Booking.com

Negatif Heyecanlara Yönelik Yaklaşımlar






“Negatif heyecanlar” terimi tüm şiddet ve depresyon heyecanlarını ifade eder. Kendine acıma, öfke, şüphe, korku, tedirginlik, sıkıntı, güvensizlik, kıskançlık ve diğerleri gibi. İnsan bu negatif heyecan ifadelerini, sıradan bir biçimde, oldukça doğal ve hatta gerekli bir şeymiş gibi algılamak eğilimindedir. Büyük sıklıkla da, bu heyecanlar, “samimiyet” olarak adlandırılır. Elbette ki, bunun samimiyetle ilgisi yoktur; bu heyecanların ifadesi sadece insandaki bir zayıflığın, kötü huyun ve kederini kendine saklama kapasitesinin yetersizliğinin sembolüdür. İnsan bunu, bu anlatıma karşı çıkmaya çabalarken idrak eder ve buradan bir başka ders daha çıkarır. Mekanik tezahürlerle (görünümlerle) ilişkili olarak; onları gözlemlemenin yeterli olmadığını, onlara karşı direnmenin şart olduğunu, çünkü insanın direnç göstermeden onları gözlemlemesinin imkansız olduğunu idrak eder. Bunlar, öylesine çabuk, öylesine alışkanlık eseri ve öylesine fark edilmez bir biçimde ortaya çıkarlar ki, insan onlara engel olmak için yeterli çabayı göstermezse, onların farkına bile varmayabilir.


Bu negatif heyecanlar çok kötü fenomenlerdir ve yaşamımızda çok büyük yer tutarlar. Pek çok insanın tüm yaşamlarının bu heyecanlar tarafından düzenlendiği, kontrol edildiği ve sonunda da yine onlar tarafından berbat edildiği söylenebilir. Aynı zamanda, negatif heyecanlar yaşamlarımızda yararlı bir rol de üstlenmezler. Çevre koşullarına alışmamıza yardımcı olmazlar, bizi bilgilendirmezler, makul bir şekilde yönlendirmezler. Tam tersine, tüm zevklerimizi yok edip, yaşamı bizim için bir yük haline getirirler ve gelişme olasılığımıza büyük bir başarıyla son verirler. Çünkü yaşamımızda negatif heyecanlardan daha mekanik olan hiçbir şey yoktur.


Negatif heyecanlar, asla kontrolümüz altına girmezler. Negatif heyecanlarını kontrol edebildiklerini ve ancak kendi istedikleri bir zamanda açığa çıkardıklarını sanan insanlar sadece kendilerini aldatırlar. Negatif heyecanlar özdeşleşmeye bağlıdırlar; eğer özel bir durumda özdeşleşmenin üstesinden gelinirse , yok olurlar. Negatif heyecanlarla ilgili en garip ve fantasik gerçek ise, insanları aslında onlara tapmasıdır. Sıradan, mekanik insan için en zor şey; kendisinin ve başkalarının negatif heyecanlarının her ne olursa olsun herhangi bir değerleri olmadığını ve herhangi bir asil, güzel veya güçlü bir şeyi içermediklerini idrak etmektir. Gerçekte negatif heyecanlar, zayıflık ve büyük çoğunlukla da histeri, cinnet ya da suç başlangıcından başka bir şey içermezler. Onlarla ilgili tek şey, yararsız oluşları ve hayal kurma (imajinasyon) ve özdeşleşme(*) (eşkoşma, idantifikasyon) yoluyla yapay olarak yaratılırlarken, hiçbir kayıp olmaksızın -ki bu, insanın sahip olabileceği tek kaçış şansıdır- tahrip edilebilmelerinin mümkün oluşudur.


Aslında, negatif heyecanlar üzerinde sandığımızdan çok daha fazla güce sahibiz, özellikle de onların ne kadar tehlikeli olduklarını ve kendileriyle mücadele etme gereksiniminin ne kadar acil olduğunu zaten bildiğimiz zamanlarda. Fakat yine de bu heyecanlar için pek çok bahane bulur, kendine acıma ya da bencillik denizlerinde yüzmeye devam eder, kendimiz dışındaki her şeyde bir kusur ararız.


(*) Özdeşleşme: insanın yaşamının yarısını kendisi ile geçirdiği tuhaf bir durumdur; yaşamın diğer yarısı ise tam bir uykuda geçmektedir. İnsan herşeyle özdeşleşir; söyledikleriyle, hissettikleriyle, inandıklarıyla, inanmadıklarıyla, diledikleriyle, dilemedikleriyle, kendisini cezbeden şeylerle, kendisinde nefret uyandıran şeylerle. Herşey o olur ya da daha doğrusu, o herşey olur. Sevdiği her şey olur ve sevmediği her şey olur. Bu demektir ki özdeşleşme durumunda insan kendisini özdeşleştirdiği nesneden ayrı tutma becerisini gösteremez. İnsanın özdeşleştirmeyi başaramadığı en küçücük bir şeyi bile bulmak çok güçtür. Aynı zamanda, özdeşleşme durumunda, insanın mekanik reaksiyonları üzerindeki kontrolü diğer zamanlardakinden çok daha azdır.


ŞUURLULUK VE FONKSİYONLARI


Negatif heyecanlar hususunda daha fazla bir şeyler söylemeden önce, bizim insanı ele alış çalışmamızın üzerinde temellendiği ana görüşü kısaca özetlemek gerekli olacaktır. Bildiğimiz kadarıyla, insan tamamlanmış bir varlık değildir; doğa onu belli bir noktaya kadar geliştirir ve sonra ya kendi çaba ve araçlarıyla daha da ileri gitmesine, ya da doğduğu gibi yaşaması ve ölmesine izin verir. İnsan, kendisine, sahip olmadığı ve tamamlanmış bir varlık seviyesine gelmedikçe de asla olamayacağı pek çok güçler, yetenekler ve özellikler atfeder (yakıştırır). İnsan aslında bağımsız hareket kabiliyeti olmayan, dışsal etkiler tarafından çalıştırılan bir makine olduğunu idrak etmez. İnsanın kendisine yakıştırdığı ama sahip olmadığı en önemli özelliklerden biri de şuurluluktur. Şuurluluktan kastımız; insandaki bir tür uyanıklık hali, kendisinin, kim olduğunun, ne hissettiği ya da düşündüğünün veya şu anda nerede olduğunun farkında oluş halidir.


İnsanın her zaman eşit derecede şuurlu olmadığını ve bizim insanı ele alış yöntemimize göre, şuurluluğun dört haline sahip olduğunu anımsamalısınız. Bu haller: 1. uyku; 2. uyanıklık durumu veya görece şuurluluk; 3. şuurluluğun üçüncü hali(*) veya öz-şuurluluk; 4. şuurluluğun dördüncü hali veya objektif (nesnel) şuurluluktur, fakat sıradan yaşamında, insanın objektif şuurluluk hakkında herhangi bir şey bilmesi ve bu yönde herhangi bir deneme yapması olası değildir. Aslında insan sadece iki aşamada yaşamaktadır: Yaşamının bir kısmı uykuda geçer ve diğer kısmı ise uyanıklık durumu olarak adlandırılan, ancak gerçekte uykudan çok da büyük bir farkı olmayan bir aşamada geçer. Şuurluluktan bahsettiğimizde, bu nedenle, sıradan uyanıklık durumumuzdan çok daha yüksek dereceli bir şuurluluk halini kastediyoruz. Bu hal (uyanıklık durumu) üzerinde bir kontrole sahip değiliz; fakat onun hakkındaki düşünme biçimimiz üzerinde belli bir kontrolümüz ardır ve düşünce sistemimizi bizi şuurluluğa ulaştıracak bir tarzda inşa edebiliriz. Düşüncelerimize bir şuurluluk anında sahip olacakları bir yön vererek şuurluluğa varabiliriz. Bu pratiği kendini anımsama olarak adlandırıyoruz.


(*) Bu üçüncü şuur durumu, yazarın diğer eserlerinde kendi kendini hatırlama, sübjektif şuur veya varlık şuuru olarak da tanımlanmıştır.


Daha da ileri giderek insan üzerindeki çalışmamızla ilişkili olarak, insan makinesinin dört temel işlevini -düşünme, hissetme, hareket ve içgüdü- anlamamızın şart olduğundan ve bunların tezahürlerinde şuurluluğun her üç aşamasında ortaya çıkan nitelik farklılıklarını gözlemlemeye çalışmanın zorunluluğundan bahsettik. Bu dört işlevin tümü de, tezahürleriyle, kendilerini uykuda ortaya çıkarabilirler, fakat bu tezahürler tutarsızdırlar, güvenilir değildirler; hiçbir şekilde kullanılamazlar, kendi başlarına hareket ederler. Göreceli şuurluluk ya da uyanıklık durumunda, uyum (orientation) programımıza bir dereceye kadar hizmet edebilirler. Buların sonuçları karşılaştırılabilir, doğrulukları ispat edilebilir, yanlışları düzeltilebilir.


Bu tezahürlerin pek çok illüzyon yaratabilmelerine karşın, şu anki sıradan düzeyimizle yapacak başka hiçbir şeyimiz yoktur ve elimizde olanla en fazla ne yapabilirsek onu yapmakla yetinmek zorundayız. Eğer bu aşamada yapılan yanlış gözlemlerin, yanlış teorilerin, yanlış hesaplamaların ve sonuçların niceliğini bilmiş olsaydık, kendimize inanmaktan tümüyle vazgeçerdik. Ama insanlar gözlem ve teorilerinin ne kadar aldatıcı olduğunu idrak etmezler ve ve onlara inanmaya devam ederler. İşte, insanın şuurluluğun ya da benlik şuurunun üçüncü aşamasına ait küçük kıvılcımlarla bağlantılı olan işlevlerinin (fonksiyonlarının) kendilerini açığa çıkardığı o nadir anları gözlemlemesine engel olan budur.


İşlevlerin gözlemlenmesi uzun iştir. Her biri için pek çok örnek bulmak gerekir. Çalışma sırasında, her şeyi aynı düzeyde göremeyeceğimizi, kendi kendimizi tarafsız olarak gözlemleyemeyeceğimizi görmeye başlarız. Bazı işlevlerimizin doğru olduğunu, diğerlerininse çalışmanın görüş açısına ters düştüklerini kaçınılmaz bir biçimde anlarız. Ve bir amacımız olmak zorundadır, aksi taktirde hiçbir çalışma hiçbir sonuç veremez. Uykuda olduğumuzu idrak edersek, amaç uyanmaktır; makine olduğumuzu idrak edersek, amaç makine olmaya son vermektir.


Daha şuurlu olmak istiyorsak, bizi kendimizi anımsamaktan alıkoyan şeyin ne olduğu konusunda çalışmalıyız. Bu yüzden işlevlerimizin, kendini anımsama açısından yararlı mı, zararlı mı olduklarına bakarak bu işlevlere belli bir değer biçme ölçüsü geliştirmek durumundayız.


İşlevleri kendiniz için gözlemlerken ciddi bir çaba gösterirseniz, bir şeyi idrak edeceksiniz. Sıradan bir biçimde ne yaparsanız yapın, ne düşünürseniz düşünün, ne hissederseniz hissedin, kendinizi anımsamadığınızı idrak edeceksiniz. Aynı zamanda, yeterince uzun bir süre içinde, yeterince çaba gösterirseniz, kendini anımsama kapasitenizi arttırabileceğinizi keşfedeceksiniz. Kendinizi daha sık, daha derin anımsayacaksınız; tıpkı şuurluluk fikri gibi, çalışma fikri gibi ve benlik çalışması fikri gibi daha pek çok fikirle bağlantılı olarak kendinizi anımsamaya başlayacaksınız.


Soru şu olmalı: Kendimizi nasıl anımsayacağız, kendimizi daha uyanık bir hale nasıl getireceğiz?


Negatif heyecanlar hakkında ciddi bir biçimde düşünürseniz, bizi kendimizi anımsamaktan alıkoyan esas faktörlerin onlar olduğunu anlayacaksınız. Bu nedenle bir şey, diğeri olmadan süremez. Kendinizi daha fazla anımsamadan, negatif heyecanlarla mücadele edemezsiniz ve negatif heyecanla mücadele etmeden de kendinizi daha fazla anımsayamazsınız.


ÖFKENİN NEDENLERİ KENDİMİZDEDİR


Negatif heyecanlarla mücadeleye başlamadan önce faydalı tek bir negatif hecanın bile var olmadığını idrak etmek şarttır. Tüm negatif heyecanlar eşit derecede kötüdürler ve tümü de zayıflık simgesidirler. İkinci olarak da onlarla mücadele edebileceğimizi, gerçek bir merkezleri olmadığı için fethedilip tahrip edilebildiklerini idrak etmeliyiz. Gerçek bir merkezleri olsaydı, hiçbir şansımız olmazdı; sonsuza dek negatif heyecanların egemenliği altında kalırdık. Şansımız varmış ki, negatif heyecanlar tahrip edilip, kaybolabilen yapay bir merkez üzerinde var oluyorlar. Ve bu merkez yıkıldığında da kendimizi çok daha iyi hissediyoruz. Bunun mümkün olabileceğini idrak etmek bile çok büyük bir aşamadır; fakat bu konuda o kadar çok kanaat, önyargı ve hatta ilke sahibiyiz ki, negatif heyecanların gerekli ve mecburen oldukları fikrinden kurtulmamız çok zor. Kendimizi ifade edebilmek veya diğer pek çok şey için negatif heyecanların gerekli, kaçınılmaz ve hatta yararlı olduklarını düşünmeye devam ettikçe hiçbir şey yapamayız. Negatif heyecanların hiç de yararlı olmadıklarını, yaşamımızda hiçbir faydalı işlevlerinin olmadığını ama yine de, aynı zamanda tüm yaşantımızın onlar üzerine kurulu olduğunu idrak edebilmek için belli bir mental mücadele vermek şarttır. Kimsenin idrak etmediği budur işte.


Negatif heyecanların koşullar yüzünden ortaya çıktıklarını sanmak en güçlü illüzyonlarımızdan biridir ve bu koşullara tam tamına uygun düşen “mükemmel bir neden” bularak, kendimizi kızgın hissettiğimizden bahsederiz, fakat tüm negatif heyecanlar; bizde, bizim içimizdedirler. Onlarla mücadele etmeye başlamadan önce, kızgın olmak için uygun nedenler olmadığını idrak etmeliyiz. Negatif heyecanların başka insanların hataları yüzünden ya da koşulların bozukluğu yüzünden ortaya çıktığını düşünürüz ve böyle düşünmeyi severiz. Bu bir illüzyondur. Öfkem bir nedenden kaynaklanmıyor, öfkemin kaynağı benim içimde. Öfkeniz bir nedene bağlı değil, kaynağı sizde. Negatif heyecanların kaynağı dışsal nedenlere bağlı değildir, içimizdedir. Bir başkasının eyleminin ya da belirli koşulların bende negatif bir heyecan yaratmasını gerektirecek tek bir kaçınılmaz neden bile yoktur. Bu sadece benim zayıflığımdan kaynaklanır.


Kendinizi gözlerseniz, nedenler hep aynı kalsa da, sizde bazı zamanlarda negatif bir heyecan yaratırlarken, diğer zamanlarda böyle bir negatif heyecan yaratmadıklarını göreceksiniz. Bunun nedeni, negatif heyecanın gerçek kaynağının sizde olduğu ve dışsal olayın sadece görünürdeki neden olduğu şeklinde açıklanabilir. Eğer bir iyilik hali içindeyseniz, kendinizi anımsıyorsanız, özdeşleşmiyorsanız, o zaman –göreceli konuşarak ve felaketleri bertaraf ederek- dışarda olup biten hiçbir şey sizde negatif heyecanlar yaratamaz. Oysa kötü bir ruh hali içindeyseniz, özdeşleşiyorsanız, hayaller ya da benzeri şeyler içinde dalıp dalıp gitmişseniz, o zaman küçücük bir tatsızlık bile sizde şiddetli negatif bir heyecana neden olabilir.


Negatif heyecanların bir dış neden sonucu ortaya çıktığı gösterilmeye çalışılırken, bir arkadaşın ölümü ve diğer elemli olaylarda duyulan acı ile ilgili sorular sorulur bazen. Acı kendi içinde negatif bir heyecan değildir ancak acıyla özdeşleşirseniz negatif bir heyecan yaratabilir. Acı, gerçek olabilir; negatif heyecan ise gerçek değildir. Ne de olsa, acılar yaşamın çok küçük bir kısmını, negatif heyecanlar ise büyük bir kısmını –yaşamnı tümünü- işgal ederler. Peki neden? Çünkü onları (negatif heyecanlarımızı) haklı çıkarırız da ondan. Onların bir dış nedenden kaynaklandıklarını düşünürüz. Negatif heyecanlarla ve özdeşleşme ile dolu olan insanların, tabii ki, diğer insanlarla da benzer reaksiyon yaratacakları beklenebilir, ama insan böylesi durumlarda, kendini anımsama ve özdeşleşmeme yoluyla kendisini soyutlamayı (izole etmeyi) öğrenmek zorundadır. Aynı zamanda soyutlanmanın (izolasyon) kayıtsızlık anlamına gelemediğini de idrak etmelidir. Negatif heyecanların dış nedenlerden kaynaklanmadıklarını bildiğimizde, çoğu yok olur. Fakat negatif heyecanlara sahip olmak istemiyorsak, onların dışsal nedenler yüzünden ortaya çıkamayacaklarını iyice anlamak zorunda oluşumuz ilk koşuldur. Negatif heyecanlar genellikle oradırlar, çünkü biz onlara izin veririz, varlıklarını dışsal kaynaklara bağlayarak açıklarız, böylece de onlarla mücadele etmemiş oluruz. Negatif heyecanlar, hayal kurmadan var olamazlar. Sadece bir kederli durumdan dolayı acı çekmek negatif heyecan değildir, fakat hayal kurma ve özdeşleşme işin içine girdiği zaman acı negatif heyecan haline gelir. Heyecansal acı, tıpkı fiziksel acı gibi kendi başına negatif heyecan değildir, fakat onun üzerinde her türlü süslemeyi yapmaya başladığımızda, negatif heyecan haline gelir. Daha sonra, heyecanların kendileriyle mücadele yöntemlerinden bahsedebiliriz, çünkü değişik heyecanlar için pek çok ve çok kesin yöntemler vardır, ama öncelikle özdeşleşme ve hayal kurma (imajinasyon) ile mücadele etmelisiniz. İnsanlar hayal kurma (imajinasyon) sözcüğüne yaratıcı veya seçici yetenek anlamında oldukça yapay ve hiç de hak etmediği bir anlam yüklerler. Hayal kurma, kontrol edilemeyen yıkıcı bir yetenektir. Kendimizi mutlu etmek için bir şeylerin hayalini kurmaya başlarız ve kısa süre içinde ona inanmaya –en azından bir kısmına- başlarız. Hayal kurma genellikle insanın kendisine, sahip olmadığı bir bilgiyi, bir gücü, bir niteliği yakıştırmasından ibarettir. Bu, tehlikeli bir hayal kurma biçimidir; öte yandan sadece zihne düşüncelerin gelmesine izin vermek ya da gündüz düşü, özdeşleşmeden bağımsız olabildikçe, zararsız, hatta eğlenceli olabilir. Özdeşleşme ve hayal kurmaya karşı verilen bu mücadele, her zaman rastlanan türden pek çok negatif heyecanı tahrip etmeye her halükârda en azından hafifletmeye yeterlidir. İşte bununla başlamalısınız, çünkü ancak özdeşleşmeyle bir dereceye kadar mücadele edebildiğinizde ve negatif imajinasyondan vazgeçtiğinizde, negatif heyecanlara karşı daha güçlü yöntemler kullanmaya başlamak mümkün olacaktır. Özdeşleşme ve hayal kurmaya tümüyle son verilmelidir. Bu yapılmadıkça ileri yöntemleri çalışmak yararsızdır. Hayal kurmaktan vazgeçmeye çalışırsanız, gerçek hisleri kovma tehlikesi de söz konusu değildir; hislerimiz gerçekse, zaten bertaraf edilemezler. Negatif bir imajinasyona bir son verebilirsiniz ve sırf özdeşleşme üzerinde yapılan bir çalışma bile, negatif imajinasyona son verecektir. Ama negatif heyecanların kendilerine karşı verilen gerçek savaş daha sonra başlar. Bu savaş doğru anlama esasına dayalı bir savaştır. Herşeyden önce, negatif heyecanların nasıl ortaya çıktılarını, ardında neyin yattığını, ne kadar yararsız olduklarını ve onlara sahip olmakla elde edeceğiniz zevkten ne kadar kayba uğrayacağınızı anlama esasına dayalı bir savaş. Ne kadar kaybedeceğinizi idrak ettiğinizde, belki o zaman bu konuda bir şeyler yapabilecek kadar bir enerjiye de sahip olacaksınız.



P.D. Ouspensky

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder