Booking.com

Dilenci ve Turgenyev

Büyük Rus yazarı Turgenyev, soğuk bir akşamüstü evine doğru yola çıkmış. Yolda bir dilenci kendisinden para istemiş.
Bütün ceplerini kurcalayan Turgenyev, ne yazık ki hiç para bulamamış. Bunun üzerine kendisine uzatılan soğuk elleri kendi elleriyle ısıtarak:
“Kusura bakma kardeşim sana verecek bir şeyim yok.” demiş.
Dilenci “Verdiniz ya efendim” demiş, “Bana kardeşim dediniz ve ellerimi ısıttınız.”

Sevmezsen..



Lütfen kişinin kendisini sağlıklı bir şekilde sevmesi ile egoist gurur arasındaki fark hakkında konuşabilir misiniz?

Her ne kadar ikisi çok benzer gibi görünse de ikisi arasında çok büyük bir fark vardır. Kişinin kendisini sağlıklı bir biçimde sevmesinin çok büyük bir dini değeri vardır. Kendisini sevmeyen kişi asla başka birisini sevemeyecektir. İlk sevgi halkası kalbinde ortaya çıkmalıdır. Şayet o senin için ortaya çıkmamışsa başka kimse için çıkamaz çünkü herkes senden çok daha uzaktadır.
Bu durgun bir göle taş atmak gibidir; ilk halka taşın etrafında oluşur ve sonra uzak kıyılara doğru yayılmaya devam edecektir. İlk sevgi halkası senin etrafında olmalıdır. Kişi kendi bedenini sevmelidir, kişi kendi ruhunu sevmelidir, kişi kendi bütünlüğünü sevmelidir.
Ve bu doğaldır; aksi taktirde hayatta bile kalamazdın. Ve bu güzeldir çünkü o seni güzelleştirir. Kendisini seven kişi zarif, alımlı olur. Kendisini seven kişinin, kendisini sevmeyen kişiden daha sessiz olması, daha meditasyon halinde, daha dua ile dolu olması kaçınılmazdır.
Eğer evini sevmezsen onu temizlemeyeceksin; eğer evi sevmezsen onu boyamayacaksın; eğer sevmezsen onu, nilüfer havuzu olan güzel bir bahçe ile çevrelemeyeceksin. Eğer kendini seversen kendinin etrafında bir bahçe yaratacaksın. Kendi potansiyelini geliştirmeye çalışacaksın, içindeki her şeyi ifade etmek için ortaya çıkarmaya çalışacaksın. Eğer seversen kendi üzerine yağdıracaksın, kendini beslemeye devam edeceksin.
Ve eğer kendini seversen şaşıracaksın: Diğerleri seni 

sevecektir. Hiç kimse kendisini sevmeyen kişiyi sevmez. Sen 
bile kendini sevemezsen başka kim bu derdi üstlenecek? 

Ve kendisini sevmeyen kişi tarafsız kalamaz. Unutma hayatta tarafsızlık yoktur.
Kendini sevmeyen insan kendinden nefret eder, nefret etmek zorunda kalacaktır; hayat tarafsızlık tanımaz. Hayat her zaman bir seçimdir. Eğer sevmezsen bu, sadece sevmem halinin içinde kalabileceğin anlamına gelmez
Hayır, nefret edeceksin. Ve kendinden nefret eden kişi tahripkâr hale gelir. Kendinden nefret eden kişi diğer herkesten nefret edecektir; o son derece öfkeli ve saldırgan ve sürekli olarak hiddet içerisinde olacaktır. Kendinden nefret eden kişi nasıl diğerlerinin onu seveceğini umut edebilir? Onun tüm yaşamı mahvolacaktır. Kişinin kendisini sevmesi çok büyük bir dini değerdir. 


OSHO

Başarının 7 Spiritüel Yasası – Deepak Chopra


AURA









İÇSEL GÜÇ YASASI
Tüm varoluşun kaynağı saf bilinçtir. İçsel güç, doğmayı bekleyen sınırsız gücü dünyaya getirmenin yollarını arar. Gerçek benliğimizin saf yaratıcı bir güç olduğunu anladığımızda, evrendeki her şeyi tezahür ettiren güçle birleşiriz.
Başlangıçta
Ne varlık vardı ne de yokluk,
Bütün dünya ortaya çıkmamış bir enerji idi…
O nefes aldı.
O’nun nefesi olmadan, O’nun gücü olmadan hiçbir şey yoktu…
-Varoluş İlahisi, Rig Veda

Başarının ilk spiritüel yasası, “İçsel Güç Yasası”dır. Bu yasa, “gerçek halimiz, saf bilincimizle buradayız” hakikatine dayanır. Saf bilinç doğmayı bekleyen içsel gücümüzdür. Sınırsız olanaklar ve sonsuz yaratıcılıktır. İçsel güç, bizim spiritüel temelimizdir. Sonsuz ve sınırsız olmak, sonsuz coşku duymaktır. Bilincin diğer nitelikleri ise öz bilgi, sonsuz sessizlik, mükemmel denge, yenilmez, sadelik ve mutluluktur. Bu, gerçek doğamızdır. Gerçek doğamız, içsel gücümüzün bir parçasıdır.
Gerçek doğanızı keşfettiğinizde ve kim olduğunuzu bildiğinizde düşlediğiniz her şeyi gerçekleştirebilme yeteneğinizi keşfedeceksiniz, çünkü siz, şu an ve gelecek için sonsuz bir güç ve sınırsız olanaklara sahipsiniz. Hatta olanakların ta kendisisiniz. “İçsel Güç Yasası”na aynı zamanda “Birlik Yasası”da denebilir, çünkü yaşamın sunduğu sonsuz çeşitliliğin altında her şeyi algılayan bir “Öz”ün birliği yatar.
Benlik deneyimi, yani iç referans bize şunu anlatır: İçimizdeki referans noktası deneyimlediğimiz dış nesnellik değil, bizim içimizdeki “Öz”dür. İç referansın tersi olan dış referanstaysa her zaman benliğimizin dışındaki nesnellikten, yani durumlar, koşullar ve başka insanlardan etkileniriz. Dış referansta daima başkalarının onayını bekleriz. Düşünce ve davranışlarımız daima başkalarından beklediğimiz tepkiye göre şekillenir, yani korku temellidir.
Dış referansta her şeyi kontrol etmek isteriz. Dışarıdan bir güce ihtiyaç duyarız. Onaylanma ihtiyacı, kontrol etme ihtiyacı, dış güç ihtiyacı gibi tüm ihtiyaçlar korku temellidir. Bu çeşit bir güç ne içsel güç ne benlik gücü ne de gerçek güçtür. Benlik gücümüzü deneyimlediğimizde korku yok olur, kontrol etme isteği yok olur; diğerlerinin onayı ya da dış güç için mücadele yok olur.
Dış referansta içinizdeki referans noktası egonuzdur. Ama ego gerçek “siz” değildir. Ego sizin kendiniz için yarattığınız imajdır. Sizin toplumdaki maskeniz, oynadığınız roldür. Toplumsal maskeniz diğerlerinden aldığınız onaylarla beslenir. Kontrol etmek ister, güç ile ayakta durur, çünkü korku içinde yaşar.
Gerçek benliğiniz, yani “Öz”ünüz, ruhunuz tüm bunlardan özgürdür. Eleştiriye kalbi açıktır, herhangi bir mücadelede korkusuzdur, kendini kimseden aşağıda hissetmez. Buna rağmen mütevazıdır, kendini kimseden üstün hissetmez, çünkü herkesin kendi benliği ile aynı olduğunu, farklı kabukların altında aynı “Öz” olduğunu bilir.
İşte bu, dış referans ile iç referans arasındaki en temel farktır. İç referansta her koşulda korkusuz, herkese saygılı, kendini kimseden üstün görmeyen gerçek varlığınızı deneyimlersiniz. Bu nedenle içinizdeki güç gerçek güçtür.
Dış referans temelli güç ise aldatıcı bir güçtür. Ego temelli güç, sadece bir dış referans unsuru var oldukça oradadır. Eğer belli bir unvanınız varsa, bir ülkenin başbakanı, bir şirketin yöneticisiyseniz veya çok paranız varsa; bu unvan, para ve işle birlikte gelen gücün keyfini çıkarırsınız. Ego temelli güç bütün bunlar var oldukça sürer. Unvan, iş, para gittiğindeyse güç de biter.
Öte yandan içimizdeki güç devamlıdır, çünkü içimizdeki bilgeliğe dayanır. Bu kişisel gücünüzün bazı kesin özellikleri vardır. İstediğiniz şeyleri ve insanları cezbeder. Arzularınızın gerçekleşmesi için insanları, durumları ve koşulları size çeker. Buna aynı zamanda doğa yasalarının desteği de denebilir. Bu güç sizin insanlarla gerçek bağlar kurmanızı sağlar ve bu bağ gerçek sevgiden gelir.
 ~~~~************–&–************~~~~
“İçsel Güç Yasası”nı, tüm olanaklar alanını yaşamımıza nasıl uygulayabiliriz? İçinizdeki gücün sınırsız alanından faydalanmak, saf bilincinizde yatan yaratıcılığınızı tamamen kullanmak istiyorsanız, öncelikle bu alana girebilmeniz gerekir. Bu alana girmenin yollarından biri her gün biraz kendi dinginliğinizle baş başa kalmak (sessizliği deneyimlemek), meditasyon yapmak ve hiçbir şeyi yargılamamaya çalışmaktır. Doğada geçireceğiniz belli bir zaman bu alanda ihtiyaç duyduğunuz, ama içinizde zaten var olan niteliklerinize ulaşmak için yardımcı olacaktır. Bu nitelikleriniz sonsuz yaratıcılığınız, sınırsız özgürlüğünüz ve sonsuz mutluluğunuzdur.
Kendi dinginliğinizle baş başa kalabilmek (sessizlikle baş başa kalabilmek), sadece var olabilmek için belli bir zamanı kendinize adamanız demektir. Dinginliği deneyimlemek, belli aralıklarla konuşma aktivitesinden uzaklaşmak demektir. Aynı zamanda belli aralıklarla televizyon seyretme, radyo dinleme, kitap okuma gibi aktivitelerden de uzaklaşma anlamına gelir. Eğer kendinize dinginliğinizi yaşama fırsatı vermezseniz, iç diyaloglarınızda çalkantı olacaktır.
Arada sırada kendi dinginliğinizi deneyimlemek için kısa zamanlar yaratın. Her günün belli bir bölümünü kendi içinizde sessiz kalmak için ayırın. Bunu günde iki saat yapmaya çalışın. İki saat çok fazla geliyorsa en az bir saat ayırın ve bazen de bunun için bir gün, iki gün, hatta bir hafta gibi daha uzun zamanlar ayırmayı deneyin.
Dinginliğe ulaştığınızda neler olur? İlk zamanlar iç diyaloglarınızın yoğunluğundan doğan çalkantılar daha da artar. Bir şeyler söylemek ve düşünmek için çok daha güçlü bir ihtiyaç duyarsınız. O anlarda sizi aniden bir acelecilik ve endişe sarıverir. Fakat dinginliğinizde kalmaya devam ettiğinizde, o iç diyaloglar azalır, zihin sakinleşir. O an muazzam bir sessizlik olur.
Bunun sebebi belli bir yerden sonra zihnin pes etmesidir, devamlı olarak aynı yerlere gidip gelmenin bir anlamı olmadığını fark eder, çünkü siz (ruh, “Öz” ya da seçim yapan) zihinle ne olursa olsun konuşmayacaksınızdır. İç diyaloglar sustuğunda içinizdeki gücün sınırsız alanında sessizlik başlar.
“İçsel Güç Yasası”nı yaşamanın en kolay yollarından biri zaman zaman bu sessizliği, dinginliği deneyimleyebilmektir. Diğer bir yolu da her gün belli bir süre ki ideali sabah ve akşam yarımşar saat olmak üzere meditasyon yapmaktır. Meditasyon sayesinde saf bir sessizliği ve saf bir farkındalığı deneyimlemeyi öğreneceksiniz. Bu saf sessizliğin içinde sınırsız korelasyon, sınırsız planlama gücü ve her şeyi birbirine ayrılmaz bir şekilde bağlayan üretkenliğin nihai temeli yatar.
Beşinci spiritüel yasa, “Niyet ve Arzu Yasası”nda, niyetlerinizi nasıl ortaya koyabileceğinizi ve arzularınızın nasıl kendiliğinden gerçekleştiğini göreceksiniz. Fakat önce sessizliği deneyimlemelisiniz. Sessizlik, arzularınızın tezahür edebilmesi için ilk gerekliliktir, çünkü sessizlik sizinle sınırsız içsel güç alanınız arasında bir bağ kurar ve sonsuz detaylarla sizin özgün müziğinizi yaratır.
Bir göle küçük bir taş attığınızı ve onun yarattığı dalgacıkları izlediğinizi hayal edin. Bir süre sonra bu dalgacıklar yok olacaktır. Belki sonra bir taş daha atarsınız. İşte saf sessizlik alanında niyetlerinizi ortaya koyduğunuzda da yaptığınız şey budur. Bu sessizlikte, küçücük bir niyet bile dalgacıklar yaratarak evrensel bilinç denizinde her yere ve her şeye ulaşır. Fakat bilincinizin dinginliğini deneyimlemezseniz, eğer zihniniz çalkantılı bir okyanus gibiyse, aynı göle Empire State binasını bile atsanız hiçbir dalgacığın farkına varamazsınız.   
 İçsel gücün sınırsız alanını deneyimlemenin başka bir yolu da yargılamadan yaşamaktır. Yargılamak, her şeyi devamlı iyi, kötü, doğru, yanlış şeklinde değerlendirmektir. Devamlı olarak değerlendirip sınıflandırarak, analiz edip etiketlendirerek iç diyaloglarınızdaki çalkantıları artırırsınız. Bu çalkantılar sizle sınırsız içsel güç alanınız arasındaki enerji akışını azaltır. Siz de düşünceleriniz arasındaki boşlukta sıkışıp kalırsınız.
Bu boşluk, sizin içsel güç alanınıza olan direkt bağlantınızdır. Bu saf farkındalık durumu, düşünceleriniz arasındaki sessiz boşluk, iç dinginlik sizi gerçek gücünüze bağlar. Siz bu boşluğu daralttığınızda, sınırsız içsel güç alanınızı ve sonsuz yaratıcılığınızı daraltırsınız.
Mucizeler Kursu’nda bir dua vardır : “Bugün, olan hiçbir şeyi yargılamayacağım.” Yargılamamak, zihinde dinginlik sağlar. Güne bu cümleyle başlamak çok iyi bir fikirdir. Gün içinde kendinizi herhangi bir şeyi yargılarken bulursanız, kendinize bu cümleyi hatırlatın. Bu fikri tüm gün uygulamak zor gelirse, kendinize, “Önümdeki iki saat boyunca hiçbir şeyi yargılamayacağım” ya da “Önümdeki dört saat boyunca yargılamamayı deneyimleyeceğim” deyin. Göreceksiniz, zamanla bu süre uzayacaktır.
Dinginlik, meditasyon ve yargılamama ile ilk yasaya girmiş olursunuz: “İçsel Güç Yasası.” Bu yasanın dördüncü unsuru ise düzenli olarak doğayla iç içe zaman geçirmektir. Doğada zaman geçirmek, yaşamın tüm güçleri ve unsurlarıyla uyumlu bir ilişki kurma hissi sağlar, yaşamla birlik içinde olma duygusu verir. İster bir dere, orman, dağ, göl olsun; isterse bir sahil olsun doğanın kusursuz işleyen düzeni ile kurulan bu bağ, sınırsız içsel güç alanınıza girebilmenize yardımcı olacaktır.
Varlığınızın en derinlerindeki öz ile temasa geçmeyi öğrenmelisiniz. Bu gerçek öz, egonun çok üstündedir. Korkusuzdur, özgürdür, eleştiriye karşı kalbi açıktır, hiçbir sorundan korkmaz. Hiç kimsenin altında değildir, üstünde de değildir. Sihir, gizem ve sırlarla doludur.
Gerçek özünüzle temas, size ilişkilerinizde ayna olacak bilgiler verecektir, çünkü tüm ilişkiler aslında kendinizle olan ilişkinizin birer yansımasıdır. Örneğin para, başarı ya da herhangi bir sebepten utanç duyuyor, korkuyor ve güvensiz hissediyorsanız bu utanç, korku ve güvensizlik kişiliğinizin gerçek yüzünün bir yansımasıdır. Para veya başarı varoluşunuzun bu temel problemlerini çözemez; gerçek iyileşme sadece gerçek özünüzle yakınlaşma yoluyla gerçekleşebilir. Gerçek özünüzün bilgeliğine güvendiğinizde, kendi doğanızı gerçekten anladığınızda zenginlik isteğinizin gerçekleşmesiyle ilgili hiçbir zaman suçlu, korku dolu ya da güvensiz hissetmeyeceksiniz, çünkü tüm maddi zenginliğin temelinde yaşam enerjisi vardır ve bu da içsel güçtür. İçsel güç sizin doğuştan gelen gerçek doğanızdır.
Gerçek doğanızla temasınız arttıkça yaratıcı düşünceleriniz de kendiliğinden artacaktır, çünkü sınırsız içsel güç alanı aynı zamanda sonsuz yaratıcılık ve saf bilgi demektir. Avusturyalı filozof ve şair Franz Kafka der ki: “Odanızı terk etmenize gerek yoktur. Masanızda oturun ve dinleyin. Dinlemenize bile gerek yoktur, sadece bekleyin; sessiz, durgun ve yalnız olmayı öğrenin. Dünya kendini size maskesi olmadan, özgürce sunacaktır.”
Evrenin zenginliği, bolluğu, bereketi doğanın yaratıcı zekasının bir ifadesidir. Doğayla ne kadar uyumlu yaşarsak, sınırsız yaratıcılığa o kadar çok kapımız açılır. Öncelikle bolluk ve bereket içindeki sonsuz yaratıcı zihinle bağlantı kurarak iç diyalogların çalkantılarının ötesine geçmemiz gerekir. Sonrasında bu ölümsüz ve sınırsız yaratıcı zihnin dinginliğinde, dinamik bir faaliyet imkanı yaratabiliriz. Bu dingin ve sınırsız zihnin dinamik ve sınırsız bireysel zihinle mükemmel birleşimi istediğimiz her şeyi yaratabilecek olan durağanlık ve hareketin mükemmel bir dengesidir. Karşıtların bir arada var olması (durağanlık ve dinamizmin aynı anda oluşu) bizi durum, koşul, insan ve nesnelerden bağımsız kılar.
Karşıtların mükemmel bir şekilde bir arada olması gerçeğini sessizce kabul ettiğinizde, dünya enerjileriyle uyum içinde olursunuz. Bu dünya enerjileri bir kuantum çorbasıdır, nesnel dünyanın kaynağıdır, ancak ne bir madde ne de bir eşyadır. Bu dünya enerjileri hem esnek, akıcı, dinamik, değişen ve hareket halinde, hem de sabit, durgun, sessiz, ölümsüz ve süreklidir.
Tek başına dinginlik yaratıcılık için büyük bir fırsattır; tek başına hareket ise ifadenin belli bir yönüyle sınırlandırılmış yaratıcılıktır.
Hareket ve durgunluk kombinasyonu ilginizin gücü sizi nereye götürüyorsa, orada yaratıcılığınızı açığa çıkarır.
Hareket ve faaliyet içinde olduğunuz her yerde dinginliğinizi içinizde taşıyın. Böylece etrafınızdaki kaos asla yaratıcılığınıza engel olamayacaktır.
“İÇSEL GÜÇ YASASI”NIN UYGULANIŞI
“İçsel Güç Yasası”nı uygulamak için aşağıda sıralanan maddeleri derin bir bağlılıkla yerine getireceğim:
  • Her gün bir süre kendi dinginliğimle baş başa kalarak, yani sadece var olarak sınırsız içsel güç alanımla temasta olacağım. Ayrıca her gün, günde en az iki defa (otuz dakika sabah, otuz dakika akşam olmak üzere) tek başıma oturarak meditasyon yapacağım.
  • Yaşayan  her varlıktaki bilgeliğe sessizce tanık olmak için her gün belli bir süre doğada vakit geçireceğim. Sessizce oturup bir günbatışını seyrederek, bir okyanus veya bir derenin sesini dinleyecek veya bir çiçeği koklayacağım. Kendi dinginliğimin verdiği mutlulukla ve doğayla birlikte yaşamın tüm dönemlerinin, sınırsız içsel güç alanımın ve sonsuz yaratıcılığımın keyfini çıkaracağım.
  • Yargılamadan yaşayacağım. Günüme şu cümleyle başlayacağım: “Bugün hiçbir şeyi yargılamayacağım.” Gün içinde de bunu kendime hatırlatacağım.
lotus_guerison
“Başarının 7 Spiritüel Yasası”nın özeti:
  1. İçsel Güç Yasası : Tüm varoluşun kaynağı saf bilinçtir. İçsel güç, doğmayı bekleyen sınırsız gücü dünyaya getirmenin yollarını arar. Gerçek benliğimizin saf yaratıcı bir güç olduğunu anladığımızda, evrendeki her şeyi tezahür ettiren güçle birleşiriz.
  2. Alma-Verme Yasası : Evren dinamik bir değişim içinde işliyor. Almak ve vermek evrendeki enerji akışının iki farklı yüzüdür. Arayışı içinde olduğumuz şeye ne kadar çok kendimizi verirsek, hayatımızda ve evrende dolaşan bolluk ve bereketi o kadar çok artırırız.
  3. Sebep Sonuç Yasası (Karma Yasası) : Her eylem bir şekilde kendine geri dönen benzer bir enerji gücü yaratır… Ne ekersek onu biçeriz. Başkalarına mutluluk ve başarı getirecek eylemleri seçtiğimizde, kendi karmamızın meyveleri de mutluluk ve başarı olur.
  4. En Az Çaba Yasası : Doğanın zekası çabasız ve kolay çalışır… Dertsiz, ahenkle ve sevgiyle. Ahenk, sevgi ve neşenin getirdiği doğal güçlerden yararlandığımızda, çabasız bir kolaylıkla başarılı bir yaşam, iyi bir gelecek yaratırız.
  5. Niyet ve Arzu Yasası : Her niyet ve arzunun özünde onu gerçekleştirebilecek bir mekanizma vardır. Niyet ve arzunun alanında sonsuz bir düzenleme gücü vardır. Verimli toprağına bir niyet ektiğimizde, bu sonsuz düzenleme gücü bizim için çalışmaya başlar.
  6. Zihinsel Bağımsızlık Yasası : Zihinsel bağımsızlıkta belirsizliğin bilgeliği yatar. Belirsizliğin bilgeliğindeyse özgürleşme yatar: Geçmişimizden, bilinenden ve geçmiş koşullanmaların hepsinden… Bilinmeyene, sonsuz olanaklar alanına adım atmaya istekli olduğumuzda kendimizi evrenin dansının müziğini yöneten yaratıcı zihne teslim ederiz.
  7. Hayatın Amacı Yasası (Darma Yasası) : Herkesin yaşamının bir amacı vardır. Başkalarıyla paylaşmak için eşsiz bir hediyesi ya da özel bir yeteneği vardır. Bu eşsiz yetenek başkalarına hizmetle harmanlandığında, kendi özümüzün coşkusunu ve sevincini deneyimleriz. Bu da tüm hedeflerin hedefi, nihai hedeftir.
ÖZET VE SONUÇ
Evrensel zihin milyarlarca galakside olan her şeyi hassas bir kesinlikle, tereddütsüz bir zekayla düzenleyip yönetir. Zekası nihai ve yücedir ve varlığın her hücresine nüfuz eder, en küçükten en büyüğüne, atomdan kozmosa… Yaşayan her şey bu zekanın bir ifadesidir ve bu zeka “7 Spiritüel Yasa”ya uyarak hareket eder.
İnsan bedeninin herhangi bir hücresine baktığınızda çalışma şeklinin tüm bu yasaların ifadesi olduğunu görürsünüz. Her hücre, ister mide hücresi, ister kalp hücresi, ister beyin hücresi olsun, yasaları ile doğmuştur. DNA içsel güce mükemmel bir örnektir; içsel gücün nesnel ifadesidir. Her hücrede olan bu aynı DNA, bulunduğu hücrenin özgün ihtiyaçlarını karşılamak için kendini farklı şekillerde gösterir. Her hücre aynı zamanda Alma ve Verme Yasası’na uygun hareket eder. Her hücre denge ve denklik halindeyken canlı ve sağlıklıdır. Denklik hali doyum ve uyum halidir. Bu durum devamlı alıp vererek sağlanır. Her hücre diğer hücreleri besler ve destek olur; buna karşılık diğer  tüm hücreler tarafından beslenir. Her hücre dinamik bir akış içindedir ve bu akış hiçbir zaman kesilmez. Aslında bu akış hücrenin hayatının özüdür. Vererek bu akışın devamlılığı sağlanır ve hücre sadece bu şekilde alabilir ve hayatına sağlıklı bir şekilde devam edebilir.
“Karma Yasası” her hücre tarafından mükemmel bir şekilde uygulanır, çünkü zekasıyla her durum için en uygun, en kesin ve en doğru tepkiyi verebilir.
“En Az Çaba Yasası”da her hücre tarafından mükemmel uygulanır. Her hücre işini sakin bir uyanıklılık içinde sessiz ve  verimli bir şekilde yapar.
“Niyet ve Arzu Yasası”nı uygulayarak, her hücrenin her niyeti, doğanın zekasındaki sınırsız düzenleme gücünden faydalanır. Şeker molekülünün enerjiye dönüştürülebilmesi gibi çok basit bir niyet bedende acilen bir seri olayı gerçekleştirir, belli miktardaki hormonlar doğru zamanda salgılanarak bu şeker molekülünün saf yaratıcı bir enerjiye dönüştürülmesi sağlanır.
Tabii ki her hücre “Zihinsel Bağımsızlık Yasası”nı da uygular. Hücrenin niyeti sonuçlardan bağımsızdır. Sendelemez, duraksamaz çünkü davranışı yaşam odaklıdır ve şimdinin farkındalığıyla hareket eder.
Her hücre ayrıca “Darma Yasası”nı da ortaya koyar. Her hücre kendi kaynağını, yüksek benliğini keşfetmek zorundadır, diğer varlıklara hizmet etmeli ve eşsiz yeteneklerini ortaya koymalıdır. Kalp hücreleri, mide hücreleri ve bağışıklı sistemi hücrelerinin hepsinin kaynağı yüksek benlikle, yani sınırsız içsel güçtedir. Bu kozmik bilgisayara bağlı oldukları için de eşsiz yeteneklerini çabasız bir kolaylıkla ve ebedi bir farkındalıkla ortaya koyarlar. Sadece bu eşsiz yeteneklerini ortaya koyarak kendilerinin ve bedenin bütünlüğünü sağlayabilirler.
Bedendeki her hücrenin iç diyaloğu “Nasıl yardım edebilirim?” diye sormaktır. Kalp hücreleri bağışıklık sistemi hücrelerine, bağışıklık sistemi hücreleri mide ve akciğer hücrelerine yardım etmek ister ve beyin hücreleri de diğer tüm hücreleri dinler, yardım eder. Bedendeki her hücrenin sadece bir fonksiyonu vardır, o da diğer hücrelere yardım etmektir.
Kendi bedenimizdeki hücrelerin davranışlarına bakarak “7 Spiritüel Yasa”nın en olağanüstü ve verimli ifade şeklini görebiliriz. Bu, doğanın dehasıdır. Bunlar Tanrı’nın düşünceleridir ve geri kalan sadece detaylardır.
Deepak Chopra, Başarının 7 Spiritüel Yasası
Pozitif Yayınları

Zaman Herkese Göre Değişir – David Eagleman

Zaman Evrenin ardındaki bir vuruş mu? Ya da zaman yerden yere kişiden kişiye değişen bir şey mi? Yaşlandıkça zaman akıntısı bizi daha hızlı götürüyor ve biz yaşlandıkça zamanla olan ilişkimiz de değişiyor.

Araştırmalar zamanın akış hızının yaşınızın karekökü ile arttığını gösteriyor. Yani 10 yaşında 1:1, 20 yaşında 1:1.14 ve 60 yaşında 1:2,44, yaklaşık 2,5 kat daha hızlı. Hepimiz zamanı saniye saniye deneyimleriz ama böyle hissetmeyiz. Baylor Tıp Fakültesi’nden David Eagleman kariyerinin çoğunu insanın zamanı nasıl algıladığı bulmacasını çözmekle geçirdi. Zaman algımızın biyolojik ve psikolojik durumlarla yönetildiğini bulmuş.

“Bir çok insan alarm çalmadan az önce uyanır, çünkü bedenlerinin günlük ritmi bedenlerindeki sinyallerle birlikte kalkma zamanının geldiğini söyler ve aniden uyanırlar.”

Zaman algımız, uyarı eksikliği, aşırı uyarılma ve çeşitli bilinç durumları gibi benzeri şeylerle de değişir.

“Örneğin; insanlar marihuana içtiğinde şöyle hissedebilirler “Vay! sanki sürekli buradaydım, ne kadar zamandır buradayım?”. Gerçi bu, zaman akışlarının yavaşlaması olsa da, kesinlikle yavaş zaman algısı değildir. Bence bu, hafızada o ana ait izi, oraya ne zaman geldiklerine ait işareti bulamamalarındandır. Bu işaret olmadan kendilerini çok uzun zamandır oradaymış gibi hissediyorlar.”







Eğer bir kaza geçirdiyseniz “tüm olay ağır çekimde gerçekleşiyor” gibi gelen o değişik hissi deneyimlemişsinizdir. Narkotik belirsizliğin tersine tüm ayrıntıları hatırlarsınız. Bu hafızanın zamanı çarpıtmasına ilişkin diğer bir durumdur.

“Gerçekten de böylesi şiddetli bir durumda beynin acil durum merkezi devreye girer ve olay sırasındaki bu yoğun görüntüleri kaydeder. Bu yüzden olay çok uzun zaman almış gibi gözükür.”

Herhangi bir zamandaki anı için beyin devasa boyutlarda bilgi işler ve senkronize eder. Gerçekte basit hareketler beynin hızını ve gücünü gösteren mucizelerdir.

“Parmaklarınızı şıklattığınızda bu eşzamanlı gibi gözükür. Görüntü ve ses aynı anda oluyormuş gibi gözükür. Gerçekte olan şey ise; duyu sistemimiz kulaklardan gelen bilgiyi çok çabuk işler, görme sistemimiz ise çok daha yavaştır. Aslında beynimiz önce sesi duyar, ardından görüntüyü görür. Ancak ses ve görüntü birlikteymiş gibi sunulmalı, sinyaller beyne farklı zamanlarda ulaşsalar bile, aynı anda gerçekleşiyorlar gibi tek bir hikaye gibi sunulmalıdır. Gerçekte tüm bu olay zamana yayılmıştır, ama biz böyle hissetmeyiz. Tüm bu olay aynı anda gerçekleşiyor gibi hissederiz.”

Beynimizin bu bilgiyi biraraya getirmesi ve bilincinize sunması saniyenin milyonda biri kadar zaman alır, bu da hepimizin birazcık geçmişte yaşadığımız anlamına geliyor. Bu zaman geciktirmesi, ne olduğuna ilişkin en iyi hikayenin verilmesi için beyinlerimizin yaptığı bir ayarlamadır. Ancak beyin olayı doğru anlamaz ise, bu sizin zamanla olan ilişkinizi değiştirebilir. Kişisel zamanınız diğerlerinkinden farklı hale gelebilir ve bunun çok kötü sonuçları olabilir. Tıbbi yayınlar bize garip bir olaydan bahseder: yol kenarındaki ağaç ve ışıkların kendisinin 320 km. hızla gittiğini gösterir gibi araç kullanan bir adamın garip hikayesi. Adam hızını azaltmış, ama şehir manzarası hızla gitmeye devam etmiş. Adam dünyayı giderek hızlanıyor gibi algılamış. Adam gerçekte yavaşlamaktadır. Sonra yavaş çekimde yürümüş ve konuşmuş. Böylece zamanda sıkışmadan kurtulmaya başlamış. Adamın bu zaman hastalığına bir beyin tümörünün sebep olduğu ortaya çıktı.

Zaman her neyse derin şekilde içimizle ilgili. Hepimiz kendimize ait iç zamanımızla birer saatiz. David Eagleman, zaman akışının uyumundan küçük bir sapmanın bile ciddi zihinsel rahatsızlıklara neden olabileceğinden şüpheleniyor. “Şizofreninin temelde zaman algısının bozukluğundan kaynaklandığını düşünüyorum. Şimdi zaman algınızda bir sorun hayal edelim. Kendi davranışınızın duyusal sonuçların öncesinde mi veya sonrasında mı olduğunu bilmediğinizi düşünün. Bir çok parçaya ayrılmış bir idrakınız, kavrayışınız olurdu. Nelere sebep olup olmadığınızı bilemezdiniz.”

David Eagleman kişisel zaman algımızın ne kadar esnek olabileceğini görmek için bir deney tasarladı. Deneğin zaman algısını çarpıtan zekice bir deney. “Basıldığında ışık parlaması oluşturan bir tuş hayal edin. Şimdi küçük bir gecikme ekliyorum. Böylece tuşa bastığınızda ışık parlaması saniyenin onda biri geç oluşacak. Beyniniz bu gecikmeye alışır. Beyniniz davranış yapıldığında duyusal tepkilerin beklenenden biraz daha yavaş olduğunu anlamaya başlar. Beyin kendini ayarlamaya başlar ve hareket size eş zamanlı görünür. Şimdi gecikmeyi kaldırırsam, yani tuşa basıldığında hemen parlama oluşmaya başladığında, parlamanın siz daha tuşa basmadan oluştuğuna inanırsınız. Şizofrenide de olan şey tam budur, Bir davranış ortaya koyar ve der ki: “O ben değildim. Buna sebep olan benmişim gibi hissetmiyorum”.

Zaman kişiden kişiye göre değişiyor gibi gözüküyor. Kişisel zamanımızın esnek doğası David Eagleman’ın zamanın gerçek olup olmadığını merak etmesine neden olmuş. Zaman sahip olduğumuz en inatçı psikolojik filtremiz olabilir.

“Ve gerçekten konunun temeline inmeye başladığımızda, zamanın beyin tarafından nasıl inşa edildiğini anlamaya başladığımızda, fiziğe dönerek oradaki denklemleri tekrar oluşturmak zorunda kalacağız.”

Morgan Freeman ile Evrenin Sırları

PARA İLE İLGİLİ SINIRLAYICI İNANÇLAR

Evet bolluk ve bereketin neden hayatınıza kolayca girmediğini merak ediyor musunuz

peki bir şey için yeterince paranız olmadığında direk para yok diyor musunuz
o zaman sebebini bulduk
PARA YOK  lafını çok kullanmak
şimdi şöyle düşünelim para var mı var
sizde veya başka birinde veya bir çok kişide
evet var
kısaca PARANIN YOK OLMASI DİYE BİR ŞEY YOK
dünya da herkese fazlası ile yetecek kadar para var
sadece hakkınızı almanız için
hakkınızı almanız gerektiğine inanmanız gerekiyor
öncelikle parası olan bir insanın hep parasının olmasının sebebi param yok dememesi
ikincisi de sonradan çok parası olan insanın o kadar parası olabilmesinin sebebi yine param yok dememesi
burada anlatmak istediğimiz para yok demeyi tekrar etmek = paranın varlığını inkar etmek
paranın var olduğuna inanmadığınızda olmayan bir şeyin size gelmesini bekleyemezsiniz
şimdi bunu değiştireceğiz

21 gün hatta isterseniz daha fazla okuya bileceğiniz bu sınırlayıcı inancınızı değiştirecek olumlamalar

ben artık para yok demeyi bırakıyorum böylece güvende oluyorum

ben artık paranın yok düşüncesini bırakıyorum böylece güvende oluyorum

ben artık param olmadığı düşüncesini bırakıyorum böylece güvende oluyorum

ben hayat akışının ihtiyacım olan her şeyi bana getirdiğini kabul ediyorum böylece güvende oluyorum


ben dünyada herkese fazlası ile yetecek kadar para olduğunu kabul ediyorum böylece güvende oluyorum

ben hayat akışının ihtiyacım olan bolluk bereket ve parayı da bana getirdiğini kabul ediyorum böylece güvende oluyorum

yokluk diye bir şey yok bolluk ve bereket var

bolluk ve bereket var

ben  hakkettiğim bolluk ve bereketi sevgiyle kabul ediyorum böylece güvende oluyorum

ben bir şey yapmak istediğimde para olmadığı için yapamayacağım düşüncesini bırakıyorum böylece güvende oluyorum
ben hayat akışının ihtiyacım olan her şeyi bana getirdiğini kabul ediyorum böylece güvende oluyorum

ben bir şey almak istediğimde para olmadığı için alamayacağım düşüncesini bırakıyorum böylece güvende oluyorum

ben hayat akışının ihtiyacım olan parayı bana getirdiğini kabul ediyorum böylece güvende oluyorum

ben artık paranın bana gelişini engellemeyi bırakıyorum böylece güvende oluyorum

ben paranın bana gelişini sevgiyle kabul ediyorum böylece güvende oluyorum

ben param olmasını hakediyorum kabul ediyorum böylece güvende oluyorum   

şifa olsun....


Cesaret Nedir?


 Eğer cesur değilsen samimi olamazsın.


Eğer cesur değilsen sevemezsin.


Eğer cesur değilsen güvenemezsin.


Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin.


O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler.






Cesaret bütün korkulara rağmen bilinmeyene adım atmaktır. Korkusuzluk, sürekli cesur ve daha cesur olunca ortaya çıkar. Kolomb gibi keşfedilmemiş denizlere açılmadığı zaman, bir korku vardır, yoğun bir korku. Çünkü kimse ne olacağını bilemez. Güvenliğin kıyılarını terk ediyorsun. Bir anlamda hiçbir sıkıntın yoktu. Eksik olan tek bir şey vardı: macera. Belirsizliğe adım atmak sana heyecan verir. Kalp tekrar atmaya başlar, tekrar canlanırsın; yaşadığını hissedersin. Varlığındaki her hücre canlanır. Çünkü bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmişsindir. Bütün korkulara rağmen, bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmek cesarettir. Korkular oradadır. Ama eğer sen tekrar tekrar bu meydan okumayı kabullenirsen, yavaş yavaş o korkular kaybolur. Bilinmeyenin getirdiği o sonsuz keyfi yaşamak, bilinmeyen ile duymaya başladığın heyecan, seni güçlü yapar. Zekanı keskinleştirir. Belirli bir bütünlüğe ulaşmanı sağlar. Sonra yavaş yavaş korku kaybolur. O zaman sürekli macera peşinde koşarsın. Kısacası cesaret, bilinmeyen için bilineni riske etmektir; tanıdık olmayan için, tanıdık olanı; konforsuzluk için, konforlu olanı, bilinmeyen bir varış noktaası için, herkesin bildiği göç yollarını terk etmek demektir. İnsan başarıp başaramayacağını asla bilemez. Bu bir kumardır. Ama hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir.


Hayat senin mantığını dinlemez; umursamadan kendi yoluna devam eder. Sen hayata kulak vermek zorundasın. Hayat senin mantığını dinlemez. Senin mantığını umursamaz.


Hayata girdiğin zaman ne görüyorsun? Büyük bir fırtına geliyor ve dev ağaçlar devriliyor. Charles Darwin’e göre onlar hayatta kalmalı; çünkü onlar, en iyi uyum sağlamış, en güçlü, en kuvvetlidir. Yaşlı bir ağaca bak. Yüz metre yüksekliğinde, üç bin yaşında. Ağacın varlığı bile güç yaratıyor, dayanıklılık ve kudret duygusu veriyor. Milyonlarca kök toprağın derinliklerine yayılmış durumda. Ve ağaç büyük bir ihtişamla ayakta duruyor. Ağaç tabii ki mücadele ediyor, teslim olmak istemiyor. Ama fırtınadan sonra devrilmiştir. Ölmüştür. Artık yaşamamaktadır. Bütün gücü kaybolup gitmiştir. Fırtına fazlasıyla güçlüydü. Fırtına her zaman daha güçlüdür. Çünkü fırtına bütünden gelir. Ağaç ise bir bireydir.


Sonra, küçük bitkiler ve sıradan otlar vardır. Fırtına geldiği zaman otlar eğilir ve fırtına ona bir zarar veremez. En fazla üstünü temizler; hepsi bu. Üzerinde birikmiş olan tozları süpürür. Fırtına onu bir güzel yıkayıp temizler. Ama fırtına dindikten sonra, küçük bitkiler ve otlar yine dikilirler. Bir otun neredeyse hiç kökü yoktur. Küçük bir çocuk tarafından bile sökülebilir. Ama fırtına yenilmiştir. Ne oldu?


Otlar Tao’nun yolunu izlemiştir; Lao Tzu’nun yolunu. Ve büyük ağaç ise Charles Darwin’i izledi. Büyük ağaç çok mantıklıydı: Direnmeye çalıştı, gücünü göstermeye çalıştı. Eğer gücünü göstermeye çalışırsan yenilmeye mahkum olacaksın. Bütün Hitler’ler, bütün Napolyon’lar, bütün İskender’ler, büyük güçlü ağaçlardır. Onların hepsi yenilgiye uğratılacaktır. Lao Tzu’lar, küçük otlar gibidir; kimse onları yenemez. Çünkü onlar her zaman eğilmeye hazırdır. Teslim olan birini nasıl yenebilirsin? Büyük İskender bile Lao Tzu önünde kendini güçsüz hissedecektir. Hiçbir şey yapamaz. Bu yaşandı. Tıpkı şöyle oldu:


Büyük İskender’in Hindistan’da olduğu zamanlar Dandamis adında bir sannyasin, bir mistik yaşıyormuş. Arkadaşları İskender’e Hindistan’a sefere çıkarken, dönüşte bir sannyasin getirmesi söylemişler. Çünkü o nadir çiçek sadece Hindistan’da filizleniyormuş. “Dönüşte pek çok şey getireceksiniz ama lütfen sannyanis‘i unutmayın, biz onun ne olduğunu görmek istiyoruz,sannyasin‘in ne olduğunu tam olarak bilmek istiyoruz” demişler.


Savaşlar ve mücadeleler yüzünden o kadar meşgulmuş ki, bunu neredeyse unutmuş. Geri dönerken, tam Hindistan sınırını terk etmek üzereyken birden aklına gelmiş. Hindistan’ın son köyünden ayrılmak üzereymiş. O yüzden askerlerine köye gidip, bu civarda bir sannyasin olup olmadığını sormalarını istemiş. O sırada tesadüf eseri Damdamis köyde, nehir kıyısındaymış. Köylüler “tam vaktinde geldiniz. Birçok sannyasin vardır; ama gerçek sannyasinher zaman çok nadir bulunur. O şu anda burada. Gidip onu ziyaret eder, ders alabilirsiniz” demişler. İskender gülmüş “ben buraya ders almaya gelmedim. Askerlerim gidip onu alacak ve ben de onu ülkemin başkentine götüreceğim” demiş.


Köylüler “bu o kadar kolay değil” diye yanıtlamışler. İskender kulaklarına inanamamış; ne tür bir zorluk olabilirdi? O, imparatorları, büyük kralları dize getirmişti. O yüzden bir dilenciyle, birsannyasin ile, nasıl bir zorluk yaşardı? Askerleri Damdamis’i görmeye gitti. Damdamis nehir kıyısında çırılçıplaktı. “Büyük İskender seni ülkesine davet ediyor. İhtiyacın olan herşey sana sunulacak. Kraliyet konuğu olacaksın” demişler.


Çıplak fakir gülmüş ve: “Sen git ve ustana söyle, kendine büyük diyen bir insan büyük olamaz. Kimse beni bir yere götüremez. Bir sannyasin bulut gibi hareket eder. Tam bir özgürlük içinde. Ben kimsenin kölesi değilim” demiş.


“İskender’i duymuş olmalısın; o çok tehlikeli bir adam. Eğer ona hayır dersen, bunu kabul etmez. Kafanı kestirir” demiş askerler. Sannyasin onlara: Belki de en iyisi sizin onu buraya getirmenizdir, o benim ne demek istediğimi anlayabilir” demiş. Büyük İskender onu görmeye gitmek zorunda kalmış. Çünkü geri dönüp askerler ona şöyle demişti: “O eşsiz bir adam. Sanki ışıldıyor. Etrafında bilinmeyenden kaynaklanan bir şey var. Çıplak, ama onun yanında çıplaklığı hissetmiyorsunuz, daha sonra hatırlıyorsunuz. O kadar güçlü ki, onun varlığında bütün dünyayı unutuyorsunuz. Bir çekiciliği var. Etrafını büyük bir dinginlik kuşatmış. Ve sanki çevresindeki her şey onun varlığından mutluluk alıyor. Görülmeye değer biri. Ancak gelecekte onu tehlikeler bekliyor. Çünkü zavallı adam kimsenin onu bir yere götüremeyeceğini, kimsenin kölesi olmadığını söylüyor”.


İskender, elinde kınından çıkmış kılıcıyla onu görmeye gitti. Damdamis güldü ve konuştu: “kılıcını indir, burada bir işe yaramaz. Onu kınına sok. Burada bir işe yaramaz; çünkü sadece bedenimi kesebilirsin. Ve ben onu uzun zaman önce geride bıraktım. Kılıcın beni kesemez, o yüzden onu indir; çocukluk etme”. Söylenenlere göre, İskender hayatında ilk kez bir başkasının emrini yerini getirdi. Çünkü bu adamın huzurunda kim olduğunu bile unutmuştu. Kılıcını kınına soktu ve “hayatımda bu kadar güzel bir adamla karşılaşmadım” dedi. Kampa geri dönünce, düşüncelerini anlattı.” Ölmeye hazır olan birini öldürmek çok zor. Onu öldürmek anlamsız. Savaşan birini öldürürsün, o zaman öldürmenin bir anlamı var. Ama ölmeye hazır olan, işte kafam burada, onu kesebilirsin diyen bir adamı öldüremezsin”.


Damdamis aslında şöyle demişti: “Bu benim kafam. Onu kesebilirsin. Kafam düştüğü zaman, onu kumların üzerine düşerken göreceksin. Ben de aynı şeyi göreceğim. Çünkü ben bedenim değilim. Ben bir tanığım”.


İskender, bunu arkadaşlarına anlattı. Ve şöyle dedi: “buraya getirebileceğim sannyasin‘ler vardı, ancak onlar sannyasin değildi. Sonra gerçekten eşsiz olan bir adamla karşılaştım ve siz doğru duymuşsunuz: Bu çiçek gerçekten eşsiz. Ama kimse onu zorlayamıyor çünkü ölümden korkmuyor. Bir insan ölümden korkmadığı zaman, ona nasıl zorla bir şey yaptırabilirsiniz?”


Seni köle yapan şey kendi korkuların; senin korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Aslında başkalarını, onlar seni köle yapmadan köle yapmaya zorlayan güç senin kendi içindeki korkudur. Korkusuz bir insan, ne kimseden korkar, ne de başkalarını korkutur.Vekorkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Cesur olmak, kalple yaşamak demektir. Kalbin yolu, cesaretin yoludur.


Kalp her zaman risk almaya hazırdır, kalp kumarbazdır. Kafa ise işadamıdır. Kafa her zaman hesaplar…çok kurnazdır. Kafa geçmişi düşünür. Kalp ise gelecektir, Kalp her zaman umuttur, kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kalp üzerinden yaşamak, anlamı keşfetmektir. Cesareti keşfetmektir.

Cesaret -OSHO-

HASTALIKLARIN ZİHİNSEL NEDENLERİ listesini nasıl kullanabiliriz

Hayatımızdaki her rahatsızlığın ortaya çıkması bir ihtiyaçtan doğar. Zihinsel nedeni çözüp ortadan kaldırmak için içimize yönelmeliyiz, çünkü cevap orada yatıyor. İrade gücümüzün işe yaramamasının sebebi burada yatmaktadır. İrade gücümüz sadece dışsal etkenlerle savaşır, içsel sorunlarımızda etkisiz eleman konumuna gelirler. Diyelimki sigara tiryakisisiniz, sigarayla savaşmak yerine neden bunu kullanmaya ihtiyaç duyduğunuzu bulun ve onu çözün. İhtiyaç ortadan kalkınca, bağımlılık da ortadan kalkacaktır

Bedenimizde en çok rahatsızlığa sebep olan düşünce kalıpları ELEŞTİRME, KIZGINLIK, GÜCENME, AFFETMEME VE SUÇLULUK'tur. Çok eleştiren bir kişinin artrit (eklem romatizması) olması büyük olasılıktır. Kızgınlık duygusu kendisini ateşli ve iltihaplı bir rahatsızlıkla ortaya koyar. 

Uzun süren içerlemeler kendisini kanser rahatsızlığı olarak koyar.  
Rahatsızlığınız karşısındaki yeni düşünce modelini sürekli olarak tekrarlamanız gerekmektedir ki eskisi kırılıp temizlensin yerini yenisine terk etsin.

Fiziksel bir sorunun olduğunda listeyi kullanma yolu:

1. Sorunun zihinsel nedenine bak ve bunun senin için doğru 

olup olmadığını düşün.

Değilse, sessizce otur ve kendine sor: Bende bunu yaratan 

hangi düşünceler olabilir

2. Şu sözleri tekrar et: Bilincimde bu koşulları yaratan 

düşünce kalıbını bırakmaya

hazırım.

3. Yeni düşünce modelini birçok kez tekrar et.

4. İyileşmenin zaten başlamış olduğunu varsayıp, iyileşmeyi 

kabul et.



BAĞIMLILIK DUYGUSU VE BAĞIMLI SEVGİ

BAĞIMLILIK DUYGUSU  - BAĞIMLI SEVGİ

Bağımlılığın kaynağında sevgi eksikliği yatar.

Bağımlı kişilerin kurtulamadıkları içsel boşluk hissi, doğrudan doğruya ana babalarının, çocuklukları sırasında gereksindikleri şefkat, dikkat ve özeni kendilerine verememiş olmalarının bir sonucudur.

Çocukluklarında sevilen ve özen gösterilen çocuklar, kendilerini değerli ve sevilmeye layık bulurlar.

Kendi kendilerine karşı dürüst oldukları ve bu niteliklerini korudukları sürece de sevileceklerinden ve özen gösterileceklerinden emin olarak yetişkinliğe adım atarlar.

Halbuki sevgisiz yada sevginin düzensiz bir biçimde gösterildiği bir ortamda büyüyen çocuklar, yetişkinliğe adım atarken böyle bir iç güvenden yoksundur.

Tam tersine, içlerinde bir güvensizlik ve “hiçbir şeye yeterince sahip değilim” hissi ve dünyanın güvenilmez ve hiçbir şey vermeyen bir yer olduğu duygusu bulunur.

Kendilerinin de değerli ve sevilebilir olduklarından pek emin değillerdir. Bu nedenle, nerede olursa olsun, ilgi sevgi ve güven elde etmek için çabalamalarına ve bulduklarında da kaybetmemek için hırsla yapışmalarına şaşmamak gerekir.

Bu da onları, sonunda, korumaya çalıştıkları ilişkileri yok edecek, sevgisiz, karşılarındakini idare etmeye götüren Makyavelist davranışlara götürür.

Sevgi ile disiplin el ele yürür. Bağımlı kişilerin aşırı bağımlılığı, aslında Karakter bozukluğunun en önemli tezahürüdür.

Bağımlı kişiler öz-disiplinden yoksundur. İlgiye karşı duydukları açlığın, doyurulmasının getireceği hazzı geciktirmeyi istemezler ve bunu yapamazlar.

Bağlılıklar kurmak için her şeyi yaparlar ve dürüstlükten bile vazgeçerler.

Bağımlı kişilerin en önemli özelliği sorumluluk duygusundan yoksun olmalarıdır.

Pasif bir biçimde başkalarının, hatta çocuklarının, onların mutluluk ve doyum kaynağı oluşturmalarını beklerler. Bunun için de mutsuz ve doyumsuz oldukları zaman, bundan başkalarını sorumlu tutarlar.

Sonuçta sürekli olarak kızgınlık duyarlar. Bu nedenle, bir başkasına bağımlı olmak için kendinize izin vermeniz, kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür.

Özet olarak;

Bağımlılık sevgi gibi görünebilir. Çünkü o insanların, kendilerini bir başkasına şiddetle bağlamasına neden olan bir güçtür.

Gerçekte bağımlılık sevgi değil, sevgisizliktir. Vermekten çok almanın peşindedir.

Olgunlaşma yerine çocuklaşmayı besler.

Özgürleştirmek yerine, kısıtlamaya, köleleştirmeye çalışır.

Sonunda da ilişkileri ve insanları geliştirmek yerine yıkıma uğratır.

Sevgi ise insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekâmülünü desteklemek amacıyla, benliğini genişletme arzusu ve eylemidir.

Sevme isteği veya sevgi duygusu “sevme” değildir.

Sevgide hem niyet vardır hem de eylem. Sevgi yaptıklarıyla belli olan bir irade olayıdır. Özgür iradeyle yapılan bir seçim, bir tercihtir.

Sevgi yalnızca vermek değildir; akıllıca, sağduyulu ve mantıklı (aklın terazisinde tartarak) bir biçimde vermek demektir.

Hatta bazen de vermemek demektir. Sevgi mantıklı övgü, mantıklı eleştiri demektir.. sadece teselli edip rahatlatmak değil, mantıklı bir biçimde tartışmak, mücadele etmek, yüzleşmek, zorlamak, teşvik etmek ve gerektiğinde hedefe doğru itmektir.

Yani sevgiyle davranmak, içgüdüyle davranmak veya kontrol edemeyeceğimiz duyguların yönetimde davranmak değildir.

Gerçekten seven kişi, bilinçli olarak hoşlanmadığı, o anda sevgi duymadığı, hatta kendisine itici gelebilen bir insana karşı da sevgi dolu yapıcı davranışlarda bulunur.

Kaynak: "Az seçilen yol" Dr. M. Scott Peck,

Minimalizm ve Hayatı Sadeleştirme

Her gün minimalizm ve hayatı sadeleştirme ile ilgili onlarca makale, e-kitap ve bloga maruz kalsak da bizce minimalizmi hayatlarımıza uygulamanın en iyi yolu zen psikolojisini kavramaktan geçiyor. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde güçlü bir dalga etkisi yaratan minimalizmin nereden doğduğunu araştırdığımızda, insanın mutlak mutluluğa ulaşmasını amaçlayan bu öğretinin köklerinin Hinduizme dayandığını görüyoruz. Budist felsefenin temel kuralları ile son derece iyi örtüşen minimalizmi şu 4 odak noktası ile özetleyebiliriz:
  • Koşulsuz olarak bağlanmayı reddetmek
  • Acının ve mutluluğun içten geldiğini kabul edebilmek
  • Farkındalık kazanmak ve odaklanabilmek
  • Daima merhametli ve nazik olmak
Yukarıda saydığımız bu 4 ana maddeye bakarsak, bir Budist rahibinin minimalizmi bir yaşam felsefesi olarak benimsediğini görürüz. Çünkü Budist rahipler, bu saydığımız davranışları artık birer günlük alışkanlığa dönüştürmüşlerdir. Budizm inancına göre hayatta hiçbir şey mutlak ve kalıcı değildir ve evrenin dengeleri bir anda tamamen değişebilir. İnsanlar da bu değişim eğilimini kabul edip, hiçbir maddeye ya da duyguya koşulsuz olarak bağlanmamalıdır. Örneğin çok sevdiğiniz ve sizde anısı olan bir fincanı düşünelim. Onu yıllardır saklıyor / özenle kullanıyorsunuz. Peki ya bir gün o gözünüzden bile sakındığınız fincan yere düşüp tuzla buz olursa? Normal şartlar altında bu olay sizi üzer ya da “Keşke daha dikkatli olsaydım” diye kendinize kızmanıza neden olabilir. Ancak minimalizm söz konusu olduğunda artık kırılan fincandan vazgeçebilmeyi ve meydana gelen bu olayı tamamen akışın bir parçası olarak görmeyi öğrenmeniz gerekir.
Gelin minimalizmi bir yaşam tarzı haline getirmek için gereken 4 ana adımı detaylı olarak ele alalım:
Koşulsuz olarak bağlanmayı reddetmek
Bu kural hayatı sadeleştirmek ve derinleştirmenin temel koşuludur. Çünkü sahip olduklarımız, bizim gerçekte kim olduğumuzu belirleyemez. Sahip olduğumuz her şey bir gün bağışlanabilir, kırılabilir, çalınabilir, kaybolabilir hatta sonsuza kadar yok olabilir.
Acının ve mutluluğun içten geldiğini kabul edebilmek
Ne yaşadığımız acılar, ne de ulaştığımız büyük mutluluklar; bunların hiçbiri sahip olduklarımız / olamadıklarımızla bağlantılı değildir. Çünkü aslında acı da mutluluk da insanın içinden gelir.
Farkındalık kazanmak ve odaklanabilmek
Tüketim toplumunun bize dayattığı dinamikleri reddederek sadece “gerekli” olan şeyleri satın alıp tüketmeye çalışın. Hayat enerjinizin yükseldiğini göreceksiniz.
Daima merhametli ve nazik olmak
Daha çok kazanmak ve daha çok maddi edinim sağlamak adına hırslı ve daima meşgul olmak yerine, elinizde olanlarla yetinmeye çalışarak sizin için önemli insanlarla aranızdaki merhamet ve sevgi bağını daima güçlü tutmalısınız.


Hayatı sadeleştirme eğilimi günümüzde dalga dalga yayılan bir akım
Hayatı sadeleştirme eğilimi günümüzde dalga dalga yayılan bir akım

Minimalizmi günlük hayata uygulamanın basit yolları:
  • Borç altına girmekten kaçının. Daima bütçenize göre hareket edin
  • Seyahatlerinizi lükslerden kaçınarak gerçekleştirin
  • Daha küçük ve sade bir eve taşının
  • Kendinize daha çok zaman ayırın
  • Kendinize daha geniş bir hareket alanı yaratın
  • Daha üretken olun
  • Tasarruf edin ve geri dönüşüme inanın
  • Hayatınıza daha çok yeşil katın
  • Sadece vücudunuzun ihtiyaç duyduğu şeyleri yiyin ve kilo verin

alıntıdır