezonans alanı, bizi, kendi oluşturduğumuz tüm istek enerjilerinden çok daha uzun süreli etkileyecektir.
Oluşturduğumuz rezonans, içimizde, derinlerde titreşen bir matriks gibidir. Dışarıya özümüze uygun bilgiler göndererek, bununla uyumlu olan her şeyi yaşamımıza çeker.
Bundan dolayı çevremizi bir nevi “okuma aygıtı” olarak değerlendirebiliriz. Nelerle karşılaştığımıza, ya da neleri kendimize çektiğimize bakarak, içimizin nasıl “programlanmış” olduğunu görebiliriz.
Çevremizdekilerle aramızda olan bu bağ, kendimizi anlamamıza ve bu potansiyelden faydalanmamıza yardımcı olur.
Rezonans Alanları Gelişimini Engellerse
Artık, yabancı rezonans alanlarının etkisi altına girmemizin mümkün olduğunu biliyoruz. Bu, günlük yaşamımızda hepimizin sıkça karşılaştığı bir durumdur.
Mesela gayet huzurlu ve mutlu iken, tek bir insanın öfke ve mutsuzluğunun etkisine kapılıveririz. Kendimizi birkaç saniye içinde çok hararetli bir tartışmanın içinde buluveririz. Tartışmalar birden alevlenebilir. Bazen hiç söylemek istemediğimiz şeyler söyler ya da sakin kafayla asla almayacağımız kararlar alırız.
Aslında cevap çok açıktır; başkalarının rezonans alanına girmiş ve onların bizi etkilemesine izin vermişizdir. Yani bizim titreşim enerjimiz karşımızdakine uyum sağlamıştır. İstesek de istemesek de onun etkisi altına girmişizdir. Ama daha dikkatli bakarsak, aslında bu enerjinin bize çok da yabancı olmadığını görürüz. Zira eğer aynı enerji bizim içimizde de olmasa, bize etki etmesi mümkün olmazdı. Onunla rezonansa geçemezdik. Bu yabancı titreşim, bizim içimizde hiçbir şeyi harekete geçiremezdi.
Kavgacı bir insanın bizi etkilemesine izin veriyorsak, bu kavgacı ruh, bizim içimizde de mevcut demektir.
Sonuçta nasıl biri olacağımıza biz karar veririz. İçimiz duyguların her çeşidi bulunmaktadır. Örneğin: karşımızdaki kişi, bize sevgi dolu ve anlayışla yaklaştığı zaman biz de yumuşak huylu ve sevecen bir hal alır ve içimizde bu duyguları hissederiz. Hem öfke hem de sevecenlik, her iki duygu da içimize yerleştirilmiştir. Aksi takdirde bu enerjiden etkilenmemiz mümkün olmazdı.
Hangi titreşimi harekete geçireceğimiz, her zaman bize bağlıdır.
Mevcut rezonans alanlarından yararlanmak için yapmamız gereken tek şey, arzu ettiğimiz enerjiye yönelmektir.
Hangi türden enerjilerle çevrelendiğimize kolaylıkla açıklık getirebiliriz:
Öncelikle, neredeyse her gün görüştüğün arkadaşlarının, tanıdıklarının ve akrabalarının isimlerini listele.
Daha sonra her bir ismin sağ üst köşesine bu kişinin çağrıştırdığı niteliği yaz. Şu anda orada; “yapıcı, komik, neşeli, destekleyici” ama belki de, “sürekli eleştirici, kıskanç, haset” vb. yazıyordur.
Bu özellikleri yazarken çok uzun düşünme, aklına ilk gelen şey her zaman doğrudur. Eğer çok uzun düşünürsen mantığın devreye girerek bir takım değişiklikler yapmaya başlayabilir.
Bu yöntemle, çevrendeki insanların sana güç mü verdiğini, yoksa seni kısıtlayarak sana bir değersizlik duygusu mu verdiklerini çok çabuk saplayabilirsin. Eğer cevabı bulmakta zorluk çekiyorsan, aşağıdaki soruların derinine inmelisin:
Çevrende hakim olan enerji seni teşvik edici mi yoksa engelleyici mi?
Çevren sana güç ve enerji veriyor mu?
Kendini huzurlu ve güvende hissediyor musun?
