Booking.com

SCIO Quantum Biofeedback cihazı ile vücudunuzun enerjetik durumunu öğrenin

SCIO insanlarda sağlık sorunları ve enerji dengesizliklerini bulan ileri teknoloji bir tamamlayıcı tıp cihazıdır.
SCIO vücuttaki virüsleri, allerjileri, besinlere hassasiyet ve eksikliklerini, vücudun biyolojik reaksiyonlarını ve titreşimlerini saptayarak ortaya çıkarır.
Bu bilgiler vücudun ihtiyaçları, fonksiyon bozuklukları ve mevcut hasarları hakkında bize bilgi verir.
Bu bilgiler standart tıbbi testlerden farklıdır, çünkü bize vücudun enerjetik durumu hakkında bilgi verir.
SCIO, bilgisayarlardaki virüs tarayıcı programlar gibi vücudu tarar. Vücuttaki virüsler, organ zayıflıkları, allerjiler, anomaliler ve besin hassasiyetleri gibi birçok bilgiyi tarayıp dengesizlikler hakkında bilgi verir. SCIO röntgen, kan tahlili gibi yaygın tıbbi testlerden farklı olarak vücudun enerjetik durumu ve bu enerjiyi hangi yöne odakladığı hakkında bilgi verir.




SCIO (Scientific Consciousness Interface Operation System) Quantum Biofeedback
SCIO Quantum Biofeedback cihazı Nasa’da görev almış fizikçi ve tıp doktoru olan Profesör Bill Nelson tarafından geliştirilmiştir.
SCIO Quantum Biofeedback kuantum fiziği, matematik bilimi, fraktal dinamik bilgisi, alt uzay teorisi, elektronik ve bilgisayar mühendisliğinin birleştiği mucizevi bir tamamlayıcı tıp aletidir.
İçerdiği tedavi yöntemleri: Naturopati, homeopati, akupunktur, refleksoloji, renk terapisi, NLP, Rife rezonansı ve biorezonansdır. Doğal şifaya eşsiz bir sinerji sağlamak için metafizik konularda ileri seviyede bilgi girilmiştir.
Aynı anda 55 parametre ile saniyenin 1/100 lük taramalarıyla yaklaşık 4 dakika içerisinde 10.000 ayrı titreşim ölçülerek vücudun fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal yönleri her yönden algılanır. Ölçümlerde bedendeki tüm doku, organ, vitamin, mineral, enzim, peptid, amino asit, toksin ve alerjenler ile bunlar arasında bedende uyumsuzluk ve buna bağlı zayıflık yaratan tüm süreçler listelenir.


SCIO Quantum Biofeedback cihazı ile teşhis, tedavi, iyileşme sağlanan rahatsızlıklardan bazıları şöyle:
  • Jeopatik stress
  • Stres
  • Yorgunluk
  • Uykusuzluk
  • Depresyon
  • Öğrenme bozuklukları (özellikle çocuklarda)
  • Odaklanma problemleri (özellikle çocuklarda)
  • Cilt problemleri
  • Baş ağrıları ve migren
  • Omurga problemleri, kireçlenmeler, sinir sıkışmaları
  • Gıda intoleransları
  • Kilo problemleri
  • Kas problemleri
  • Sindirim ve bağırsak problenleri
  • Vitamin, mineral, amino asitlerin ve hormon eksikliklerinin saptanması ve dengelenmesi
  • Genel detox, ağır metal, ilaç etkileşimleri saptanması
  • Allerjiler
  • Şeker hastalığı ve yatkınlığı
  • Kanser riski
  • Radyasyon oranı tesbiti ve temizliği
  • Jet Lag tedavisi
  • Virüs, parazit, bakteri tesbiti ve temizliği
  • Sinir sistemi rahatsizlıkları
  • Panik atak
  • Duygusal ve ruhsal dengesizlikler, duygusal travmalar
  • İskelet Sistemi, kemik ve eklem rahatsızlıkları, artrit, romatizmal ağrılar
  • Aura taraması, çakra dengelemesi
  • Gençleşme, güzelleşme, selülit giderme
  • Kilo verme
  • Uzun ve kısa sureli hafıza becerilerinin artırılması
  • Hafıza ve yaratıcılığın artırılması
  • Duygusal dengeleme
  • Alışkanlıkları bırakma
  • Ağrı
  • Hipertansiyon
  • Karma Temizliği
Cihaz teşhis ettiği mükemmel titreşiminde olmayan organlara, akupunktur noktalarına ve meridyenlere mükemmel titreşimini hatırlatma ve uyumlama prensibiyle çalışır.
Ayrıca kişisel gelişiminizde nerede olduğunuzu göstererek hangi konularda, nasıl çalışmanız gerektiği yönünde bir yol haritası sunar.
Kalp pili olanlara seans yapılmaz. Çocuklara seans yapmak uygundur.

UYGULAYICI TERAPİST : DR. ARZU SİZGEN

ADA GELİŞİM MERKEZİ BİLGİ VE REZERVASYON : 0224 225 4343 
SEANS TALEBİ İÇİN RANDEVU ALINIZ.

KADIN-OSHO




Bir erkek olarak kadın ruhu hakkında nasıl konuşabiliyorsunuz?
Ve farkındalık ne erkektir ne de kadındır. Bu cinsiyet ayrımı bedeninde vardır ve bir de zihninde vardır. Çünkü zihnin, bedeninin içsel parçası; bedenin de zihninin dıştaki parçasıdır. Beden ve zihin birbirlerinden ayrı şeyler değiller; onlar tek bir varlıktır. Gerçekte, ‘beden ve zihin’ demek doğru değil ‘ve’ bağlacı kullanılmamalı. Aralarında bir kısa çizgi daha kullanılmamalı: Sen bir bedenzihinsin.
Bu nedenle dişil veya eril kavramları ancak zihinle, bedenle ilişkili olduklarında anlamlılar. Beni bir kadın veya erkek olarak dinleme; yoksa beni dinlemiyor olacaksın. Beni farkındalık olarak dinle.
Dişi
Kadın sevmen için vardır; anlaman için değil. Bu anlaşılması gereken ilk şey.
Varoluşun herhangi bir ifadesini anlamak-erkeği ya da kadını ya da hayvanı ya da doğayı-bilimin işidir; mistiğin değil.
•   Psikiyatr, sana karının bedavaya sorduğu soruları bir sürü para karşılığı soran adamdır.
•   Kadın, erkeğin yaklaşmasına direnç göstererek başlar ve geri çekilmesini engelleyerek bitirir.
•   Bir kadının fikrini değiştirmek istiyorsan, onunla hemfikir ol.
•   Eğer bir kadının ne demek istediğini merak ediyorsan, ona bak; sakın dinleme.
•   En önemli farkındalık hiçbir şeyin anlaşılamayacağını fark etmektir. Her şeyin bir gizem ve mucize olduğunu anlamak bana göre hayatındaki dinselliğin başlangıcıdır.
Kadın ve erkek arasındaki esas farkların neler olduğunu lütfen açıklar mısınız?
Öncelikle, kadın yaşam üretmeye muktedirdir; erkek ise değildir. Bu açıdan erkek daha aşağıdadır ve bu aşağılık duygusu kadınlara erkeklerin hükmetmesinde önemli rol oynamıştır.
Erkeklerin onlara söylediği doğru olmayan şeyler yüzünden kadınların psikolojisi bozulmuş, onları erkeklerin kölesi yapmış ve tüm dünyada ikinci sınıf vatandaş haline düşmüşlerdir. Bu durum, sadece ve sadece erkeğin kadından daha çok kas gücüne sahip olmasından kaynaklanır. Ama kas gücü hayvansılığın bir parçasıdır.
Gerçek farklar tabii ki mevcuttur; ama bunları bulmak için uydurulmuş fark yığınının ardına bakmak gerekir. Benim gördüğüm farklardan biri, kadının sevmeye daha çok muktedir olmasıdır. Erkeğin sevgisi az çok fiziksel bir ihtiyaçtır; kadınınkiyse değildir. O daha büyük, daha yüce, daha ruhani bir deneyimdir. Bu yüzden kadın tek eşli, erkek ise çok eşlidir. Erkek dünyadaki tüm kadınları ister ve yine de tatmin olmaz: Tatminsizliğinin sınırı yoktur.
Kadın tek bir sevgiyle kendini tamamen doyurabilir çünkü o erkeğin bedenine değil, onun en derindeki içsel özelliklerine bakar. Güzel, kaslı vücuda sahip bir erkeğe değil, karizması olan erkeğe aşık olur.
Cinsellik açısından bakıldığında erkek çok zayıftır; o sadece tek bir orgazm yaşayabilir. Kadın ise sınırsızca üstündür; çoklu orgazm yaşayabilir. Ve bu durum en çok problem yaratan konulardan birisi olmuştur. Erkeğin orgazmı bölgeseldir, cinsel organlarıyla sınırlıdır. Kadının orgazmı ise bütündür, cinsel bölgelerle sınırlı değildir. Onun tüm bedeni erojendir ve erkeğe oranla binlerce kat daha derin, daha zengin, daha doyurucu orgazm deneyimler.
Ancak trajedi şudur: Kadın bedeninin tümü uyarılmak zorundadır ve erkek de bununla ilgilenmez, o bununla asla ilgilenmemiştir. Kendi cinsel geriliminden kurtulmak için kadını bir seks makinesi olarak kullanmıştır. Saniyeler içinde boşalmıştır. Ve o bitmiş olduğunda kadın henüz başlamamıştır bile.
Erkek sevişme bittiği an döner ve uyumaya başlar. Cinsel birleşmeyle tüm gerginliklerini atmış olarak daha rahattır; cinsel aktivite onun iyi bir uyku çekmesine yardım eder. Her kadın bununla yüzleştiğinde ağlar. O daha başlamamıştır, henüz harekete geçmemiştir. Kullanılmıştır.
Upanishadlar’da yeni çiftler için garip bir tören vardır. Yeni evlenen çiftler Upanishad kâhinine gelir ve o da onları kutsar. Kâhin kadına döner ve şöyle der: ‘Umarım on çocuk annesi olursun ve nihayetinde kocan da on birinci çocuğun olur. Ve şayet kocana annelik etmezsen, gerçek bir eş olmayı başaramadın demektir.’
Bu çok gariptir ama bu sözlerin altında insan psikolojisine dair derin bir kavrayış vardır çünkü modern psikolojinin bulduğu şey de budur: Her erkek, kadında annesini aramakta; her kadın da erkeğinde babasını aramaktadır. Bu yüzden her evlilik bir hayal kırıklığıdır: Anneni bulamazsın. Evlendiğin kadın sana annelik yapmaya gelmedi bu eve; senin karın, senin sevgilin olmak istiyor. Upanishad töreni beş-altı bin yıllık yaşıyla modern psikolojiye ışık tutuyor. Bir kadın, ne olursa olsun, temelde annedir. Babalık ise sonradan uydurulmuş bir kurumdur, doğal değildir. Ama anneliğin yeri doldurulamaz.
Kadın ve erkek ne eşittir, ne de eşit değildir: Onlar eşsizdir. İki eşsiz varlığın buluşması varoluşa mucizevî bir şey getirir. Ancak garip olan bir gerçek vardır: Kadın, her zaman daha çok çocuksudur, gözleri daha çok hayretle doludur. Erkek, her zaman bilgi peşindedir. Peki, bilgi nedir? Bilgi sadece hayretten kurtulmaya yarayan bir araçtır. Tüm bilim varoluşun gizemini ortadan kaldırmaya çalışır ve bilimin anlamı bilgidir. Şu çok basit bir gerçektir ki, ne kadar çok bilirsen, o kadar az hayrete düşersin!
Yaşlandıkça hayret etme duyarlılığını yitirirsin. Giderek daha hantal olursun. Ancak bunun nedeni artık her şeyi bilmendir. Hiçbir şeyi bilmiyorsun ama zihnin sadece ödünç alınmış bilgilerle dolu. Ve sen hiç, bunun altında karanlık ve cehaletten başka bir şey olmadığını düşünmedin.
Erkek, dünya üstündeki en şehvetli hayvandır. Her hayvan türünün erkeklerin dişilerle ilgilenmeye başladığı bir çiftleşme mevsimi vardır. Bazen bu dönem birkaç hafta sürer, bazen bir veya iki ay. Senenin geri kalanında seksi, çiftleşmeyi unuturlar. Bu yüzden de, nüfus yoğunluğu normal seyreder. Sadece insanoğlunun erkeği tüm yıl boyunca cinsellik arzular.
Kadın erkekten çok daha önemlidir. Çünkü o rahminde hem erkeği hem kadını taşır. O kıza ve oğlana, her ikisine de annelik eder; her ikisini de besler. Eğer o zehirliyse, o zaman sütü zehirlidir, o zaman çocukları yetiştirme tarzı zehirlidir.
Eğer kadın gerçekten bir kadın olma özgürlüğüne sahip değilse, erkek de asla gerçek bir erkek olma özgürlüğüne sahip olmayacaktır. Kadının özgürlüğü erkeğin özgürlüğü için bir zorunluluktur.
Hayattaki sorunlar sevgi ile çözülebilir; saldırganlıkla değil. Kadın ve erkek ayrı dünyalardır o nedenle birbirlerini anlamaları güçtür. Ve geçmiş yanlış anlamalarla doludur fakat bu gelecekte de böyle olmak zorunda değildir. Geçmişten ders alabiliriz ve alınacak yegâne ders erkek ve kadının birbirlerinin farklılıklarını daha çok kabul edip birbirlerine karşı daha anlayışlı olmalarıdır.
Erkek ve kadın negatif ve pozitif elektrik kutupları gibidir: Birbirlerine doğru manyetik olarak çekilirler. Onlar zıt kutuplardır; o nedenle çatışma doğaldır. Ancak anlayış sayesinde, şefkat sayesinde, sevgi sayesinde, birbirlerinin dünyasına bakıp anlamaya çalışmak sayesinde tüm sorunlar çözülebilir.
Biliyor musun? Erkek ve kadın eşitliğinden bahsetmeye başlayan ilk kişiler erkeklerdi, kadınlar değil. Tohum erkek zihninden geliyor ve bu her zaman böyle olmuştur. Bir erkek kendi lehine olduğunu hissederse bunu becerir. Onun kurnazlığı çok sinsidir ve bazen o bunu öyle becerir ki kadınları, kendi kendine yaptığını zanneder.
Kadınlar yumuşaktır, doğuştan yumuşaktır. Erkeklerle yarışamazlar. Yarışmak istiyorlarsa sertleşmek zorundalar. Özgürlükçü bir kadınla ne zaman karşılaşsan yüzündeki yumuşaklığın kaybolduğunu görürsün.
Bazı erkekler gerçekten pasif olmanın özlemini çekiyorlar. Bazı kadınlarsa gelişimleri için kendilerini ortaya koyma ihtiyacı duyabilir. Kadın Özgürlüğü Hareketi’nin kadınları ‘sofistike’ ve fazlasıyla mantıklı yapmasıyla nasıl açıklanabilir bu?
Medeniyet bir kandırmacadır, doğadan uzak düşmektir. İnsan ne kadar medeni olursa, o kadar zihnine takılıp kalır. Yüreğiyle temasını yitirir. Yürek hala ilkeldir. Neyse ki, üniversiteler henüz yürekleri eğitip onları medenileştirmenin bir yolunu bulamamıştır.
Eğer bir erkek bedenine ve kadın zihnine sahipsen içinde bir çatışma, bir sosyal mücadele, bir iç savaş olacaktır. Sürekli bir savaş ve gerilim içinde savrulacaksın. Fizyolojik olarak kadınsan ve bir erkeğin zihnine sahipsen, hayatta enerjinin çoğunu gereksiz çekişmelerle harcarsın. Uyumlu olmak çok daha iyidir. Bedeninde erkeksen, zihinde de erkek; bedeninde kadınsan, zihinde de kadın ol.
Batılı ve Doğulu kadın arasındaki farklara işaret edenlerden ilki Karl Marks’dır. O tüm dünyadaki entelektüellere, yoksulluğun geçmiş hayatla ya da kaderle ya da alınyazısı ile hiçbir ilişkisi olmadığını ilan etti ve onları ikna etti. Kimin zengin ve kimin fakir olacağı Tanrı tarafından belirlenmez. Kimin yoksul olacağına karar veren şey toplumsal yapıdır, ekonomik yapıdır. Ve bu yapı değiştirilebilir çünkü o Tanrı tarafından yapılmamıştır-Tanrı diye bir şey yoktur-o insan yapımıdır.
İlk darbe Karl Marks’tan gelmiştir. İkinci darbe Sigmund Freud’dan geldi. O, erkek ve kadının eşit olduğunu, aynı türe ait olduğunu ve kadını aşağılayan tüm teori ve felsefelerin insanlık dışı ve şoven olduğunu ilan etti. Ve sonra üçüncü ve son darbe Masters ve Johnson’un araştırmalarından geldi: Kadının asırlardır orgazmdan yoksun bırakıldığını ortaya çıkardı. Erkeğin davranışlarının insanlık dışı olduğunu kanıtladı. Erkek kendi cinsel ihtiyaçları söz konusu olduğunda kadınları kullanmıştır fakat kadının seksten haz almasını engellemiştir.
Bu üç şey Batı’daki ortamı tümden değiştirmiştir fakat henüz bu üçü Doğu’nun geleneksel zihnine nüfuz etmemiştir. Sonuç olarak Batılı kadın mücadele yolundadır. Ancak bu tepkisel bir durumdur. Bu yüzden ben Kadın Özgürlüğü Hareketi adı altında süren şeyin taraftarı değilim. Ben kadınların özgür olmasını istiyorum ama diğer uca savrulmalarını değil.
Tüm eşcinsellik olgusu bu aptal yetiştirilme tarzının bir yan ürünüdür. Eşcinsellik erkek ve kadınların doğal bir şekilde buluşmasına izin verdiğimiz gün kaybolacaktır. Onları ilk çocukluk yıllarından itibaren ayırmaya başlarız. Bir oğlan kızlarla oynamaya başlarsa onu aşağılarız. “Ne yapıyorsun? Sen hanım evladı mısın? Sen bir delikanlısın, sen bir erkeksin! Kızlarla oynama, bir erkek ol!” deriz. Bir erkek bebeklerle oynarsa azarlarız: “Bu kızlar içindir.”
Eğer bir kız ağaca tırmanmaya çalışırsa onu hemen durdururuz: “Bu doğru değil; bu kadınsı zarafete uymaz,” deriz. Ve eğer bir kız çabalarsa ve ısrarcı olursa ve asi olursa ona Erkek Fatma denir; ona saygı duyulmaz. Bu çirkin ayrımları yaratırız.
Kalp uzmanlarına sorabilirsin. Cinsel aktivitenin kalp krizini önlediğini söylüyorlar. Kesin olan bir şey var, hiçbir erkek sevişirken kalp krizi geçirmemiştir. Her çeşit aktivitede kalp krizi olmuştur ama asla sevişirken değil. Hiç, birisinin sevişirken kalp krizi geçirip öldüğünü duydun mu? Hayır, asla. O çok doğal bir fiziksel aktivitedir. Ve eğlencedir. İyi bir spordur.
Evlilik
Niçin erkek ve kadınların dost olması bu kadar zordur? Niçin erkek ve kadın arasında her zaman çirkinlik oluyor?
Bunu anlamak çok basittir. Evlilik insan tarafından icat edilmiş olan en çirkin kurumdur. O doğal değildir; onun icat olunması sayesinde kadını kendi tekeline alabilirsin. Kadınlara onlar sanki bir toprak parçasıymış veya kâğıt paraymış gibi davranıyorsun. Kadınlar bir nesne haline indirgendi.
Pek çok çirkin şeyi icat etmiş olan şu din adamları sana evliliğin cennetten çıkma olduğunu söylüyor. Cennetten çıkma hiçbir şey yoktur; cennet yoktur.
Sorun şudur: Biyolojik olarak erkek kadına çekim hisseder, kadın erkeğe çekim hisseder ancak bu çekim sonsuza kadar aynı kalamaz. Sen ulaşmak istediğin bir şeyi cazip buluyorsun. Güzel bir kadın, güzel bir erkek görürsün; seni cezbeder. Bunda yanlış hiçbir şey yok. Kalbinin daha hızla attığını hissedersin. Bu adamla ya da kadınla birlikte olmak isterdin ve bu çekim o kadar güçlüdür ki, o an bu kadınla sonsuza kadar yaşamak istediğini düşünürsün.
İnsanlar nesne değiller, onlara sahip olamazsın. Karının güzel olduğunu hissedersem ve ona yaklaşırsam kızarsın, kavga etmeye hazır olursun çünkü senin malına el uzatıyorum. Hiçbir eş kimsenin malı değildir, hiçbir koca kimsenin malı değildir. Nasıl bir dünya yarattın? İnsanlar mülkiyete indirgeniyor; o zaman da kıskançlık, nefret olur.
Kraliyet ailelerinde, asil kan dışındaki evliliğe izin verilmez. Statü, para, güç…İlişkinin maddi çıkarlara bağlı olduğu koşullar altında kimse kimseyi sevemez. Sen para kazandığın için kadın sana bağımlıdır.
Ve asırlar boyunca erkekler, kadınların eğitilmesine, iş hayatına girmesine, meslek sahibi olmasına, kadın kendi maddi koşullarına, kendi banka hesabına sahip olursa onu bir nesneye indirgeyemeyecekleri için izin vermediler. O sana bağımlı olmak zorunda. Ve zannediyor musun ki sana bağımlı olan birisi seni gerçekten sevebilecek?
Şunu unutma, dostluk o kadar kıymetli bir şeydir ki sonucu ne olursa olsun karın bile olsa, kocan bile olsa onunla dost kal. Ve birbirinize tam ve kesin özgürlük verin.
Şu an olan şey ne? Kumsalda bir kız görüyorsun ve âşık oluyorsun. Onu hiç tanımıyorsun, onun sadece makyajını tanıyorsun. Ertesi sabah uyanıp makyaj silinmiş olduğunda, “Aman Allahım! Ne yaptım ben? Bu, benim evlendiğim kadın değil; bu başka birisi” diyeceksin. Ama verdiğin sözün tersini yapamazsın. Yapsan bile, seni hizaya getirmek için devlet vardır, mahkemeler vardır. Bu çok çirkin, hastalıklı bir durum.
Evlilik sevgiyi yok ediyorsa, sevgiyi ve düşünceleri gün be gün paylaşıp çocukları anne ve babasıyla birlikte büyütmeyi nasıl başaracağız?
Evet, sevgi evlilikte ölüyor; ama o senin tarafından öldürülüyor, evlilik tarafından değil. Çiftler tarafından öldürülüyor.
Sadece bir potansiyelle doğarsın. Elbette, bir bedenle doğuyorsun; bir bedenin olduğu için dansçı olabilirsin. Bedenini hareket ettirebilir ve bir dansçı olabilirsin ama dans etmeyi öğrenmek gerekir. Dans etmeyi öğrenmek büyük gayret ister. Dans o kadar da zor değildir; çünkü dansta kendi başınasın.
Sevgi çok daha zordur. O başka birisiyle dans etmektir. Dansın ne olduğunu diğerinin de bilmesi gerekir. Birisiyle uyumlu yaşamak büyük bir sanattır. Sevgi uyumdur. Ve mutluluk, sağlık, ahenk; hepsi sevgiden doğar. Sevmeyi öğren. Evlenmek için acele etme, sevmeyi öğren. Muhteşem bir sevgili ol önce.
Sevginin ilk dersi sevgiyi istemek değil, sadece vermektir. Bir veren ol. İnsanlar ise tam tersini yapıyorlar. Onlar verirken bile, sadece sevginin geri dönmesi düşüncesiyle veriyorlar. Kişi sever, sadece severek sevginin ne olduğunu öğrenir. Tıpkı kişinin yüzerek yüzmeyi öğrenmesi gibi severek sevmeyi öğrenir.
Ve insanlar çok cimri. Muhteşem bir sevgilinin gelmesini bekliyorlar, o zaman sevecekler. Kapalı kalırlar, çekingen kalırlar. Sadece beklerler. Bir yerlerden bir Kleopatra gelecek o zaman yüreklerini açacaklar ama o an gelene dek yüreklerini açmayı tamamıyla unutmuş olurlar.
Hiçbir sevme fırsatını kaçırma. Bir sokaktan geçerken bile sevebilirsin. Bir dilenciyi bile sevebilirsin. Ona bir şey vermene bile gerek yoktur; en azından gülümseyebilirsin. Bedavadır; ama gülümsemen kalbini açar, kalbini daha canlandırır. Bir dost ya da bir yabancı birisinin elini tut. Sadece doğru kişi ortaya çıktığında sevmeyi bekleme.
Evlilikten sonra balayına çıkmak çok tehlikelidir. Bildiğim kadarıyla, balayı biterken evliliklerin yüzde doksan dokuzu bitmiş oluyor. Ama o zaman yakalandın, o zaman kaçış yolun yok. O zaman tüm ahlak, din, din adamı sana karşıdır. Aslında toplum evlenmek için tüm engelleri yaratmalı; boşanmak içinse hiçbir engel olmamalı.
Bir hikâye duymuştum:
Dünya güzellik yarışması finalisti olabilecek kadar güzel görünen hemşirelerin çalıştığı bir koğuş vardı ama hastalardan biri, onları her gördüğünde dikkatlice bakıp, “Pislik!” diyordu.
Yandaki yatakta yatan adam bunu hiç anlayamamıştı. “Böylesi muhteşem hemşireler sana bakıyor ve sen onlara pislik diyorsun niye?” diye sordu.
“Hemşireleri düşünmüyordum” dedi adam üzülerek, “karımı düşünüyordum.”
Karın hiçbir zaman güzel gözükmez, kocan hiçbir zaman güzel gözükmez. Bir kere alıştıktan sonra, güzellik kaybolur. İnsanların birbirlerine alışacak, birbirlerini kanıksayacak kadar uzun süre beraber yaşamalarına izin verilmelidir.
Ve evlenmek isteseler bile, evlenmelerine izin verilmemeli. O zaman boşanmalar yeryüzünden silinecektir. Boşanmalar vardır çünkü evlilikler yanlıştır ve zorlamadır. Boşanmalar vardır çünkü evlilikler romantik bir ruh halinde yapılmıştır.
Eğer bir şairsen, romantik ruh hali iyidir. Ve şairler iyi karılar ve iyi kocalar olarak bilinmezler. Aslında şairler neredeyse her zaman bekardırlar. Onlar gönül eğlendirmeyi bilirler ama asla yakalanmazlar. Ve sonuç olarak romantizmleri hayatta kalır. Şiir yazmaya, güzel şiirler yazmaya devam ederler.
Sevgi bir tutku değildir, sevgi bir duygu değildir. Sevgi, birisinin bir şekilde seni tamamladığını derinden, çok derinden anlamaktır. Asla seksi sevgi zannetme, aksi taktirde yanılacaksın. Sevgi sonsuzluktur. O vardır, sonrasında gelişmeye ve gelişmeye devam eder. Sevgi başlangıcı bilir ama sonu bilmez.
Sadece birkaç Murphy Kanunu hakkında düşün.
•   Arada bir evlenmek iyidir.
•   Evlilik üç rauntluk bir gösteridir. Birinci raunt nişan, ikinci raunt evlilik ve üçüncüsü ıstırap.
•   Dünyayı döndüren şey evliliktir ama burnuna yediğin bir yumruk da aynı şeyi yapar.
•   Kadın Tanrı’nın ikinci hatasıydı-elbette ki ilki erkektir-ve iki yanlış bir doğru etmez.
•   Bir kadının görevi yaşamak, özgürlük ve erkek peşinde koşmaktır.
Sevgi
Sevgi nedir?
İnsan sayısı kadar sevgi vardır. Sevgi, en alt basamaktan en yüksek olana; seksten süperbilince doğru bir hiyerarşidir.
En dipte sevgi bir çeşit politika, iktidar mücadelesidir. Nerede sevgi hükmetme düşüncesi ile kirletilmişse orada politika vardır. Hükmetmekten hoşlanırsın ve sevgi üzeri şeker kaplı politikadan başka bir şey değildir; şekerle kaplı acı bir ilaçtır. Bu yüzden sevgi mutluluktan daha çok ıstırap yaratır. Onun yüzde doksan dokuzu acıdır; üstünü kapladığın şeker bu yüzde birdir. Ve er ya de geç bu şeker kaybolur.
Bir köpeği, bir kediyi, bir papağanı sevmek daha iyidir; bir arabayı sevmek daha iyidir çünkü onlara gayet iyi hükmedebilirsin ve o asla sana hükmetmeye çalışmaz.
Bir kokteyl partide, garson kız nazik bir beyefendinin konuşmalarına istemeden kulak misafiri oldu.
“Oh! Ona hayranım, ona tapıyorum,” diye ilan etti adam.
Arkadaşı da “Benim olsaydı, ben de öyle yapardım” dedi.
“Yürüyüş tarzı ve cazibesi. Onun büyük kahverengi güzel gözleri, dik ve mağrur başı…”
“Çok şanslısın,” der arkadaşı.
“Ve gerçekten beni heyecanlandıran şey ne biliyor musun? Kulağımı hafifçe ısırış tarzı!”
“Efendim,” diye araya girdi garson kız. “Bu sevgi dolu sözlerinizi duymaktan kendimi alamadım. Bunca boşanmanın olduğu günümüzde karısını böylesine tutku ile seven bir erkeğe hayran oldum.”
“Karım mı?” dedi beyefendi şaşırarak. “Hayır; şampiyon yarış atım!”
En aşağıda sevgi sadece politik bir ilişkidir. En yükseğinde sevgi dini bir bilinç halidir.
Buda seni seviyor. İsa seviyor, ben de seni seviyorum. Ama onların sevgisi, karşılığında hiçbir şey talep etmez. Onların sevgisi yalnızca vermenin saf mutluluğu için sunulur; bir pazarlık değildir.
Nancy, Helen ile kahve içiyordu.
Nancy “Kocanın seni sevdiğini nereden biliyorsun?” diye sordu?
“Her sabah çöpü döküyor.”
“Bu sevgi değil. Bu iyi bir ev temizliğidir.”
“Kocam bana ev harcamaları için ihtiyaç duyduğum bütün parayı veriyor.”
“Bu sevgi değil, bu cömertlik.”
“Kocam asla başka kadına bakmaz.”
“Bu sevgi değil; bu görme bozukluğu.”
“John her zaman bana kapıyı açar.”
“Bu sevgi değil; bu nezaket.”
“John sarımsak yediğinde, saçımda bigudiler olduğunda bile beni öper.”
“İşte bu sevgi!”
Ve sevgi nedensiz olduğunda, o zaman, sevgi bir kimsenin başına gelebilecek en muhteşem şeydir. O zaman sevgi nihai olana, öte dünyaya ait bir şeydir.
Egomuz varken başka birini gerçekten sevebilir miyiz?
Sevgi, onun temel koşulu egoyu bırakmak olduğu için çok büyük bir cesarete ihtiyaç duyar. Ego bizim yegâne kimliğimiz haline gelmiştir ve ondan vazgeçmek kesinlikle bireyselliğinden vazgeçiyorsun anlamı taşır. Bu doğru değildir; aslında gerçek olan tam tersidir: Egonu bırakmazsan kendi gerçek bireyselliğini bilemezsin. O bırakıldığı an, sadece o zaman gerçeği görebilirsin. Sevgi egoyu bırakmayı gerektirir.
İnsanlar sevgi özlemi çekiyor ama aynı zamanda egolarına yapışıyorlar. Bu yüzden sevgi asla bir gerçeklik halini alamıyor. Ve sevgiyi yaşamadığın sürece hayatı da yaşamamışsındır. Hayatın anlamını kaçırmış olursun.
Sevgi, nefes almak gibi olmalıdır. O sadece sendeki bir nitelik olmalıdır; nerede olursan, kiminle olursan ol, ya da tek başına da olsan sevgi senden taşmaya devam eder. Sevgi, nesneye bağımlı değildir. Senin öznelliğinin ışımasıdır; ruhunun ışımasıdır. Ve ışıma ne kadar enginse, ruhun da o kadar büyüktür.
Hayat sevginin çiçek açması için bir fırsattan başka bir şey değildir. Eğer canlıysan son nefesinde bile fırsat oradadır.
Doğduğumuz günden itibaren, ne yaparsak, kim olursak olalım başkalarıyla ilişki kurmaya çılışıyoruz; hatta genelde belirli bir kişiyle yakın olmak bize cazip geliyor. Lütfen yorumlar mısınız?
Sormuş olduğun soru her insanın sorusudur. Tek başımıza doğarız, tek başımıza yaşarız ve tek başımıza ölürüz. Tek başına olmak bizim doğamızdır ama biz onun farkında değiliz. Bunun farkında olmadığımız için, kendimize yabancı kalırız.
Tek başınalığın bir güzelliği ve görkemi, bir pozitifliği vardır; yalnızlık zavallıdır, negatiftir, karanlıktır, kasvetlidir.
Herkes yalnızlıktan kaçıyor. O bir yara gibidir, acıtır. Ondan kaçınmak için tek yol kalabalığın içinde olmaktır, toplumun bir parçası olmaktır, arkadaşlara sahip olmaktır, bir aile yaratmaktır, karılar ve kocalara sahip olmaktır, çocuk sahibi olmaktır. Kalabalığın içinde, içindeki temel gayret yalnızlığını unutabilmektir.
Sözlükteki anlam aynıdır; bu sözlükleri yapan insanların zihnini ortaya koyar. Onlar yalnızlık ve tek başınalık arasındaki engin farkı hiç anlayamazlar. Yalnızlık, bir boşluktur. Bir şey eksiktir. Onu doldurmak için bir şeye ihtiyaç vardır. Ve onu hiçbir şey asla dolduramaz çünkü o her şeyden önce bir yanlış anlaşılmadır. Yaşlandıkça bu boşluk da büyür. İnsanlar kendileriyle olmaktan o kadar korkarlar ki, her türden aptalca şeyi yaparlar. Kendi kendine iskambil oynayan insanlar gördüm; karşı taraf orada değildir. Onlar aynı kişinin her iki taraf olarak kağıt oynadığı oyunlar icat etmiştir.
Dünyadaki kazaların çoğunun hafta sonları gerçekleştiğini bilmek seni şaşırtacaktır. İnsanlar arabalarıyla tatil beldelerine, kumsallara, dağlara tampon tampona hücum ediyor. Oraya ulaşmak sekiz saat on saat sürebilir ve orada onlar için hiçbir şey yoktur çünkü bütün kalabalık onlarla birlikte gelmiştir. Herkes gelmiştir. Ama biraz meşguliyet…
Sıradan bir Amerikalı günde beş saat televizyon seyrediyor; insanlar radyo dinliyor…sırf kendilerinden kaçmak için. Tüm bu eylemler için tek bir neden vardır: Tek başına kalmamak; bu çok korkutucudur.
Büyüdüğünde bir kadına ya da bir erkeğe aşık olursun ve “belki de birbirimiz için yaratıldık” diye düşünürsün. Hiç kimse başkası için yaratılmamıştır.
Evlilikte bile temeldeki ilişki isteme nedenin tatmin olmaz. Karınla birlikteyken tek başına olduğundan daha yalnız olursun. Bir karı kocayı bir odada tek başlarına bırakmak onları tamamıyla perişan etmektir. Kendi tek başınalığınla uyumlu hale geldikten sonra ilişki kurabilirsin; o zaman korkudan kaynaklanmadığı için ilişkin sana büyük bir keyif verecek.
O yüzden sana yeniden hatırlatıyorum, tek başına olmayı yalnızlıkla karıştırma. Yalnızlık kesinlikle hastalıktır; tek başına olmak mükemmel sağlıktır.
Hayatının anlamını ve önemini bulmak için atacağın ilk ve en öncelikli adımın kendi başınalığının içine girmek olduğunu bilmeni isterim.
Hıristiyan inanışı, komşunu da kendin gibi sev der. Fakat kendimi sevmiyorsam nasıl diğerlerini sevebilirim?
İlk ve en öncelikli şey kendine karşı sevecen olmaktır. Katı olma; yumuşak ol. Kendine özen göster. Kendini affetmeyi öğren-yeniden ve yeniden ve yeniden ve yeniden-yetmiş yedi kere, yedi yüz yetmiş yedi kere.
Kendini affetmeyi öğren. Sert olma; kendine karşı çatışmacı olma. O zaman çiçek açacaksın.
İlişki
Niçin ilişki kurmak bu kadar zor?İlişki kurmak sevmek demektir. Ancak paylaşmak için önce sahip olman lazım. Ve sevmeden önce sevgiyle dolu olman, sevgiyle taşman gerek.
Halil Cibran, “Aynı çatıyı destekleyen iki sütun gibi olun ama diğerine sahip olmaya başlamayın, diğerini bağımsız bırakın. Aynı çatıyı destekleyin: Bu çatı sevgidir” der.
Zirveye ulaşmak isteyen kimse kaybolma riskini göze almalıdır. En yüksek zirveye tırmanmak isteyen kimse, kayıp bir yerlerden düşme riskini göze almalıdır. Gelişme özlemin ne kadar büyükse kabullenilmesi gereken tehlike o kadar çoktur. Gerçek insan tehlikeyi yaşam tarzı olarak, gelişim ortamı olarak kabul eder.
Anlaşılması gereken ilk şey şudur: Tanışıklığı aşk olarak alma. Sevişiyor olabilirsin, cinsel olarak ilişki içinde olabilirsin ama seks de yüzeyseldir. Merkezler buluşmadığı sürece seks yalnızca iki bedenin buluşmasıdır. Ve iki bedenin bir araya gelmesi sizin buluşmanız demek değildir. Seks de bir tanışıklık olarak kalır; fiziksel, bedensel ama yine de tanışıklık.
Sana söyleyeceğim iki tür hayat vardır.
1.   Biri korku merkezli,
2.   Diğeri sevgi merkezlidir.
Korku merkezli yaşam asla seni derin bir ilişkiye götüremez. Sen korkar halde kalırsan ve diğerine izin verilmez, sana, senin özüne sirayet etmesine izin verilmez. Bir yere kadar diğerine izin verirsin ve sonra bir duvar çıkar ve her şey durur.
Sevgi merkezli insan demek, gelecekten korkmayan kişi demektir, sonuçtan ve akıbetten korkmayan kişi demektir, şimdi ve burada yaşayan kişidir.
Sevgi ender açan bir çiçektir. O arada bir gerçekleşir. Milyonlarca ve milyonlarca insan, sevgililermiş gibi yanlış bir tavır içinde yaşıyor. Sevdiklerine inanıyorlar ama bu sadece onların inancıdır. Aşk nadiren açan bir çiçektir. Arada bir gerçekleşir. O enderdir, çünkü o sadece korku yokken gerçekleşebilir, asla öncesinde değil. Senin sevginde korku her zaman vardır. Karı kocasından korkar, koca karısından korkar. Sevgililer her zaman korkar. O zaman bu sevgi değildir.
Belki de gözlemlemişsindir; ne zaman doyumsuzsan, Tanrı’yı reddetmek istersin. Ne zaman mutsuzsan tüm benliğin “Tanrı yoktur” demek ister. Ateizm mantıktan değil tatminsizlikten ortaya çıkar. Sen ona mantıksal nedenler bulabilirsin; bu başka bir şeydir. Tatmin olmadığın için bir ateist olduğunu söylemeyebilirsin. “Tanrı yoktur ve benim kanıtlarım var” diyebilirsin. Ancak gerçek olan bu değildir.
Bir hikâye okuyordum:
Bir adam çok hastaydı ve her türden tedaviyi denemişti ama hiçbir şeyin faydası olmamıştı. En sonunda bir hipnozcuya gitti. Ve hipnozcu ona sürekli tekrar etmesi için bir mantra verdi: “Ben hasta değilim.” Her sabah ve akşam en az on beşer dakika, ‘Hasta değilim, sağlıklıyım’ de. Ve bütün gün ne zaman aklına gelirse onu tekrar et dedi. Birkaç gün içinde iyileşmeye başladı. Ve birkaç hafta içinde tamamıyla iyileşmişti.
Sonra karısına “Bu bir mucize! Bu hipnozcuya başka bir mucize için de gitmeli miyim? Çünkü son zamanlarda hiç cinsel iştahım kalmadı ve cinsel ilişki neredeyse tamamen bitti. Hiç arzum yok,” dedi.
Karısı çok mutluydu. “git” dedi. Çünkü çok tatminsiz hissediyordu.
Adam hipnozcuya gitti. Geri geldi, karısı ona sordu: “Sana şimdi ne mantrası, ne telkini verdi?” Adam karısına söylemedi. Ancak birkaç hafta içinde cinsel iştahı geri gelmeye başladı. Yeniden arzu duymaya başladı. Kadının çok kafası karışmıştı. Israrla sormaya devam etti ama adam gülüyor ve hiçbir şey söylemiyordu. O da bir gün adam sabahleyin banyoda meditasyonunu yaparken, şu on beş dakikalık mantrasını söylerken ne dediğini duymaya çalıştı. Ve adam, “O benim karım değil. O benim karım değil. O benim karım değil,” diyordu.
Unutma her şey yaşlandıkça ölüme doğru gider. Çeper her zaman yaşlıdır. Ve merkez her zaman yenidir. Çeper yeni kalamaz çünkü her an o yaşlanıyor, bayatlıyor. Merkez her zaman taze ve gençtir.
Ruhun ne bir çocuktur, ne genç bir adamdır, ne de yaşlı bir adamdır. Ruhun basitçe ölümsüz tazeliktir. Onun yaşı yoktur. Bunu tecrübe edebilirsin; genç olabilirsin, yaşlı olabilirsin: Sadece gözlerini kapat ve onu bul. Merkezinin nasıl olduğunu hissetmeye çalış; yaşlı mı, genç mi? Merkezin her ikisi de olmadığını hissedeceksin. O her zaman yenidir, o asla yaşlanmaz. Niçin? Çünkü merkez zamana ait değildir.
Satış eğitimlerinde söyledikleri gibi; müşteri her zaman haklıdır. Sana şunu söylemek isterim: Sevgi ve ilişki dünyasında sen her zaman haksızsın, diğeri her zaman haklıdır.
Annelik
Anne olmak dünyadaki en büyük sorumluluklardan bir tanesidir. Bir eve sahip olunabilir, bir arabaya sahip olunabilir; asla bir kimseye değil.
Bu ilk derstir; buna hazırlıklı ol. Çocuk gelmeden önce onu kendi çocuğun olarak değil bağımsız bir varlık, kendi hakları olan biri olarak selamlayabilir olmalısın.
Ve ikincisi şudur: Çocuğa yetişkin bir insana olduğu gibi davran. Asla çocuğa çocuk gibi davranma. Çocuğa derin bir saygı göster. Tanrı seni ev sahibi olarak seçmiştir. Çocuğa saygı duymak çok zordur. Çocuğu aşağılamak çok kolaydır. Aşağılamak çok kolay gelir çünkü çocuk çaresizdir hiçbir şey yapamaz, öç alamaz, aynı şekilde karşılık veremez.
Çocuğu gerçekten seviyorsan hatırlaman gereken bir şey var: Onun hiçbir şekilde bir ikiyüzlü olmasına asla ve asla yardım etme, hiçbir şekilde onu buna zorlama.
Ve üçüncü şey: Ahlaka kulak asma, dine kulak asma, kültüre kulak asma; doğayı dinle. Doğal olan her şey senin için bazen çok zor, çok rahatsız edici olsa da iyidir. Çünkü sen doğana uygun şekilde yetiştirilmedin. Anne baban seni gerçek sevgiyle, sanatına uygun olarak yetiştirmedi. O sadece rastlantısal bir şeydi. Aynı hataları tekrar etme. Pek çok kez rahatsız olacaksın…
Çocuk senin rahminin içindeyken yaptığın her şey sürekli olarak bir titreşim halinde çocuğa ulaşır. Öfkeliysen karnında bir kızgınlık gerilimi vardır. Çocuk hemen onu hisseder. Üzgünken karnında bir üzüntü ortamı vardır. Çocuk hemen donuk, kederli hisseder. Çocuk tamamıyla sana bağımlıdır. Senin ruh halin neyse çocuğun ruh hali de odur.
Çocuk başka her şeyden daha önemlidir. Birisi sana hareket ederse onu kabul et ama öfkelenme. “Hamileyim ve çocuk sana kızmaktan daha önemli. Bu dönem geçecek ve birkaç gün içinde bana kimin hakaret ettiğini ve ne yapmış olduğumu unutacağım. Fakat çocuk en azından yetmiş, seksen yıl dünyada olacak. Bu büyük bir proje” de. Eğer istersen günlüğüne not edebilirsin, çocuk doğduğunda, o zaman kızabilirsin ama şimdi değil. Sadece kendine şunu söyle: “Ben hamileyim. Öfkelenemem; buna izin yok.” Ben buna duyarlı anlayış derim.
Eşinle artık kavga yok, artık nefret yok, artık öfke yok, artık hüzün yok. Her ikiniz de çocuğa bakmak zorundasınız. Çocuk orada ise her ikiniz de kinci derecede önemlisiniz; her türlü tercih çocuğundur. Çünkü yeni bir hayat doğacak…ve o senin meyven olacak. Ve ta en başından çocuğun zihnine öfke, nefret, çatışma girerse, o zaman ona hayatı cehennem ediyorsun. Niçin çocuğu ıstırabın içine sokmalı?
Bir anne olarak görevimi nasıl en iyi şekilde yerine getirebilirim?
Çocuğa saygı göster; sadece sevgi değil ama saygı da göster. Eğer saygı yoksa o zaman sevgi sahiplenmeye dönüşür.
Saygı duyduğun birisine sahip olamazsın. Bir insana sahip olmak demek onu bir maddeye indirgemektir. Ve bir kez çocuk senin malın olursa sırtına yük biner. O zaman o yerine getirilecek bir görevdir ve anneler tüm hayatları boyunca ne kadar çok şey yaptıkları hakkında konuşur.
Bu sadece çocuğun doğumu değildir: aynı zamanda yeni bir tarzda sen de doğarsın, anne doğar. Bir kısmı çocuğun doğumudur; diğer kısmı anneliğinin doğumudur. Çocuk muazzam bir şekilde seni dönüştürdü. O sana bir şey verdi. Artık aynı kişi değilsin. Bir kadın ve bir anne arasında büyük bir fark vardır.
Bu andan itibaren, en başından beri kişi bu konuda uyanık olmalı. Ve annenden öğrendiğin davranış kalıplarını tekrar etmemeyi hatırla. Bu çok doğal bir şeydir çünkü bir annenin nasıl olması gerektiği konusunda bildiğin şey bu ve annenin davranışını ona karşı tekrar edeceksin. Ve yanlış olan da bu olacaktır. Tamamen yeni ol, annenden öğrenmiş olduğun her şeyi unut, onu izleme.
Ve şayet o arada bir ağlarsa bunun için fazlasıyla endişelenmeye gerek yoktur. Bırak o kendi başına birazcık ağlasın. Her zaman koşmana ve her zaman ona hizmet etmek için emrine amade olmana gerek yoktur. Bu sevgi gibi gözükür ama aslında onun özgürlüğüne müdahale ediyorsun. Onun süte ihtiyacı olmayabilir; bazen çocuk sadece ağlar. Çocuklar basitçe ağlamaktan hoşlanır; bu onun tek kendini ifade etme yöntemidir. Onun dili yoktur: Onun dili budur; o feryat eder, o ağlar. Bırak ağlasın; bunda yanlış hiçbir şey yok. O dünyayla ilişki kurmaya çalışıyor. Onu avutmaya çalışma, hemen ona meme verme. Eğer aç değilse ona meme vermek bir uyuşturucudur.
Eğer süt almak istemiyorsa, istekli değilse onu bırak. O zaman o asla Primal terapiye ihtiyaç duymayacaktır. Primal terapide bağıran insanlar, çocukluğunda müdahale edilmiş ve asla bağırmasına izin verilmemiş olanlardır.
Gerçek anne çocuğuna o kadar çok özgürlük tanır ki kendi fikrine karşı bile çıksa ona izin verilir. Ona açıkça de ki: “Benim fikrime göre bu doğru değildir, ama yapmakta serbestsin.” Bırak kendi tecrübeleri ile öğrensin. Kişi gerçekten böyle olgunlaşır; aksi taktirde insanlar çocuk olarak kalır. Yaşlanırlar ama bilinçleri gelişmez. Yani onlar elli yaşında olabilir ve zihinleri ise sadece on bir, on, on iki, oralarda bir yerde olabilir. İnsanların ortalama zihin yaşı on üçtür. Bunun anlamı onların bu zamanda durduğudur ve bu ortalamadır.
Bir çocuk doğar, yeni bir yaşam tarzı ortaya çıkar: O bir anne olur. Bu nedenle her zaman kocalar, çocuklardan korkar. Temelde onlar çocuklardan asla hoşlanmazlar çünkü üçüncü bir taraf ilişkinin içine girer; sadece girmekle kalmaz bu üçüncü taraf merkez halini alır. Ve bundan sonra kadın asla aynı eş değildir o farklıdır. Bundan sonra şayet bir koca gerçekten sevmek isterse tıpkı bir oğul gibi olmalıdır. Anne haline gelmiş bu kadın asla sıradan bir eş olamaz.
O bir anne olmuştur. Artık bunun için yapılabilecek bir şey yoktur. Geriye kalan tek şey senin onun oğlu olmandır. Onun sevgisini almanın yegâne yolu budur, aksi takdirde sevgi onun kendi oğluna gidecektir.
Bir kadın bir çocuğu doğurduğunda, o hayattır. O, çocuğun gözlerinin içine baktığında kendi varlığının içine bakar. Çocuk büyümeye başladığında o da çocukla birlikte büyür.
Kadınlardan korkan insanlar var ve eğer kadınlardan korkarsan onları sevemezsin. Korkudan sevgi nasıl çıkabilir? Ve niçin kadından korkarsın? Çünkü çocukluğun annenden korkarak yaşandı. O sürekli senin peşindeydi, sürekli seni balyozluyordu. Sürekli olarak sana şunu yap bunu yap diyordu; elbette senin iyiliğin için.  Neyin doğru olduğunu sana söyleyerek seni bir korkağa dönüştürdü. Hoşlansan da hoşlanmasan da, kendiliğinden içinden gelse de gelmese de emirlere uymak zorundasın. Ve sen o kadar çaresizdin ki… Hayatta kalman annene bağlıydı o yüzden onu dinlemek zorundaydın. O seni koşullandırdı. Ve annene olan korkun yüzünden kadınlardan korkuyorsun.
Milyonlarca koca annelerinin çok güçlü olması gibi basit bir gerçek yüzünden kılıbıktır. Bunun karısı ile hiçbir ilgisi yok; onlar sadece anneyi karılarının üstüne yansıtıyorlar. Karısı sadece annenin yeni bir versiyonudur. Annelerinden bekledikleri her şeyi karılarından da bekliyorlar.
Anne tarafından gerçekten hükmedilmiş, kayıtsız şartsız boyun eğdirilmiş bir çocuk, bir kadınla sevişemez çünkü bir kadına yaklaştıkça psikolojik olarak iktidarsızlaşacaktır. Annenle nasıl sevişebilirsin? Bu imkânsızdır. Bu yüzden pek çok insan karılarına iktidarsız hale gelir, ancak sadece karılarına. Anne olmak demek koşulsuzca sevebilmeye, sevmenin coşkusu için bir insanı sevmeye, birisinin geliştiğini görmenin saf coşkusu için bir insanın gelişmesine yardım etmeye muktedir olmak demektir.

Şimdi’de Yaşayanın Genel Özellikleri






Vaktinizin çoğunu koltuğunuzda oturup aniden bir ilham ya da aydınlanmanın gelmesini bekleyerek geçiriyorsunuz ama hiçbir şey olmuyor mu? Ya da aydınlanma, hayatınızdaki nihai amacınız mı?
Bu yazımızda aydınlanmış insanların genel özelliklerine değineceğiz. Böylece aydınlanmış insanlardan ilham alarak, kendiniz için de bir rehber oluşturabilir veya  kendinize bir yol haritası belirleyebilirsiniz.

1. Şu anda yaşarlar

Aydınlanmış insanlar geçmiş ve geleceğin akıl tarafından yaratılmış zihinsel yapılar olduğunu ve gerçek tinsellikle hiçbir alakası olmadığını anlamışlardır. Tek gerçekliğimiz şu anda içinde yaşadığımız zamandır. Geçmiş veya gelecek hakkında düşünmek ve birtakım şeyleri tezahür etmek yine, yalnızca şimdiki zaman diliminde gerçekleşebilir. Bu insanların, şimdiki zamana olan derin odaklanması, onlara güçlü bir canlılık hissetmelerine ve etrafında olan biten olaylara ve insanlara karşı farkındalık geliştirmelerine olanak vermiştir.

2. Bir şeyden sadece yaptıkları için zevk alırlar ve bunu başka bir şeye yormazlar

Aydınlanmış, bilge insanların bir amacı yoktur çünkü, amaçlarını zaten gerçekleştirmişlerdir. Gelecekte onlara getireceği potansiyel faydasına bakmaksızın, yaptıkları her aktiviteden sadece o aktiviteyi gerçekleştirdikleri için zevk almaya bakarlar. O olayın başka bir şey olmasını ummazlar, keşkeleri yoktur. Ruhani öğretmen Ram Dass “Burada olmayı tercih ederim” der. O halde siz burada olmaktan başka ne bekliyorsunuz?

3. Egoları yoktur

Şu anda yaşadıkları için, çoğunlukla geçmişte yaşanmış tecrübelerin yorumuna dayanan ‘kendi hikayeleri’ de çok fazla umurlarında değildir. Düşünceler üzerine inşa edilmiş zihinsel yapıdan ibaret olan ego ve benlik gibi kavramlar da onlarda yok olmuştur. Çünkü egonun gerçek benlik olmadığının farkındadırlar.Başarısızlık, başarı, onur, utanç, tanınma veya para onlar için hiçbir şey ifade etmez. Bunlar sadece sosyal normlara dayanır. Onların kimseyi etkilemesi gerekmez ve insanların kendileri hakkında ne düşündüğünü umursamazlar. Onlar sadece kendi hayatını yaşarlar ve hayatlarında hiçbir endişeye yer vermezler.

4. Akıl ve bedenlerinin gerçek benlikleri olmadığını anlamışlardır

Vücudumuzdaki tüm hücreler her 7 yılda bir yenilenir ve düşüncelerimiz sadece aklımızdan gelip geçer; bu yüzden zihin ve bedenimiz bizim gerçekten öz benliğimizi oluşturamazlar. Aydınlanmış insanlar, kendi beden ve zihinlerinin ötesindeki varlığın farkındadırlar. Onlar kendi beden ve zihinlerine tanıklık ederek, dış dünyayı tarafsız bir şekilde gözlemlerler.

5. Hayatı çok fazla ciddiye almazlar

Onlar için hayat, olayların akışına tarafsız bir şekilde tanıklık edebilecekleri bir oyun bahçesidir. Dış dünyada olup bitenlerin kendi öz benliklerini etkileme gücünün kesinlikle olmadığını anlamışlardır.

6. Ne kadar yaşayacaklarını umursamazlar

Aydınlanmış insanlar sadece şimdiki zamanda yaşadıkları için, zaman kavramı onlar için silikleşmiştir. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz ve şimdi zamansızdır. Eğer düşünmeyi durdurursak, geçmiş ve gelecek zaman fikri kaybolur. Bundan sonra da, 5 saniye içinde veya 50 yıl içinde öleceğimizin artık bir önemi kalmaz. Sahip olduğumuz tek şey mevcut anın kaybıdır, bunun dışındaki her şey zihinsel oluşumlardan ibarettir.Geçmiş zamanı tezahür etmemiz sadece şimdiki zamanda gerçekleştiğinden, 70 ya da 20 olduğumuzun bir önemi kalmaz. Geçmişimiz bir yanılsama, aklımızın bize oynadığı bir oyundur. 70 yılda biriken deneyimlerimizi hatırlayarak, sadece dün yaşadığımız bir olayı hatırlayarak duyduğumuz mutluluktan daha fazlasını elde etmeyiz. Zaten geçmişi hatırlamaktan ziyade bu anın tadına varmamız gerekmez mi?

7. Kendi hayatlarını yaşarlar ve başkalarının da bunu yapmasına izin verirler

Kendileri özgürdür ve başkalarının da özgür olmalarını isterler. Duygusal anlamda diğer insanlardan bir beklentileri yoktur ve onlardan bir şey talep etmezler. Başkalarının kendi hayatlarına doyum getirmesini beklemezler çünkü diğerlerini, kendileri ile birlikte olmaya zorlanın bir anlamı olmadığının çoktan farkındadırlar. Nihayetinde gerçek aşk ya da sevgi, insanları hayatımızda sıkı sıkı tutmak ve gitmelerine izin vermemek değil; gerektiğinde eğer gitmek onlara mutluluk verecekse, bunu göze almak ve izin vermektir, bu bizi mutlu etmese dahi.

8. Kendi kendilerine mutludurlar

Onlar, küçük çocukların yaşadığı doğal mutluluk durumunu yaşarlar; yani mutlulukları, içten gelir. Mutlu olmaları için kimseye ya da hiçbir şeye ihtiyaçları yoktur. Gerçekten başkalarının varlığından ve arkadaşlığından zevk alsalar bile, onlara duygusal olarak bağlanmazlar. Başkalarıyla birlikte olmaktan mutluluk duysalar da yalnız olarak da tamamen mutludurlar.

alıntıdır

Dibe Vurmanın Aydınlık Tarafı








Yatağın köşesine oturdu, fark edilecek kadar titriyordu. Uykusuzluk zihniyle oyun oynuyordu. Nefes alması bile zorlaşmıştı. Otomatik olarak gerçekleşen bir fonksiyon şimdi oksijen almak için rahatsız bir mücadeleye dönüşmüştü. Panik, hiç kaybolmayacakmış gibi duran karanlık ve kaygı verici bir bulut gibi her tarafını kaplamıştı.

Her zaman böyle değildi aslında. Daha birkaç hafta önce, gayet sağlıklıydı. Mutluydu. Nefes alabiliyordu.

Ama bir şey değişti ve dünyası başına yıkıldı. Sonraki haftalarda, daha da kötüleşti ve artık en dibe vurmuştu. Birazcık uyumak istiyordu ama gözlerini kapattığı anda nefes alamıyordu. Gerçeklik kabus olmuştu.


Hayat Bize Sürpriz Yapabilir


Hikayedeki adam bendim. Bir dizi talihsiz olay neticesinde beni neredeyse felç eden anksiyeteye yakalanmıştım. Belki kimyasal bir dengesizlikti. Belki perspektifimdeki negatif bir değişimdi. Ya da belki bir örümcek ısırığının bilinmeyen etkisiyle bu hale gelmiştim. Ne olursa olsun, aklımı oynatıyordum ve buna inanamıyordum.


En dibe vurmuştum ve kendim için düşündüğümden çok daha alçak bir noktaydı.


Gerçek sürpriz ise bunun başıma gelen en iyi şeylerden biri olacağıydı.


En dip nokta, yalnız bir yerdir. Başka insanların normal hayatlarını yaşadığını görürsünüz ve neden sizin de onlar gibi olamadığınızı merak edersiniz ya da eskiden siz de öyleyken neden böyle oldu diye düşünürsünüz? Orada olmanızın adil bir tarafı yoktur ama maalesef bir “reset” butonuyla yeniden başlama şansınız da yoktur. Bir inkar mekanizması gelir ve gider. Umudun parlak ışığı ise giderek sönmektedir.
İnsan Hayatını Yeniden İnşa Etmek


Vücudumuzun iç çalışmaları insan hayatının nasıl işlediğiyle ilgili önemli bir şey söyler. Eğer ağır bir yükü tekrar tekrar kaldırırsanız, kas liflerinizde küçük yırtıklar oluşacak ve kaslarınız zarar görecektir. Ama sonra inanılmaz bir şey olur.


Vücut kasları onarır ve öncekinden biraz daha güçlü yapar, muhtemelen yeni bir duruma uyum sağlaması için. Ne kadar tekrarlarsanız ve ağırlığı artırırsanız, o kadar güçlü olursunuz. Çoğu insan bu süreçten haberdardır.


Peki ya vücudunuz o yırtıkları kabullenmeyi reddederse? Vücudunuz yırtıkları onarmazsa ne olur?


Kaslarınız güçlenemez, yavaş yavaş erir ve zayıflar, sonra da ölürler.


Hayatınız da aynı şekilde işler. Hayatınız yara aldığında veya cesaretiniz söndüğünde, bu problemin üstesinden gelmek mental dayanıklılığınızı artıracaktır. Ama bu problemin üstesinden gelmek için, bulunduğunuz pozisyonu kabullenmeniz hatta onu benimsemeniz gerek. En diptesiniz ve X, Y, Z, problemleriniz var. Şimdi kendinizi onarma zamanı. Bunun en iyi tarafı ise: Dibe Vurmanın Aydınlık Tarafı.
Hayat, 2. Round


Hayatta “reset butonu” olmasa da en dibe vurmak bu etkiyi gösteriyor. Dibe vurduğunuzda, eskiden olduğunuz yere yavaş yavaş tırmanmak zorundasınız. Ve bu kez hayat tecrübesine sahipsiniz. Başarısızlık mükemmel bir eğitimdir ve en dibe vurmak size çok şey öğretir.





Donald Trump veya Dave Ramsey’i düşünürüm. Bu iki adam iflas ettikten sonra iş dünyasının tepesine tırmanmış adamlar, çünkü dimdik yere çakılmalarından çok şey öğrendiler.


Ve tabi ki, kendimi düşünürüm.


Şu an, mental sağlığım mükemmel durumda. Sakinim, kendime güveniyorum ve rahatım. Olaylar beni mental çöküşümden önceki zamana göre çok daha az kaygılandırıyor. Çünkü endişeli olmanın tamamen gereksiz olduğunu, hayatımı ve sağlığımı perişan ettiğini öğrendim. Bunu bir kitaptan öğrenmedim. Bunu kendi başıma yaşayarak, mecburen öğrendim.


Acı vericiydi, ama buna değdi.
Hayatımı Yeniden Nasıl İnşa Ettim?


Bir peri masalı anlatmayacağım. Gerçekten zor ve tatsız bir geri dönüş oldu. Bir yıldan fazla sürdü ve süreç yavaş işliyordu. 20 küsür yıl sağlıklı yaşamış bir insanın mental olarak bu hale gelmiş olması şoke ediciydi. Tanıdığım insanlar arasında en sağlıklısı bendim. Hayatı nasıl gördüğümü tekrar öğrenmem gerekiyordu.


İlk başlarda beyaz tahtamın üstüne ellerim titreyerek şunları yazdım:


-Güçlüyüm.

-Sağlıklıyım.

-Kendime güveniyorum.


Yazdığım zaman, bunların hiçbiriydim ama onları sürekli görebileceğim bir yere yazdım.


Temelsiz korku ve endişelerimi yavaş yavaş gerçeklerle yer değiştirdim. Basketbol gibi eskiden severek yaptığım bazı aktivitelere geri döndüm. Düşüncelerimi analiz edip, kötü olanları ayıklamak konusunda bir yetenek geliştirmiştim. Bu yetenek bana bugün de hizmet ediyor.


Normalleştikçe, dış kabuğum güçlendi. Korkum tüm zamanların en alt noktasına indi. İşte, çaresizliğin derinliklerinden geri dönmüştüm. Korkulacak pek bir şey kalmamıştı, ki bu en dibe vurmanın en büyük yararı. En büyük kabusunuzdan sıyrılmayı başardığınızda, ondan çok daha az korkuyorsunuz. Hatta yabancı biriyle konuşmak da çok daha kolay geliyor, çünkü karşılaştırıldığında, bu hiçbir şey.
Korku


Korku gölgede işler. Saklı durmaktan ve gizemli durmaktan hoşlanır. Bir soru işareti olur. Mental çöküşümde korkuyla çok yakından tanışma fırsatım oldu ve fark ettim ki, korku aklın bir oyunundan başka bir şey değil. (şu an bunda çok daha iyiyim)


İnsanlar ilk konuşmalarından sonra halk içinde konuşmaktan çok daha az korkarlar. En dip noktaya ulaştığınızda da artık en dip noktadan daha az korkuyorsunuz. Orayı yaşayıp, oradan kurtulmuş olmak, riske girmek ve hayatınızı istediğiniz gibi yaşamak için güven veriyor. Tecrübe korkuyu öldürüyor çünkü korku çoğu zaman bilinmeyene karşıdır, ama tecrübe onu bilinir hale getiriyor.


Eğer en dibe hiç varmadıysanız, hayal gücünüzü kullanın. Gerçekten dibe vurmak kadar efektif olmaz, ama yardımcı olabilir.


En büyük korkunuz her neyse, onu bütün detaylarıyla gözünüzde canlandırın. Onu kontrol edebileceğinizi düşünene kadar canlandırmaya devam edin (ayı tarafından saldırıya uğramak gibi bir şey olmadıkça). Biraz rahatsız edici ve zor olabilir ama onu kontrol edebilirsiniz. Bizler dirençli yaratıklarız.


Ortadayken ya da üstteyken korku sizi kontrol edebilir ama en dipteyken değil. En dibe bir kez vurduğunuzda, köşeye sıkışmış bir hayvan gibi, tehlikeli olursunuz.

En dipte veya oraya yakın bir yerde olanlar pozisyonunuzu kabullenin ve bundan gelecek faydaları bekleyin. Daha güçlü bir insan olarak buradan çıkacaksınız.

alıntıdır