Booking.com

DOĞAL KEMOTERAPİ


Limon denince aklınıza sadece limon suyu ve vitamin C gelir. Oysa bilinen değerlerin dışında, özellikle dondurularak rendelenmiş limonunuz, limonun sadece suyunda bulunandan 5 veya 10 kat daha fazla vitamin içerir. ABD’nin National Post gazetesinin haberine göre: Dondurulmuş limon sayesinde hem yemeklerinize yeni bir lezzet katıyor hem de daha fazla vitamin alıyorsunuz .
Restoranlardaki çoğu bilinçli tüketiciler limonun tamamını kullanır veya tüketirler, hiç bir kısmını ziyan etmezler. Ziyan etmeden limonun tamamını nasıl kullanırsınız? Çok basit… Limonu (yıkayıp) buz dolabınızın buzluk bölümüne koyuyorsunuz. Donduktan sonra mutfak rendesini alıp limonun tamamını rendeleyebilirsiniz. Soymanız falan gerekmiyor. Rendelenmişini yemeklerinizin üzerine serpebilir, sebze salatasına, dondurmaya, çorbaya, makarnaya, makarna sosuna, suşiye, balık porsiyonlarına katabilirsiniz.
Yemeklerin tamamı, daha önce hiç tatmadığınız mükemmel bir lezzet kazanacaktır. Büyük olasılıkla, limon denince sadece limon suyu ve vitamin C aklınıza gelir.
Limonun tamamını kullanmanın, bir kısmını ziyan etmeyip yemeklerinize yeni bir lezzet katması dışında asıl avantajı nedir? Rendelenmiş limonunuz, limonun sadece suyunda bulunandan 5 veya 10 kat daha fazla vitamin içerir. Ve Ama bundan sonra, tüm limonu dondurmak gibi basit bir işlem sonrasında, onu rendeleyip yemeklerinizin üzerine serperek tüm besleyici özelliklerini kullanıyor olacak, yani daha sağlıklı besleniyor olacaksınız. Ayrıca rendelenmiş limonun dinçleştirici ve vücuttaki toksinleri giderici etkisinden yararlanacaksınız.
BÜTÜN LİMONU BUZLUĞA KOY
İşte bunun için limonunuzu buzluğa koyun, donsun ve her gün yemeklerinizin üzerine rendeleyin. Böylece, yiyecek ve içeceklerinizi daha leziz hale getirip daha sağlıklı ve uzun yaşamın anahtarını kullanıyor olun! İşte limonun gizemi budur! Geç bile olsa başlayın, hic olmamasından iyidir! Limonun sürpriz yararlarından faydalanın!
RENDELE YE, KANSERLİ HÜCRELER ÖLSÜN
Limon (Citrus) kanser hücrelerini öldüren mucizevi bir üründür. Kemoterapiden çok daha tesirlidir. Bunu nereden mi biliyoruz? Çünkü kendilerine yüksek kârlar sağlayacağını bildikleri için limon özütünün sentetik versiyonlarını üretmeye uğraşan laboratuvarlar var. İhtiyaç duyacağını düşündüğünüz dostlarınıza, limonun hastalık önleyici etkisi olduğunu duyurarak yardımcı olabilirsiniz.
Tadı hoştur ve kemo-terapinin korkunç etkilerini göstermez. Kemo-terapi ilaçları üretiminden fayda sağlayan multi-milyoner büyük şirketlerin çıkarlarını riske atmamak adına bu gizemin özenle saklı tutulduğu sürece ne kadar insanın öleceği bilinmez.
Bilindiği üzere, iki çeşit limon ağacı vardır. Limon ve misket limonu. (konu olan limondur, diğeri değil). Limon meyvesini farklı şekillerde tüketebilirsiniz. Pulpa’sı yenebilir. Sıkılarak suyu çıkarılabilir. Limonlu içecekler yapılabilir, dondurma vs..
UR, YUMRU, KİST, TÜMÖR
Limonun birçok vasfı sayılabilir ama en ilginci urlar, yumrular, kistler, tümörler üzerindeki etkisidir. Bu bitkinin her tür kansere iyileştirici etkisi kanıtlanmıştır. Ayrıca geniş spektrumlu anti-bakteriyel olarak iltihaplara, enfeksiyonlara ve mantara karşı kullanılır. Dahili parazit ve bağırsak kurtlarına karşı etkindir. Çok yüksek tansiyona karşı kan basıncını düzene sokar. Anti-depresandır. Strese ve asabi bozukluklara karşı iyi gelir.
Bu bilginin kaynağı ise çok etkileyicidir: Dünyanın en büyük ilaç üreticisi firmalarından biridir. Bu firmanın beyanına göre 1970’den beri 20’nin üzerinde yapılan laboratuvar testlerinde limon ekstrelerinin uygulanmasıyla; içlerinde kolon / kalın bağırsak, meme, prostat, akciğer ve pankreas da olmak üzere 12 kanser tipinde başarılı sonuçlar alınmıştır.
Limon ağacından elde edilen bileşiklerin, bütün dünyada kemo-terapide kullanılan Adiamycin ürününden 10 bin kat daha iyi olduğu saptanmış, kanser hücrelerinin gelişmesini yavaşlattığı gözlemlenmiştir. Daha da şaşırtıcı gözlem şudur ki: Limon özü kötü huylu kanser hücrelerini tahrip ederken sağlıklı hücrelere hiç zarar vermemektedir.
Dondurulmuş limonun faydaları
  • Dondurulmuş limon kanser hücrelerini öldüren harika bir meyvedir.
  • Kemoterapiden 10 bin kat daha fazla etkilidir.
  • Mantar Bakteri, enfeksiyon, iç parazitler ve kurtlara karşı etkilidir.
  • Yüksek tansiyonu düzenler. Sinir ve stresi azaltarak depresyonu engeller.
  • Kist ve Timörleri küçülterek yok eder. Dondurulmuş limonu tükettiğinizde vücudunuz size teşekkür edecektir.


  • alıntıdır

Aktaş: Depresyon beyin değil bağırsak hastalığıdır

Antidepresan kullanımına dikkat çeken Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit Aktaş, depresyon, stres, hâlsizlik, uykusuzluk, fazla kilo gibi şikayetlerin nedenlerini basın mensupları ile paylaştı.




"Mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin %95’i bağırsaklarda, %5’i beyinde yapılıyor" diyen Fitoterapist Aktaş, “Psikiyatristler neden hastaya antidepresan veriyor da ‘ev turşusu ye’ demiyor?” dedi. Depresyonda tek sorunun serotoninden kaynaklanmadığını aktaran Psikiyatrist Hatıloğlu ise probiyotiklerin tedaviyi destekleyici rolleri dışındaki yardımları tıbben kanıtlanmamıştır"diye konuştu.

Depresyonun beyin kimyası ile değil, vücudun ikinci beyni olarak nitelendirilen bağırsaklarla alakalı bir durum olduğunu söyleyen Bahçeşehir Üniversitesi Fitoterapi Eğitim Koordinatörü Dr. Ümit Aktaş’a göre, depresyondan korunmanın yolu, bağırsaklara yatırım yapmaktan, dolayısıyla bağırsaklardaki probiyotikleri artıracak beslenme şeklinden geçiyor.

Toplumda büyük bir mutsuzluk ve depresyon hali olduğunu belirten Fitoterapist Dr. Aktaş, depresyon, stres, hâlsizlik, uykusuzluk, fazla kilo gibi modern zamanlarla özdeşleşen sorunları “Mutluluk Kürleri” adlı kitabında irdeledi. Çok satanlar listesinde yer alan kitabında Aktaş özetle; mutlu, zinde ve dolu dolu yaşamın doğru bir beslenme modeli ile mümkün olabildiğini söylüyor, “Mutluluk sağlıkla, sağlık mutlulukla mümkündür” diyor. Yani Aktaş, bazı gıdaları “yiyerek”, bazılarını ise “yemeyerek” hem fiziksel sağlığın hem de mutluluğun yakalanacağı görüşünde.

“Mutlu bir yaşam için sadece beslenme yeterli değil ama her şeyin başı, beslenme” diyen Aktaş, bu tezini şöyle açıklıyor:

“Mutsuzluk veya depresyon denilince akla gelen ilk şey mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin. Serotonin maddesinin %95’ini bağırsaklardaki probiyotikler, %5’ini ise beyin yapıyor. Bağırsaklar aynı zamanda bağışıklık sisteminin en önemli organı. Bağışıklık hücrelerinin % 70’i bağırsaklarda bulunuyor. Yani gerek bağışıklık sisteminde, gerekse depresyonda düzeltmemiz gereken ilk ve en temel şey beslenmedir.

“BESLENMEYİ DÜZELTMEDEN HİÇBİR ŞEYİ DÜZELTEMİYORSUNUZ”

Beslenme deyip geçmemek lazım; genetiğine müdahale edilmiş gıdalar, tarım ilaçları, hibrit tohumlar, fazla miktarda karbonhidrat, az miktarda yağ tüketmek gibi durumlar ruh halimizi fazlasıyla etkiliyor. Çünkü genetiğine müdahale edilmiş organizmalar, bizim de genetiğimize müdahale ediyor.

“ANTİDEPRESAN YAZMAK MODERNLİK DE, ‘TURŞU YE’ DEMEK ÇAĞ DIŞILIK MI?”

Örneğin; 2015’de yapılan bir çalışmayla, insan gen yapısında tam 143 tane yabancı gen bulundu, yani bize ait olmayan gen. Bakterilere ait bu genler besinlerle vücudumuza giriyor. O yüzden her şey beslenme ile düzelmez ama beslenmeyi düzeltmeden hiçbir şeyi düzeltemiyorsunuz. Nitekim bugün modern tıbbın düştüğü en büyük hata budur. Örneğin; serotoninin % 95’ini probiyotikler yapıyor dedik. O halde neden psikiyatristler hastalarına antidepresan veriyor da ‘ev turşusu ye’ demiyor. Antidepresan yazmak modernlik de, ‘turşu ye’ demek çağ dışılık mı? Asıl dikkat edilmesi gereken konu beslenme. İlaçlarla depresyon düzelseydi, son 50 yıl içinde Amerika’da depresyon 6 kat artmazdı.”

"DEPRESYONA NEDEN OLAN DİĞER FAKTÖRLER GÖZ ARDI EDİLMEMELİ"

Psikiyatrist Dr. Uğur Hatıloğlu ise Aktaş’ın antidepresanlar ve depresyon tedavisine yönelik tespitlerine karşı çıkıyor. “Türkiye’de ne yazık ki antidepresan kullanımı giderek artmaktadır” diyen ve depresyona yol açan diğer etkenlerin gözden kaçırılmaması gerektiğine vurgu yapan Dr. Hatıloğlu’nun görüşleri şöyle:

“Serotonin gibi nörotransmitterlerin (sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan kimyasal) 1960’lı ve 70’li yıllarda olduğu gibi beyinde azalması nedeniyle depresyona yol açtığına artık eskisi kadar inanılmamaktadır. Gerçek bir eksiklik olduğuna dair net kanıtlar yoktur. Yani sorun serotonin eksikliğinden değil, serotonin gibi nörotransmitterlerin reseptörlerle (hücre içine sinyal taşıyan protein) etkileşiminde bir bozukluk olduğu fikri günümüz çalışmalarınca ağır basmaktadır.

“SİNİR HÜCRELERİNİN İŞLEVLERİNDE BOZULMA GÖRÜLÜYOR”

Şimdilerde ise depresyon gelişiminde; normal miktarda nörotransmitter ve reseptör varlığında sinyal iletiminde bir yetersizlik olabileceği ve bu nedenle sinir hücrelerinin yaşamasını ve işlevini sağlıklı yapabilmesi için gerekli olan faktörlerin sekteye uğradığı düşünülmektedir. Tekrarlayıcı depresyonlarda ise beynin bazı bölgelerindeki sinir hücrelerinin boyutunda azalma veya işlevlerinde bozulma ile beyin hacminin azaldığı görüntüleme çalışmaları ile gösterilmektedir. Bu bilgilerin yanı sıra; serotonin, noradrenalin, dopamin dışında asetilkolin, GABA, glutamat, glisin gibi diğer nörotransmitterlerin de depresyona yol açtığı konusunda çalışmalar sürmektedir.”

“ANTİDEPRESANLARIN ETKİSİ BİLİMSEL ÇALIŞMALARDA DEFALARCA KANITLANDI”

Sağlıklı beslenmenin, sadece depresyon açısından değil, bedensel ve ruhsal olarak sağlığın devamlılığı açısından ele alınması gerektiğini dile getiren Hatıloğlu, “Probiotik, prebiotik ya da antimikrobiyal tedavilerin psikiyatrik rahatsızlıklarda ana tedavi olmaktan ziyade tedaviyi destekleyici rolleri dışında yardımları tıbben kanıtlanamamıştır. Antidepresanların ise doğru tanı ve doğru kullanım ışığında psikiyatrik rahatsızlıklarda tedavi edici olduğu bilimsel çalışmalarca defalarca kanıtlanmıştır” dedi.

"BAĞIRSAKLARINIZA YATIRIM YAPIN"

2012 rakamlarına göre Türkiye’de antidepresan satışının giderek arttığını belirten ve “Son 9 yılda antidepresan satışında 2.5 kat artış var. Demek ki mutsuzluk ve depresyon azalmıyor, artıyor” ifadesini kullanan Dr. Aktaş, depresyondan uzak kalmak ve mutlu olmak için bağırsaklara yatırım yapmanın önemli olduğunun altını çiziyor. Bu yatırımın temeli insanın dünyaya gözlerini açtığı doğum esnasında atılıyor. Aktaş’a göre, doğum şekli ve çocukluk dönemindeki beslenme, kişinin sağlık karnesinde çok önemli bir faktör:

"SEZARYENLE DEĞİL, NORMAL DOĞUMLA DÜNYAYA GELENLER DAHA ŞANSLI"

“Çünkü insan, ilk probiyotikleri normal doğumla dünyaya gelirken doğum kanalında alıyor, sezaryenle doğanlar bu şansı kaçırıyor. Yine anne sütü vereceksiniz ki çocuğunuz prebiyotik alsın ve vücudunda geliştirsin. Sonrasında paça çorbası, kemik suyu içireceksiniz, doğal gıdalarla besleyeceksiniz ki hem vücudundaki probiyotikler artsın hem de bağışıklık sistemi gelişsin. Bu dönemde çocuğu doğru beslemezsen, bağışıklığı gelişmez. O zaman bu çocuk erişinlikte bin türlü hastalıkla boğuşur, bunların başında da depresyon gelir.

“ÇOCUKLAR LEBLEBİ GİBİ ANTİDEPRESAN KULLANIYOR”

Bugün çocukların çok önemli bir kısmına antidepresan veriliyor. Çocuklar öğrenme güçlüğü, dikkat dağınıklığı gibi sorunlar nedeniyle leblebi gibi antidepresan kullanıyor ve zombi gibi oluyor. Derslerini çalışıyor, okulda başarılı ama uyumak veya dikkatini toplamak için ilaca ihtiyaç duyan, kimyasallarla yaşayan çocuklar var ve bunların oranı hiç de azımsanacak gibi değil.”

"PROBİYLOTİKLERİ EN ÇOK BU BESİNLER ARTIRIYOR

Depresyondan uzak durmak için glutensiz beslenmeyi, karbonhidrattan, şekerden uzak durmayı, işlenmiş gıdalar değil, doğal gıdalar tüketmeyi öneren Dr. Aktaş, bağırsaklardaki probiyotikleri artıran, serotonin salgılatan, dolayısıyla depresyondan koruyan besinlerden öne çıkanları şöyle sıralıyor:

1- Ev turşusu, ev sirkesi,
2- Paça çorbası ve kemik suyu.
3- Omega 3 zengini besinler, yani keten tohumu, ceviz, semiz otu ve mevsim balığı.
4- Brokoli, lahana, karnabahar.
5- Avokado.
6- Yumurta ve tereyağı.
7- Zeytinyağı.
8- Yeşil çay ve tarçın.

“YAĞ OLMADAN MUTLULUK OLMAZ”

Dikkat çekilen noktalardan biri de yağdan zengin beslenme. Aktaş, “Yağ olmadan mutluluk olmaz” diyor ve hem depresyonun hem de kilo artışının yağdan değil, karbonhidrattan kaynaklandığını aktarıyor:

“Tahıllardaki gluten, bir numaralı depresyon kaynağıdır. Yüksek glisemik indeksi olan tahıllarla, şekerle ve karbonhidratlarla beslenmek, vücuttaki kan şekeri dengesini ve insülin metabolizmasını bozar. İnsülin metabolizması bozulan bir kişinin mutlu olabilmesi mümkün değildir. Huzurlu yaşayamaz, depresif olur.”

“YAĞDAN DEĞİL, ŞEKERDEN KORKUN”

İnsülin sorununun, kalp-damar hastalıkları ve diyabete yol açtığını da vurgulayan Aktaş, “Yağ kilo aldırmaz, çünkü yağın kalorisi yüksektir ama glisemik endeksi sıfırdır. Kan şekerini birden bire patlatmaz, dengeli, kotrollü ve yüksek enerji verir. Ama zeytinyağı ve tereyağı” diye konuşuyor.

“ÇİKOLATANIN MUTLULUK VERDİĞİ KOCAMAN BİR YALAN”

O zaman “tatlı ve en çok da çikolata seratonini yükseltir ve mutluluk verir” tezi ne olacak? sorusuna “Büyük bir yalandan ibaret” yanıtını veren Aktaş’ın gerekçesi ise şöyle:

“Çünkü çikolatadan yeterli miktarda seratonin alabilmek için her gün kilolarca çikolata yemeniz gerekir. Bu durumda obez olursunuz, diyabet olursunuz, mutlu olamadığınız gibi şişmanlıktan ölürsünüz. Yani çikolatanın mutluluk verdiği, üretici firmaların yalanlarından başka bir şey değil.”

alıntıdır

Sabah 3’te uyanmak

Sabah 3’te veya biraz daha geç uyanma olayı oldukça yaygındır. Mistik veya doğaüstü bir olay olmak şöyle dursun aslında anksiyeteye ilişkin uyku bozukluklarının yol açtığı çok yaygın görülen bir problemdir.

Ancak bu olayın daha iyi anlaşılması ve derinine inilmesi açısından detaylı bir şekilde açıklanması gerekir. Sabahın bu kadar erken saatlerinde uyanıp tekrar uykuya dalamamak birkaç gün boyunca yinelendiği takdirde can sıkıcı bir hal alabilir. Bu sebeple durumu düzgün şekilde yönetmeyi öğrenmek önem taşır.

Sabah 3’te uyanmak: ilgili semptomlar





Bu yaygın olayı konu alan birçok yayın mevcuttur. Ancak bunun tuhaf bir tarafı olmadığını unutmayalım: aslında bu beynin o anda hissettiğimiz yüksek seviyedeki anksiyeteye verdiği reaksiyondur. Uykumuzu düzenli olarak aksatmaya başladığında, durumun ele alınması gerekir.

Sabah 3 ile 4 arasında uyanmaya genelde eşlik eden diğer semptomlar ise şöyledir:
Yoğun anksiyete ve huzursuzluk duygusu ile uyanmak.
Hızlı kalp atışları ve bir tehlike hissi.
Yeniden uykuya dalmak imkansızdır. Bu da gerginliği, olumsuz duyguları ve uykusuzluğu arttırır.
Yeniden uykuya dalmayı başarırsanız bu çok hafif bir uykudur ve yorgun uyanırsınız.
Haftada birkaç defa sabah 3-4 arası uyanmak.
Sabahın erken saatlerinde uyanmak ve anksiyete
Neden sürekli sabah 3’te uyanıyorum?

Hafta boyunca sabahın erken saatlerinde aniden uyanıyorsanız kendinize sormanız gereken ilk sorular canınızı sıkan bir şeyin olup olmadığı, çok mu fazla çalıştığınız yoksa duygusal bir sorunla mı karşılaştığınızdır.

Tüm bu faktörler her zaman farkında olmadığımız anksiyete duygusuna sebep olabilir ve beyin bu sorunlara uyku yoluyla tepki verir.

Haydi bu konuya daha yakından bakalım:
Anksiyete doğrudan merkezi sinir sistemini değiştirir ve buna bağlı olarak sistemde uyku-uyanma döngüsüne ilişkin biyo ve nörokimyasal sistemlerde küçük değişiklikler görülmeye başlanır. Bunlar uyku aşamalarını değiştirir (REM ve REM dışı).
Genelde, yattığımızda uykuya dalmakta zorlanırız. Gece yarısı uykuya dalarız ve anksiyete uykumuzun bölük pörçük olmasına yol açar ve bu sebeple uykunun derin ve onarıcı olduğu REM aşamasına varmak zorlaşır. Beynimiz bu anksiyeteyi kaçmamız gereken bir tehdit olarak algılar. Bu alarmı hissetmek sabaha karşı 3’e doğru aniden kalkmamıza sebep olur.
Bu vücudun anksiyeteye verdiği doğal tepkidir ve sinir taşıyıcılarımız değişerek uykuda bozukluklara yol açar.

Bu sorun hakkında neler yapabiliriz?





Uyku bozukluğunun sebebi anksiyete ise, iyi bir uyku istiyorsak stresin kaynakları ve anksiyete sebep olan problemlerle yüzleşmeliyiz.



Hayatınızda bir şeylerin ters gittiğini kabul etmek önemlidir. Gece yarısı bir tehdit hissiyle uyanmak bir şeylerin yolunda gitmediğinin açık bir sinyalidir. Nedenini, hayatınızda tam olarak neyin canınızı sıktığını, sizi mutsuz ettiğini veya tehdit ettiğini kendinize sormalısınız.
Hayatınızda küçük değişiklikler yapın, öncelikler belirleyin ve beyninizi uyarmak ve stres atmak için yeni hobiler yaratmaya çalışın.
Akşam yemeğinden sonra en az yarım saat boyunca yürüyüş yapın. Yürüyün, derin nefes alın ve olaylara farklı açılardan bakın. Rahatlayın.
Eve geldiğinizde rahatlatıcı bir banyo yapın ve yatmaya gidin. Düşünmeniz gereken en son şey “yarın iyi olmam için bu gece uykumu almalıyım.” Beyniniz bu düşünceyi “uymalıyım” şeklinde bir zorunluluk olarak algıladığından strese yol açar.
Zihninizi boşaltın ve düşüncelerinizi sakinleştirin.
Odanızın temiz, iyi havalandırılmış ve güzel koktuğundan emin olun. Uzmanlara göre, uyku için en iyi sıcaklık 20°C’dir. Sıcaklık 25°’nin üstüne çıktığında vücudun rahatlaması zorlaşır. Bunu unutmayın!

Her gece belli saatlerde uykunuzdan uyanıyor musunuz?

İnsan vücudunda, bedensel fonksiyonlarımızı yöneten içsel bir saat bulunur. Her gece aynı saatlerde uyanıyorsanız, belli bir organla ilgili bir konu size uyandırıyor olabilir.

Organlar ve onlarla ilişkili saatler şöyle:


- 21:00 – 23:00 arası: Bu saat aralığı endokrin sistemimizin tekrar dengelendiği ve enzimlerin dolu hale getirildiği zamandır. Bu saatlerde uyumakta zorlanıyorsanız; vücudunuz “kaç-savaş” modunda takılı kalmış olabilir.

- 23:00 – 01:00 arası: Bu saatlerde sık sık uyanıyorsanız, birine gücendiniz, darıldınız ve bunu salıvermiyorsunuz, taşıyorsunuz demektir. Kendinize dönün, kendinize sevgi verin, yapabildiğiniz kadar sakin kalmaya ve enerjinizi bu alana harcamamaya çalışın.

- 01:00 – 03:00 arası: Bu saat aralığı bedeninizin toksinleri atmak ve yenilenmek için kullandığı çok önemli bir zamandır. Bu saatlerde uyanıyorsanız; genelde öfke, hayal kırıklığı ve olumsuz düşüncelerin işareti olabilir.

- 03:00 – 05:00 arası: Bu saatler; akciğerlerin onarımda olduğu ve bedeninize oksijen akıttığı saatlerdir. Akciğer sorunları çoğu zaman keder ve derin üzüntü belirtisidir.

- 05:00 – 07:00 arası: Bu saatlerde daha önce tespit edilen toksinler vücuttan atılır. Kalın bağırsak da bu saatlerde aktiftir.

alıntıdır

Dr. Masaru Emoto ve Su Kristalleri

Dr. Emotonun su ile ilgili fotoğraf çalışmaları

Dr. Emoto ve su kristalleri
Üzerinde yaşadığımız dünyanın büyük bir kısmı sudan oluşmuştur, bizim bedenlerimiz gibi. Ancak, şimdiye kadar su hakkında çok az şey biliyorduk. Öncü Japon araştırmacı Dr. Emoto, su ile ilgili fotoğraf çalışmalarında, doküman haline getirilmiş şaşırtıcı keşfini öğrenene kadar. Bu keşif, bize şimdiye dek bilmediklerimizi öğretti, üzerinde yaşadığımız dünyanın, en kıymetli kaynağı ile, yeni bir şuur seviyesine ulaşmamızı sağladı.

Dr. Masaru Emoto, 1943 yılında Japonya'da doğdu, uluslarası ilişkiler eğitiminden sonra, ikinci bir üniversite eğitim aldı ve Alternatif Tıp Doktoru oldu. Su kristalleri fotoğraflarını ‘’Suyun Verdiği Mesajlar’’ isimli iki kitabında yayınladı, bu kitaplar dünyada 400 bin adet sattı. Dr. Emoto’nun su araştırmasını bu kadar popüler kılan nokta, onun ispat ettiği düşünce ve duyguların, fiziksel realiteyi doğrudan etkilediği gerçeğidir. Aynı yerden alınan su örneklerine, yazılı ve sözlü kelimelerle veya müzikle değişik niyetler, düşünceler yönlendirildiği zaman ‘’su kendi ifadesini (motifi'ni) değiştirmektedir’’.

Dr.Emoto, suyun ifade yansımalarını yakalamayı başarmıştır. Çok soğuk bir odanın içinde, son derece güçlü bir mikroskop ve performanslı bir fotoğraf çekme tekniği ile bunu başarmıştır. Bu yöntemle, donarak yeni oluşmuş su kristallerini fotoğraflamıştır. Ancak, değişik bölgelerden alınmış su örneklerinin hepsi kristalize olamamaktadır. Örneğin, çok kirli nehirlerden alınan su örnekleri, yalnız suyun içinde bulunduğu durumu gösterir.

Dr.Masaru Emoto, su'ya yoğun olarak belli düşünceleri uyguladığında, donmuş suda oluşan kristallerin, değişik motifler haline geldiklerini keşfetmiştir (düşünceye göre, su kristalleri değişiklik gösterir). Yapılan deneyler sonucunda, çok temiz kaynaklardan gelen sularda, suyun kendisine sevgi dolu sözcükler söylendikten sonra, su örneğinde kar tanesi modeline benzeyen parlak motifli, simetrik renkli desenler oluştuğu görülmüştür. Buna karşın, çevre kirliliğinin olduğu bölgelerden gelen su örneklerinde, veya negativ düşüncelere maruz bırakılan su örneklerinde, koyu renkli, asimetrik, tamamlanmamış motifler oluşmuştur.

Bu araştırma sonucunda, Dr. Emoto, üzerinde yaşadığımız dünyayı ve kendi sağlığımızı nasıl positif etkileyebileceğimizi göstermiş, devrim niteliğinde şuursal bir farkındalık yaratmıştır. Dünyanın her tarafından, konferanslara davet edilen Dr.Emoto, Japonya, Avrupa ve Amerika'da, canlı deneyler yapmış, düşüncelerimizin, davranışlarımızın, duygularımızın çevre üzerinde ne kadar derin etkileri olduğunu, açıklığıyla ortaya koymuştur.

Konu ile ilgili, Amerikan Holistik Tıp Derneği Başkanı ("Kutsal Şifacılık"’ isimli kitabı var) Dr. Norman Shealy şu yorumu yapmıştır: ‘’Dünyanın yarısı sularla kaplıdır ve bizim vücudumuzun dörtte üçü su'dan ibarettir. Su, bizim içinde yaşadığımız dördüncü boyutla, ruhumuzun beşinci boyutu arasındaki bağlantıyı temsil eder. Bundan evvel pek çok çalışma, şifacıların hidrojen birleştirmeleri, veya suyun infrared ışınları emmesi ile ilgili, gözle görünmeyen etkilerini meydana çıkartmıştır. Ancak, bu çalışmaların hiçbirisi, Dr.Emoto'nun zarif çalışması ile boy ölçüşemez. Düşünce ve güzelliğin fiiziksel etkisi, bundan önceki çalışmalarda, hiç bu kadar iyi anlatılamamış ve ispatlanmamıştı.’’

Naturally Well mecmuasının editörü, Marcus Laux ise şöyle bir yorum yapmıştır; "Galile, Newton ve Einstein gibi, Dr. Emoto’nun net vizyonu, bize hem kendimizi, hemde evreni, farklı algılamamız gerektiğini göstermiştir. Burada bilim ve ruh birleşerek, dünyayı algılayışımızla ilgili, bir kuantum sıçraması yapılmış, gerçek sağlığımızı kazanıp, nasıl huzur yaratabileceğimiz kendiliğinden ortaya çıkmıştır."

Bütün bunlara ek olarak, yeni bir çalışmaya başlayan Dr.Emoto, bunu Islam dünyasına hediye edeceğini bildirmiştir. Bu çalışmada, Allah’ın 99 isminin, su örnekleri üzerinde oluşmasını sağlamak ve su kristallerini fotoğraflamaktır. Buna örnek olarak ‘’Adl ve Muksit’’ isminin oluşturduğu kristalin resmi, Dr.Emoto’nun web sayfasında yayınlanmaktadır.

"Hado" Fenomeni

Araştırmacı Dr.Masaru, aynızamanda Tokyo'da bulunan Hado Enstitüsünün başkanıdır. ‘’Hado’’ fenomeni ile ilgili yazdığı pek çok kitap vardır. Japonca da bu kelimeyi meydana getiren iki hece, ‘’dalga’’ ve ‘’hareket’’ anlamına gelmektedir.

Aşağıda'ki tanımlama, Dr.Emoto tarafından yapılmış ve suyun tabiatı ile ilgili pek çok keşifler yapmasına vesile olmuştur.

Dr.Emoto'ya göre, "Hado", tüm maddede, atomik seviyede görülen titreşim desenine verilen isimdir, bunun temeli'de insan şuurudur.

Yıllar geçtikçe, Dr.Emoto'nun teorisi kabul gördü ve Hado anlayışı bütün Japonya'da yaygınlaştı. Öyle ki, bu kelime günlük konuşma dilinin bir parçası haline geldi. ‘’Buranın hado'su çok düşük, haydi gelin buradan ayrılalım’’. ‘’Gelin çevremizin Hado'sunu değiştirelim’’ gibi konuşma şekilleri, özellikle Emoto’nun su kristalleri ile ilgili çalışmalarından sonra, Japonya'da yaygınlaşmıştır.

Ancak, resimleri yalnız kristalize olmuş bir su molekülü olarak düşünmemek lazımdır. Dr.Emoto'yu Hado fenomeninin öncüsü yapan şey, onun düşünce ve duyguların, fizik'i realiteyi etkilediğini ispat etmiş olmasıdır!

Yazılan ve söylenen kelimelerle değişik hado=titreşimler meydana geliyor ve müzik dinletildiği zaman su ‘’ifadesini (motifini) değiştirmektedir.’’ Örneğin insan şükran duygusunu ifade edince, hemen suya yansımaktadır. Bu konu ile ilgili sıkça sorulan sorulara ve cevaplarına aşağıda yer verdik:

Soru: Su kristali bize ne anlatıyor?

Cevap: Su kristalleri, oluşan titreşim deseni ve görüntüleridir. Genelde positiv titreşimler, güzel şekilde oluşmuş su kristalleri meydana getirir ve kristalizasyon oranı, negatif titreşimlerin meydana getirdikleri kristalizasyon'dan daha fazladır.

Soru: Su kristalleri, neden çeşitli kelimeler ve manâlarına bağlı olarak değişiklik gösteriyorlar?

Cevap: Bütün lisanlar, tabiatın titreşimlerinden meydana gelir. Ebeveynlerimiz ve öğretmenlerimiz tarafından eğitildikten sonra, tabiatın lisanını konuşmaya başlarız. Ama küçük yaşlarda onların konuştuğu lisanı nasıl öğrenebildik? Tabiatın muazzam büyüklükteki titreşimi, bizi bu sorunun cevabına yönlendirebilir. Positif titreşimler, güzel sözleri yarattı, negativ titreşimler ise, negativ kelimeler yarattı. Bu fenomen, evrenin en temel prensibidir.

Soru: Şayet suya önce negatif bir söz olan ‘’beni rahatsız ediyorsun’’ söylenip, ardından tekrar ‘’Sevgiler ve teşekkürler’’ gibi bir ifade söylenirse, su gene güzel kristaller oluşturabilirmi?

Cevap: Evet, oluşturabilir. Özellikle ‘’Sevgiler ve teşekkürler’’ gibi bir kelime, yaptığımız araştırmalara göre, en güzel su kristalini oluşturmuştur.

Soru: Hangi tip su insanlara en uygun olanıdır?

Cevap: Birlikte kendinizi en rahat hissettiğiniz su. Kendinizi su ile yanyana koymaya çalışın. Öyle ki, biz su çeşitleri arasından seçim yapabilir ve kendimize en uygun olanını bulabiliriz. Suyu sanki bir kadını veya bir erkeği sevdiğimiz gibi sevmeliyiz.

Soru: ‘’Suyun verdiği Mesajlar’’ isimli kitabınızda, delillerle sabit olan bir fotoğraf kolleksiyonu var. Bundan da şu sonuca varabiliriz; hayvanlar, bitkiler, insanlar, organik veya inorganik herşey, kısacası tüm varlık birbirleri ile olan ilişkilerinde muhteşem bir ahenk içinde. Diğer taraftan aynı deneyi, tekrar tekrar yaparak, sonuçların yine aynı neticeye mi varacağı, yoksa olası bir farklılık göstereceği açısından enteresan olabilir mi?

Cevap: Evrenin sürekli bir akış içinde olduğu söyleniyor. Bu nedenle şimdiki bu dakika, bir sonraki dakikada artık burada olamaz. Bu bağlamda, su kristalleri de aynı sonucu vereceklerdir. Ancak deney yapılan ortam aynı kalırsa, beklenen aynı sonuçları alırız. Bu yüzden kelime deneyleri için, el yazısı değilde, basılmış harfler kullanıyoruz. Tabii daha kapsamlı bir görüş bildirmek için, daha fazla deney yapmamız gerekiyor.

Soru: Şayet DNA, insan dokusunun, virüslerin, kelimelere (insan ses'ine) reaksiyon gösterdiğini bilseydik, bunu tedavi amaçlı kullanabilirmiydik?

Cevap: İnsan bedenin yapısı 42 oktavdan meydana gelmiştir ve bu frekanslarla ifade edilebilir. Bu da demektir ki, hem bakteriler, hem de mitokondri, bu skalada yer alır. Şayet biz bunlara denk gelen uygun frekansları yayabilirsek, o zaman bir iletişim imkanı doğabilir. Zaten şu anda pek çok insan, alternatif tıp uygulamaları yapıyor, ama bu teori hakkında bilgileri yok. DNA ve virüslerin yüksek frekans seviyesinde yer aldığını tesbit ettiğimize göre, frekansları konuşmaktansa, şuurumuzu nasıl yönlendireceğimiz daha önemlidir.

Soru: Su'da benlik (ego) veya rahatsızlık duygusu varmıdır?

Cevap: Sonuç olarak su'da benlik (ego) veya rahatsızlık yoktur. Ancak, suyun misyonu, bizim düşüncelerimizi, veya önlerine çıkan herhangi birşeyi taşımak, yani çok boyutlu bir nakliyeci olarak davranmaktır. Su, verilen bilgileri mütemadiyen kopyalar. Su kristali fotoğrafına baktığımızda, ilk etapta suyun şuurlu olduğunu düşünürüz. Bu durumda su, projeksiyon yapan bir yansıtıcı ve ayna görevini yapan tek şeydir. (sufizmveinsan.com)

Pirinç deneyi - Söz büyüdür!

Kavanozda pirinçler
11 Ocak 2013 Film gecemizde "Su belgeseli" izlemiştik. Bir kaç taşım kaynatarak, iki kavanoza pirinçleri koyduk, kapaklarını kapattık. Birisine "Seni Seviyorum", diğerine senden nefret ediyorum" yazmıştık. Geçen zaman içinde ofis adresimiz değişmiş, ben de pirinçleri eve getirmiş, mutfakta bir köşeye bırakmıştım. Arkadaşlar ilk zaman pirinçler ne oldu diye sormuşlardı. Pirinçlerde bir değişiklik yoktu.

Yıllar önce yaptığım bu deneyde nefret yazdığım kapkara olmuş, diğeri gül rengine dönüşmüştü. Bu seferki kavanozların değişmemesi beklemediğim bir şeydi. Bir keresinde pirinçleri soran bir arkadaşım bana takılmıştı "Senin evde mübarek bir pozitif enerji var, besbelli bu yüzden pirinçler değişmedi" diye. Gülmüştüm, mümkündür diye.

Üç aydan beri kavanozlar bekliyor o köşede. Bahar temizliği yaparken, artık bunların değişesi yok, atayım da kalabalık etmesin dedim. Ama içlerini boşaltmadan çöpe gitmesin dedim ve kavanozları açtım.

Üzerindeki yazılardan görüldüğü gibi yeşil kapaklı olan nefret ediyorum yazan idi. Kapağı açtım ama kokudan başım döndü. Ekşi, kötü, pis bir koku yayıldı mutfağa. Üç aydır kokmuş tabi ki dedim, diğerini açmaya koyuldum. Lakin sürpriz beni bekliyormuş. Olağanüstü güzel bir gül kokusu sardı mutfağı, şok oldum resmen.

Söz'cüklerinize dikkat ediniz, "söz" büyüdür. Bir kez daha bunu anlamış olmaktan inanılmaz etkilenmiş durumdayım. İşi gücü bıraktım öyle kalakaldım.

Dört kural'ı dikkate alınız:


ALINTIDIR