Çevrendekiler sana güveniyor mu?
Etrafındaki insanlar gerektiğinde sana destek oluyor mu?
İsteklerini rahatça ortaya koyabiliyor musun?
Birlikte yaşadığın insanlar senin iyiliğini düşünüyor mu?
Olduğun gibi görünebiliyor musun?
Eğer cevapların seni sarstıysa hiç şaşırma! Zira bu böyle olmasaydı çoktan başka titreşim alanlarının etkisinde olurdun ve buna bağlı olarak başka enerji ve insanları kendine çekmiş olurdun.
İkinci adımda biraz daha ileri gidiyoruz:
Listende, senin gücüne ve yaratıcılığına inanmayan insanları işaretle.
Başka insanlara, daha ne kadar senin hayatını yargılama, seni aşağılama ya da seni olumsuz etkileme hakkını vereceğini şöyle bir düşünmek istersin belki de. Listene bir rakam, belli bir tarih yaz: Bir gün, bir ay, bir yıl, bir ömür boyu? Gerçek hedefinin ne olduğunu ve kendini bu uğurda destekleyip desteklemediğini bu aşamada görebilirsin. Bu insanlara bu hakkı veren tek bir insan var, o da sensin. Başkalarını canlarının istediği gibi hayatınla oynamaları için davet eden yegane kişi sensin. Gelecekte bunu değiştirip değiştirmemek, sadece senin elinde.
Şimdi seni teşvik eden, destekleyen ve daima senin yanında olan bütün insanları tekrar listele. Bunlar azınlıkta olsalar bile; daima yanımızda bizi koşulsuz destekleyen birisi vardır. Bir düşün bakalım. belki bu arkadaşını çoktan unuttun ya da yaşamında başka önceliklerin var. Belki o arkadaşın hep yanındaydı ama sen onu gözden kaçırdın ya da bu “dostluğun” farkına varamadın.
Şimdi seni destekleyen ve seni hayatında ileriye götüren bu insanlara öncelik vermeye ve onlara daha fazla zaman ayırmaya karar ver.
Anlaşabildiğin, seni takdir eden ve sana saygı duyan insanlarla beraber ol.
Eğer böyle insanlar tanımıyorsan, düşünsel rezonans alanından yararlan.
Senin kapasitenin farkına varacak böyle insanlar olduğunun farkında ol.
Ve bu insanların senin yaşamına artık gireceklerine emin ol.
Ama her şeyden önce kendi gücünün farkına var.
Kendini saymaya, sevmeye ve kendine takdirle yaklaşmaya başla. Buna ne kadar özen gösterirsen, çevren de o kadar hızlı değişecektir.
İstenen rezonans alanına girmenin en hızlı yolu, başkalarını isteklerine ulaşmaları için desteklemektir. Ne kadar çok verirsen, o kadar çok alırsın. Benzerler birbirini çektiği için, çevrende senin cömertliğini yansıtan ve seni destekleyen insanları bulman hiç uzun sürmeyecektir.
Rezonans alanına yönel.
Tabii ki yukarıda bahsettiklerimiz, isteklerinin gerçekleşmesi için ailenden ve arkadaşlarından vazgeçmen gerektiği anlamına gelmiyor. Söylenmek istenen şudur: arzuladıklarına kavuşabilmek için, onların başka insanlar için gerçekleştiği rezonans alanlarına daha fazla yönelmen gerekmektedir. Aksi halde, istek cümlelerinle, resimleme gücünün yardımıyla ya da bazı fiziksel egzersizlerle titreşim enerjini yükseltmeyi başarsan da çevrende sırf senin isteklerinin gerçekleşeceğine inanmayan ve arzularındaki gizli gücü göremeyen insanlar olduğu sürece, oluşturduğun rezonans alanı sürekli bozulacak, frenlenecek ya da tamamen yıkılacaktır.
Tüm kapılar sana açık. Her zaman açıktı. Tek yapman gereken kapıyı azıcık aralayarak enerjinin sana doğru akmasını sağlamak. İsteklerinin gerçekleştiği yerlere yönel. Zira burada bizi, çift kazanç bekliyor; isteklerimize olan yakınlığımızdan dolayı özel bir yardımcı daha kazanıyoruz, yansıtıcı ayna nöronlarımızı…
Yansıtıcı Ayna Nöronlarından Gelen Hediye
Parma Üniversitesi nörologları, Giacomo Rizzolatti öncülüğünde 1990 yılında ilginç bir fenomen gözlemlediler. Nörologlar, beynin bazı bölgelerinin, motorik hareket akışına ait anıları kaydederek bunları tekrarlayabildiğini keşfetti. Hem de bu hareketleri yapan kendisi olmadığı halde. Bu beynin hücrelerinin faaliyete geçmesi için, sadece bir işin yapılışını izlemek yetiyor.
Beynimiz belli hareket süreçlerine ait anıları kaydediyor. Bunları gerçekleştiren biz olmasak bile.
Bu veri, bilim adamları için tamamen yeni ve şaşırtıcıydı. Sadece bakmakla edinilip kaydedilen bu anılar, bize, daha önce hiç yapmadığımız ya da öğrenmediğimiz halde benzer faaliyetleri gerçekleştirme imkanı veriyor. Aslında bu konuyla ilgili hiçbir tecrübemiz yokken, bu faaliyeti gerçekleştirmek için ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bu şaşırtıcı durum, beynimizde bulunan bir grup nöronun sayesinde gerçekleşiyor. Bunları “Ayna Nöronları” olarak adlandırıyoruz. Bu nöronlar iki durumda, birincisi, kendimiz ip üzerinde yürüme gibi alışık olmadığımız bir takım eylemleri gerçekleştirirken; ikincisi, çok ilginçtir ki, ip üzerinde yürüyen ya da alışılmamış başka bir şey yapan birini izlediğimiz zaman faaliyete geçer. Demek ki ayna nöronları bize, başkalarında gözlemlediğimiz eylemleri kavrama becerisi sağlıyor. Örneğin; kendimizi bir sporcuyla özdeşleştirdiğimiz zaman, onun heyecanını paylaşmaya başlarız. Farkına varmadan, sanki kendimiz yaşıyormuşçasına olayların içine çekiliriz. Heyecanlıyızdır, kontrolden çıkarız, duygularımıza hakim olamayız, bağırır, hoplar, zıplar, güler, üzülür ya da çığlık atarız. Olanlara bütün varlığımızla iştirak ederiz. Demek ki ayna nöronları bize başkalarının yaşadıklarını kendimize uyarlama imkanı veriyor.
Eğer bir konuda kabiliyetimizi geliştirmek istiyorsak, yapmamız gereken tek şey, başkalarının bu konudaki becerilerini dikkatle izleyerek, edindiğimiz bilgileri kendi tecrübe dünyamıza aktarmaktır.
Ayna nöronları, alıştığımızdan çok daha hızlı ilerleme kaydetmemizde yardımcı olur.
Tabii ki bu ilerlemeler eyleme dönüştürülmelidir. Ayna nöronlarının yaptığı “ilk adımı” atmaktır.
Eğer gözlemlediğimiz eylemleri zihnimizde kendimize uyarlarsak, daha sonra dönüp faydalanabileceğimiz anılar olarak kaydedilirler.
“Zaferin” Rezonans Alanını Oluşturmalıyız
Ne kadar yoğun olarak hedefe odaklanır, ne kadar yoğun olarak “zafer”i düşünür ve zihnimizde canlandırırsak, o denli kusursuz bir rezonans alanı oluşturarak diğer insanlara yollarız. Böylece, hedefimize ulaşmamıza yardımcı olacak her şeyi yaşamımıza çekeriz. Ayrıca bedenimiz de kendini arzu edilen sonuca hazırlar. Artık günümüzde, zihin gücümüzü doğru yönde kullanarak, beynimizde bir nevi “sinirsel bağlantı arşivi” oluşturabileceğimiz gerçeği biliniyor.
Bu açıdan baktığımızda, zihinde canlandırmanın etkisini daha iyi anlayabiliyoruz. Hayal gücümüz sayesinde, istediğimiz durumları zihnimizde canlandırdığımız zaman, rezonans alanımızı en uygun hale getirir, aynı zamanda isteğimizin gerçekleşeceğine olan inancımızı da kuvvetlendirmiş oluruz. Bununda ötesinde ayna nöronlarımızı harekete geçirerek, normalde sahip olduğumuzdan çok daha fazla bilgiye sahip oluruz. Beynimiz, zihnimizde canlandırdığımız konuda gerçekten de yeteri kadar tecrübe edindiğimizi varsayar ve hangi durumda nasıl davranmamız gerektiğini bilir. Böylelikle, çevremizi, kendimize olan güvenimizle, sakinliğimizle ve bilgimizle etkileriz. Bedenimiz kendini güvende hisseder ve olaylar karşısında bir saniye bile zorlanmaz.
Şahsen ben, önemli randevularımı önceden gözümün getirerek, istediğim sonucu zihnimde canlandırmayı çoktan alışkanlık haline getirdim. Böylece kendimi her zaman sakin, olaya hakim hissederek, bocalamadan, olayların akışını kolaylıkla belirleyebiliyorum. Ayna nöronları bunun ötesinde çok önemli başka bir görev daha üstlenir ve bize hepimizin şimdiye kadar mutlaka hissetmiş olduğu, başka bir duygu verir. Belki, hiçbir şeyleri yokken birdenbire saygı ve servete kavuşan insanların hikayelerini duyduğunda, hissettiklerini hatırlayabilirsin. Belki belli bir süre için cesaretlenmiş, motivasyonun artmış ve onların başardığını, kendinin de başarabileceğini düşünmüştün. Sende bu duyguların uyanmasını sağlayan da yine ayna nöronlarıdır. Ayna nöronları, hayranlıkla okuduğun ya da duyduğun, başkalarına ait başarı hikayelerini, sana ait tecrübeler olarak kaydeder. Bilim adamlarının vardıkları sonuca göre, kendimizi biriyle ne kadar özdeşleştiriyorsak ve arzularımız onunkilerle ne kadar benzerlik gösteriyorsa, o şahsa ait tecrübeyi de o kadar yoğun hissedebiliyoruz. Bu yüzden başarı hikayeleri, sınırlarımızı aşmamıza yardımcı olur. Aynı başarıyı elde edebileceğimizi anlarız.
Başkalarının, görünüşte imkansız olan bir şeyi nasıl başardıklarıyla zihnimiz meşgul olmaya başladığı anda, ayna nöronları faaliyete geçer.
Ulaşmak istediğin şey her ne olursa olsun, başkalarının ona nasıl ulaştıklarını öğren. Bu amaca ulaşmış kişilerin hikayelerini oku, seyret ve analizini yap. Onların tecrübelerini özümse.
Başarılı insanların hayat hikayeleri ile ilgilen. Başarılı yaşam öykülerini konu alan kitaplar oku, filmler seyret.
Para sıkıntısı çekerken, ekonomik özgürlüğe ulaşmış insanların hikayeleriyle meşgul ol.
“Mucize” denilen şeylerle ilgilen.
Bir engel aramakla vakit kaybetme belki hiçbir engel yoktur. Franz Kafka
Beynimiz Şekillendirilebilir
Beyin üzerinde yapılan araştırmalar bizleri bir kez daha şaşırtıyor. Zira bilim adamları beynin değiştirilebilir olduğunu keşfettiler. Beyin, iştigal ettiğimiz etkinlik doğrultusunda şekil alıyor. Bu değişim sadece teorik anlamda değil, fiziksel olarak gerçekleşiyor. Beynimizde olan bu değişim, meşgul olduğumuz düşünceler ve edindiğimiz tecrübelere göre gerçekleşiyor.
Yapılan bir dizi deneyde, deneklerin daha önce yapmadıkları faaliyetlerde bulunmaları sağlanılmış ve bunun sonucunda beyinlerinde, bu faaliyetler için kullanılan bölgelerde, tıpkı sürekli çalıştırılan bir kasta olduğu gibi, büyüme gözlemlenirken, beynin kullanılmayan diğer bölümlerinde ise bir küçülme gözlemlenmiştir. Beyin, bu bölgelerde gerçekten de hacim kaybetmişti. Bununla eş zamanlı olarak, kullanılan diğer tarafta yeni sinapslar oluşmuş, buradaki enerji akışı hızlanmış ve yeni otomatik düşünce zincirleri faaliyete geçmişti. Demek ki, beynimiz, belli bir süre yeni bir şeyle meşgul olur ve yeni şeyler düşünürsek, ağ bağlantılarını tamamen değiştirme ve sinir hücreleri arasında yeni bağlantılar kurma yeteneğine sahiptir.
Yeni eylemler, düşünceler ve inançlar kısa bir süre sonra güçlü birer gerçeğe dönüşecektir.
Beynimiz kendini buna göre ayarlar.
Belirli bir süre, belli bir şey düşündüğümüz, bir müddet belli bir işle uğraştığımız zaman, beynimizin ilgili bölümü büyür.
Beynin bir müddet nadasa bırakılan, yani kullanılmayan kısmı ise küçülür.
İlgili bölgelerdeki sinir hücreleri (nöronlar), yeni elektriksel sinyallerin ve böylece yeni bilgilerin daha hızlı ve kolay taşınabilmesi için işlevlerini değiştirir. Bilim, beynin bu şaşırtıcı kendini tamamen değiştirebilme yeteneği için bir isim buldu bile: Plastisite
Burada bizim için büyüleyici olan asıl nokta, yaşamımızda her an yeni oluşumlar meydana getirebileceğimiz gerçeğidir. Beynimiz, düşüncelerimizden etkilenerek, onlar doğrultusunda yeni sinir hücreleri ve ağ bağlantılarını tamamen yeniler.
Ruhumuzu eğiterek geleceğimize istediğimiz şekilde yön verebiliriz.
Demek ki, belli bir süre yeni şeyler düşünürsek, beynimizin kullanılmayan kısımlarını geliştirebiliriz ve böylece geleceğimiz de tamamen farklı gelişebilir.
Yeni düşünme biçimimiz ve eylemlerimiz sayesinde beynimizde yeni sinir hücrelerini faaliyete geçirebiliriz.
Sinir hücrelerinin (nöronların) fonksiyonları değişebileceği, beyinde yeni bağlantılar oluşturabileceği gibi, beynin kullanılmayan -mesela, endişe ve olumsuz düşüncelerle ilgili kısımları- gitgide küçülerek, önemini yitirebilir.
Hayatımıza yepyeni bir yön verebiliriz.
Düşüncelerimizi belirli bir süre “istenilen” tarafa yönlendirirsek, inançlarımızı bile tam anlamıyla değiştirebiliriz.
İnançlarımız değiştiği anda, yaşam tarzımız da değişecektir.
Tabii ki beynimizin kendini değiştirmek için biraz zamana ihtiyacı var. Sinir hücreleri bilinçli olarak uyarıldıkları zaman, komşu hücreyle bağlantı kurar, hem de birkaç dakika içinde. Sinir hücreleri “küçük caddeler” inşa eder. Ama bu caddeler ulaşıma elverişli hale gelene kadar, yani bilgi alışverişi mümkün olana kadar, bir gün geçmektedir. Max Plank Enstitüsü’nün neurobiyologları, sinir hücrelerimizin, yeni yapılandırılmış kontak noktaları vasıtasıyla bilgi iletişimi yapabilmek için yirmi dört saate ihtiyaç duyduklarını keşfetmiştir. Öğrendiğimiz yeni bilgilerin yerleşmesi zaman alır. İlk sekiz saat içinde beynimizde ilk önce küçük dallar oluşur. Bunu takip eden saatlerde bu yapılandırmanın devam edip etmeyeceğine ve kalıcı olup olmayacağına karar verilir.
Eğer yeni edindiğimiz bilgilerin kalıcı olmasını istiyorsak, onu tekrarlamalıyız. Bu, bir öğrenme sürecidir ve sadece sık sık tekrar yaparak bilgilerin beynimize yerleşmesini sağlayabiliriz. “Yapa yapa usta olunur”. Affirmasyonları ve olumlu inanç cümlelerini neden oldukça sık tekrarlamamız gerektiğini bu cümle ile de açıklayabiliriz.
İstemediğimiz inançlarımızdan kurtulmanın yegane yolu, arzu edilen yeni inançlarla istikrarlı bir şekilde meşgul olmaktır.
*
Bütün istek cümlelerinin ve afirmasyonların hizmet ettikleri tek bir amaç vardı: Rezonans alanımızın yeniden programlanması.
*
Yapılması gereken şey, eski olumsuz inanç kalıplarını, yaşamımız üzerindeki etkileri ile birlikte devreden çıkarmak ve olumlu yeni rezonans alanları oluşturmaktır.
Rezonans Kanunu – Pierre Franckh
Beynimiz belli hareket süreçlerine ait anıları kaydediyor. Bunları gerçekleştiren biz olmasak bile.
Bu veri, bilim adamları için tamamen yeni ve şaşırtıcıydı. Sadece bakmakla edinilip kaydedilen bu anılar, bize, daha önce hiç yapmadığımız ya da öğrenmediğimiz halde benzer faaliyetleri gerçekleştirme imkanı veriyor. Aslında bu konuyla ilgili hiçbir tecrübemiz yokken, bu faaliyeti gerçekleştirmek için ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bu şaşırtıcı durum, beynimizde bulunan bir grup nöronun sayesinde gerçekleşiyor. Bunları “Ayna Nöronları” olarak adlandırıyoruz. Bu nöronlar iki durumda, birincisi, kendimiz ip üzerinde yürüme gibi alışık olmadığımız bir takım eylemleri gerçekleştirirken; ikincisi, çok ilginçtir ki, ip üzerinde yürüyen ya da alışılmamış başka bir şey yapan birini izlediğimiz zaman faaliyete geçer. Demek ki ayna nöronları bize, başkalarında gözlemlediğimiz eylemleri kavrama becerisi sağlıyor. Örneğin; kendimizi bir sporcuyla özdeşleştirdiğimiz zaman, onun heyecanını paylaşmaya başlarız. Farkına varmadan, sanki kendimiz yaşıyormuşçasına olayların içine çekiliriz. Heyecanlıyızdır, kontrolden çıkarız, duygularımıza hakim olamayız, bağırır, hoplar, zıplar, güler, üzülür ya da çığlık atarız. Olanlara bütün varlığımızla iştirak ederiz. Demek ki ayna nöronları bize başkalarının yaşadıklarını kendimize uyarlama imkanı veriyor.
Eğer bir konuda kabiliyetimizi geliştirmek istiyorsak, yapmamız gereken tek şey, başkalarının bu konudaki becerilerini dikkatle izleyerek, edindiğimiz bilgileri kendi tecrübe dünyamıza aktarmaktır.
Ayna nöronları, alıştığımızdan çok daha hızlı ilerleme kaydetmemizde yardımcı olur.
Tabii ki bu ilerlemeler eyleme dönüştürülmelidir. Ayna nöronlarının yaptığı “ilk adımı” atmaktır.
Eğer gözlemlediğimiz eylemleri zihnimizde kendimize uyarlarsak, daha sonra dönüp faydalanabileceğimiz anılar olarak kaydedilirler.
“Zaferin” Rezonans Alanını Oluşturmalıyız
Ne kadar yoğun olarak hedefe odaklanır, ne kadar yoğun olarak “zafer”i düşünür ve zihnimizde canlandırırsak, o denli kusursuz bir rezonans alanı oluşturarak diğer insanlara yollarız. Böylece, hedefimize ulaşmamıza yardımcı olacak her şeyi yaşamımıza çekeriz. Ayrıca bedenimiz de kendini arzu edilen sonuca hazırlar. Artık günümüzde, zihin gücümüzü doğru yönde kullanarak, beynimizde bir nevi “sinirsel bağlantı arşivi” oluşturabileceğimiz gerçeği biliniyor.
Bu açıdan baktığımızda, zihinde canlandırmanın etkisini daha iyi anlayabiliyoruz. Hayal gücümüz sayesinde, istediğimiz durumları zihnimizde canlandırdığımız zaman, rezonans alanımızı en uygun hale getirir, aynı zamanda isteğimizin gerçekleşeceğine olan inancımızı da kuvvetlendirmiş oluruz. Bununda ötesinde ayna nöronlarımızı harekete geçirerek, normalde sahip olduğumuzdan çok daha fazla bilgiye sahip oluruz. Beynimiz, zihnimizde canlandırdığımız konuda gerçekten de yeteri kadar tecrübe edindiğimizi varsayar ve hangi durumda nasıl davranmamız gerektiğini bilir. Böylelikle, çevremizi, kendimize olan güvenimizle, sakinliğimizle ve bilgimizle etkileriz. Bedenimiz kendini güvende hisseder ve olaylar karşısında bir saniye bile zorlanmaz.
Şahsen ben, önemli randevularımı önceden gözümün getirerek, istediğim sonucu zihnimde canlandırmayı çoktan alışkanlık haline getirdim. Böylece kendimi her zaman sakin, olaya hakim hissederek, bocalamadan, olayların akışını kolaylıkla belirleyebiliyorum. Ayna nöronları bunun ötesinde çok önemli başka bir görev daha üstlenir ve bize hepimizin şimdiye kadar mutlaka hissetmiş olduğu, başka bir duygu verir. Belki, hiçbir şeyleri yokken birdenbire saygı ve servete kavuşan insanların hikayelerini duyduğunda, hissettiklerini hatırlayabilirsin. Belki belli bir süre için cesaretlenmiş, motivasyonun artmış ve onların başardığını, kendinin de başarabileceğini düşünmüştün. Sende bu duyguların uyanmasını sağlayan da yine ayna nöronlarıdır. Ayna nöronları, hayranlıkla okuduğun ya da duyduğun, başkalarına ait başarı hikayelerini, sana ait tecrübeler olarak kaydeder. Bilim adamlarının vardıkları sonuca göre, kendimizi biriyle ne kadar özdeşleştiriyorsak ve arzularımız onunkilerle ne kadar benzerlik gösteriyorsa, o şahsa ait tecrübeyi de o kadar yoğun hissedebiliyoruz. Bu yüzden başarı hikayeleri, sınırlarımızı aşmamıza yardımcı olur. Aynı başarıyı elde edebileceğimizi anlarız.
Başkalarının, görünüşte imkansız olan bir şeyi nasıl başardıklarıyla zihnimiz meşgul olmaya başladığı anda, ayna nöronları faaliyete geçer.
Ulaşmak istediğin şey her ne olursa olsun, başkalarının ona nasıl ulaştıklarını öğren. Bu amaca ulaşmış kişilerin hikayelerini oku, seyret ve analizini yap. Onların tecrübelerini özümse.
Başarılı insanların hayat hikayeleri ile ilgilen. Başarılı yaşam öykülerini konu alan kitaplar oku, filmler seyret.
Para sıkıntısı çekerken, ekonomik özgürlüğe ulaşmış insanların hikayeleriyle meşgul ol.
“Mucize” denilen şeylerle ilgilen.
Bir engel aramakla vakit kaybetme belki hiçbir engel yoktur. Franz Kafka
Beynimiz Şekillendirilebilir
Beyin üzerinde yapılan araştırmalar bizleri bir kez daha şaşırtıyor. Zira bilim adamları beynin değiştirilebilir olduğunu keşfettiler. Beyin, iştigal ettiğimiz etkinlik doğrultusunda şekil alıyor. Bu değişim sadece teorik anlamda değil, fiziksel olarak gerçekleşiyor. Beynimizde olan bu değişim, meşgul olduğumuz düşünceler ve edindiğimiz tecrübelere göre gerçekleşiyor.
Yapılan bir dizi deneyde, deneklerin daha önce yapmadıkları faaliyetlerde bulunmaları sağlanılmış ve bunun sonucunda beyinlerinde, bu faaliyetler için kullanılan bölgelerde, tıpkı sürekli çalıştırılan bir kasta olduğu gibi, büyüme gözlemlenirken, beynin kullanılmayan diğer bölümlerinde ise bir küçülme gözlemlenmiştir. Beyin, bu bölgelerde gerçekten de hacim kaybetmişti. Bununla eş zamanlı olarak, kullanılan diğer tarafta yeni sinapslar oluşmuş, buradaki enerji akışı hızlanmış ve yeni otomatik düşünce zincirleri faaliyete geçmişti. Demek ki, beynimiz, belli bir süre yeni bir şeyle meşgul olur ve yeni şeyler düşünürsek, ağ bağlantılarını tamamen değiştirme ve sinir hücreleri arasında yeni bağlantılar kurma yeteneğine sahiptir.
Yeni eylemler, düşünceler ve inançlar kısa bir süre sonra güçlü birer gerçeğe dönüşecektir.
Beynimiz kendini buna göre ayarlar.
Belirli bir süre, belli bir şey düşündüğümüz, bir müddet belli bir işle uğraştığımız zaman, beynimizin ilgili bölümü büyür.
Beynin bir müddet nadasa bırakılan, yani kullanılmayan kısmı ise küçülür.
İlgili bölgelerdeki sinir hücreleri (nöronlar), yeni elektriksel sinyallerin ve böylece yeni bilgilerin daha hızlı ve kolay taşınabilmesi için işlevlerini değiştirir. Bilim, beynin bu şaşırtıcı kendini tamamen değiştirebilme yeteneği için bir isim buldu bile: Plastisite
Burada bizim için büyüleyici olan asıl nokta, yaşamımızda her an yeni oluşumlar meydana getirebileceğimiz gerçeğidir. Beynimiz, düşüncelerimizden etkilenerek, onlar doğrultusunda yeni sinir hücreleri ve ağ bağlantılarını tamamen yeniler.
Ruhumuzu eğiterek geleceğimize istediğimiz şekilde yön verebiliriz.
Demek ki, belli bir süre yeni şeyler düşünürsek, beynimizin kullanılmayan kısımlarını geliştirebiliriz ve böylece geleceğimiz de tamamen farklı gelişebilir.
Yeni düşünme biçimimiz ve eylemlerimiz sayesinde beynimizde yeni sinir hücrelerini faaliyete geçirebiliriz.
Sinir hücrelerinin (nöronların) fonksiyonları değişebileceği, beyinde yeni bağlantılar oluşturabileceği gibi, beynin kullanılmayan -mesela, endişe ve olumsuz düşüncelerle ilgili kısımları- gitgide küçülerek, önemini yitirebilir.
Hayatımıza yepyeni bir yön verebiliriz.
Düşüncelerimizi belirli bir süre “istenilen” tarafa yönlendirirsek, inançlarımızı bile tam anlamıyla değiştirebiliriz.
İnançlarımız değiştiği anda, yaşam tarzımız da değişecektir.
Tabii ki beynimizin kendini değiştirmek için biraz zamana ihtiyacı var. Sinir hücreleri bilinçli olarak uyarıldıkları zaman, komşu hücreyle bağlantı kurar, hem de birkaç dakika içinde. Sinir hücreleri “küçük caddeler” inşa eder. Ama bu caddeler ulaşıma elverişli hale gelene kadar, yani bilgi alışverişi mümkün olana kadar, bir gün geçmektedir. Max Plank Enstitüsü’nün neurobiyologları, sinir hücrelerimizin, yeni yapılandırılmış kontak noktaları vasıtasıyla bilgi iletişimi yapabilmek için yirmi dört saate ihtiyaç duyduklarını keşfetmiştir. Öğrendiğimiz yeni bilgilerin yerleşmesi zaman alır. İlk sekiz saat içinde beynimizde ilk önce küçük dallar oluşur. Bunu takip eden saatlerde bu yapılandırmanın devam edip etmeyeceğine ve kalıcı olup olmayacağına karar verilir.
Eğer yeni edindiğimiz bilgilerin kalıcı olmasını istiyorsak, onu tekrarlamalıyız. Bu, bir öğrenme sürecidir ve sadece sık sık tekrar yaparak bilgilerin beynimize yerleşmesini sağlayabiliriz. “Yapa yapa usta olunur”. Affirmasyonları ve olumlu inanç cümlelerini neden oldukça sık tekrarlamamız gerektiğini bu cümle ile de açıklayabiliriz.
İstemediğimiz inançlarımızdan kurtulmanın yegane yolu, arzu edilen yeni inançlarla istikrarlı bir şekilde meşgul olmaktır.
*
Bütün istek cümlelerinin ve afirmasyonların hizmet ettikleri tek bir amaç vardı: Rezonans alanımızın yeniden programlanması.
*
Yapılması gereken şey, eski olumsuz inanç kalıplarını, yaşamımız üzerindeki etkileri ile birlikte devreden çıkarmak ve olumlu yeni rezonans alanları oluşturmaktır.
Rezonans Kanunu – Pierre Franckh
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder